Ocak başından itibaren yavaş yavaş dikkatimi çekmeye başlayan haberler ocak sonuna dek netleşti. Bir salgın vardı, ve SARS’a benziyordu filan. Çok da telaşlanmadım. Sonra, olayın seyri değişmeye başladı, artan vakalar, ölüm oranları, karantina haberleri ve çarpıcı görüntüler eşliğinde “felaket senaryoları” gelmeye başladı. Onlarca komplo teorisi dolaşmaya başladı ve halen dolaşıyor.
Virüsün yapısı, önlemler vs. hakkında yazmak istemiyorum, ilgili ilgisiz herkesin bu konuda fikri var artık ve dikkatle baktığınız zaman, bilimsel öneriler hızla fark ediliyor zaten. Yazmak istediğim abartılı toplumsal tepkilerimizin bizi nasıl ketlediği, felç ettiği ve kendi ayağımıza kurşun sıktığımız.
Öncelikle, ilk vaka öncesine bakalım. Tüm medyada iki ana eğilim hakimdi. İlki “eyvah geliyor, bizden gizliyorlar, öleceğiz” vs. ikinci eğilim ise “bize bir şey olmaz, önlemi erken aldık, Suriyelilere yaptığımız yardımın sadakası ile bize gelmez vs.” ilk eğilim anlamsızdı, önleme katkısı olmayan aşırı ve bilim dışı bir telaş. Tanımlarla başlayalım, “epidemi” denen bir kavram var, toplumda hızla yayılan salgın ve bulaşıcı hastalık anlamında kullanılır. Grip virüsü her yıl pek çok ülkede epidemi yapar. Bir başka kavram ise “pandemi”, tüm dünyayı tutan salgın anlamında kullanılıyor. Yine grip virüsü her birkaç yılda bir pandemi yapar, tüm dünyada etkisini gösterir. Yani, Şubat ortalarından itibaren bir pandemi ile karşı karşıya olduğumuz netleşmişti. Ama bu salgının iki farklılığı vardı normal gripten, çok hızlı yayılması ile ileri yaş ve kronik hastalığı olanda öldürücü etkisi. Bu kadar hızlı yayılma konusunda deneyimsiz ve hazırlıksız olduğumuzu kabullenmek lazım. Belki geçmişte de böylesi salgınlar oldu, örneğin 1914’te başlayan ve altmış milyondan fazla ölümle sonuçlandığı düşünülen ünlü “İspanyol gribi” , ancak, günümüzdeki hızlı nüfus hareketi, havayolu taşımacılığı, kalabalık mekanlarda sürekli bir hareketliliğin olması gibi gerekçeler ile düşündüğümüzden hızlı yayıldı. Ne Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ne devletler ne de sağlık sistemleri buna hazır değildi. Hazır değiliz, bu ilk kez oluyordu çünkü (sanırım son kez olmayacak) fakat hali hazırda H1N1 denen “domuz gribi” halen epidemi-pandemi halinde ve Covid -19’dan fazla insan öldürüyor. Aslında SARS, H1N1 gibi salgınlarda uyanmalıydık, fakat sağlık sistemlerinin sigorta ve ilaç şirketleri güdümünde olması ve politikacıların etkin bir şekilde karar verici olması uzun süredir, sağlık sisteminde “koruyucu hekimlik” uygulamalarının değil, tedavi edici hizmetlerin öne geçmesini sağladı. Bu politik tercih tüm dünyada yaygın bir eğilim halinde, örneklemek gerekirse, bizim çok beğenilen yeni sağlık sistemimiz ve aile hekimliğinde, politikacıya en çok oy getiren “muayene ve ilaç yazdırma” hizmeti, eski “sağlık ocağı sisteminde dördüncü öncelikti. İlk sırada “aşılama ve koruyucu hekimlik”, sonra halk sağlığı ve sonra çevre sağlığı hizmetleri geliyordu. Ancak ne geniş halk kitleleri, ne de politikacılar bu teknik gerekliliği anlamadılar ve sistemi yerle bir ettiler. Asıl konuya dönelim, yani bir pandemi geliyor, öldürme oranı H1N1’den az, ancak çok fazla insan bulaşıyor. Yapılacaklar belli, sağlık sistemini hazırlamak, zaman kazanmak, aşılamaları (grip ve pnömoni vb) yapmak ve ekonomiyi sıkıntıya sokmayacak ek önlemler, malzeme temini ve sevkinin sağlanması vb. önlemler.
Oysa politikacılar ve kanaat önderleri kulaklarının üstüne yattı, bunun en büyük örneği, Kum kentinde dini öğrenim gören 700 Çinli öğrenci İran’a geldiğinde başlayan ve fark edilen salgınının, gerek bağnazlık gerekse “yaklaşan seçimler öncesi panik yapmayalım” anlayışı ile saklanmasıdır. Söylemek istediğim, ilk grubun paniğine gerek yok, bu olan ve olacak bir şey. WHO uzmanlarına göre, Aralık 2020 tarihine dek beş milyar enfeksiyon öngörülüyor. Bunu hepimiz geçireceğiz gibi duruyor, paniğe gerek yok hazırlığa gerek var. İkinci grubun bireylerini eleştirmeye bile gerek yok, bu çağ dışı, tuhaf artık saçma bile denemeyecek kadar tuhaf bireyler genellikle bir ideoloji veya inanış peşinde bu şekilde davranıyorlar. Eğer Covid- 19 bulunmayan ülkelerin geçen hafta ki dağılımına bakarsanız, Çin dahil, hepsinin merkeziyetçi, ideolojik baskı ile yönetilen, haber kaynaklarının sıkı kontrol edildiği, ideoloji veya dinsel bağnazlık içinde toplumlar olduğunu görebilirsiniz. Pandemi zaten vardı ama bu ülkelerin ya gündemi, yada öncelikleri ve anlamlandırmaları farklıydı. Yine en çok ölümün olduğu Çin, İran ve İtalya ideolojik ve dinsel bağnazlığın ve yersiz kendine güvenin en yaygın olduğu ülkeler, bilim dışı çözüm arayan bu ülkeler, olayı kapatmaya çalışırken salgının patlamasına neden oldular. Bu ülkeler içinde Çin iyi bir örnek de olabilir. Başta uyguladığı örtbas politikasını bırakıp, ciddi ve bilimsel önlemlere geçer geçmez vaka sayıları ve ölüm oranları hızla düştü, bu salgının kontrolü için çok değerli bir deneyim ve veri aslında.
Şu ana dek rehavet içinde olan ülkemizde durum parlak değil, bu yazıyı yazdığım çarşamba sabahı, İstanbul’da marketler önünde kuyruklar, maske kıtlığı, dezenfektan yokluğu haberleri geliyor. Oysa kaçış yok bu salgından. Grip aşımızı olacağız, riskli gruplar (sağlıkçı, öğretmen, otobüs şoförü vb), çocuklar ve yaşlılar zatürre aşısını olacak (altmış yaş üstüne ücretsiz aile hekimliğinde), el hijyenine zaten dikkat eden bir toplumuz, sigarayı acilen bırakacağız, C vitamini ve D 3 vitaminin sürekli olarak ve hastayken çinko alacağız. Grip olmasak da bir metreden fazla yaklaşmayacağız ve tokalaşmayacağız. Grip olursak, yaşlılarımızdan uzak durup, kesin istirahat ve sıvı alıp, tıbbi önerileri dinleyeceğiz. Aslında maskeyi herkes değil de sadece hasta olanlar taksa çok daha iyi olur kanaatimce, maske olmasa bile “damlacıkların” yayılmasını engelleyecek bir önlemi alsa hasta olanlar.
Bu kadar, hepsi bu. Gelen, gelecek ve olan olacak.
Paniğe, stokçuluğa gerek olmadığı gibi , olayı kıyamet senaryosuna döndürmeye de gerek yok. Belki belediyelerin ve kalabalık kamu kuruluşlarının, insanlara ve çevreye zarar vermeyen bir şekilde düzenli dezenfeksiyonu tartışılmalı. (sahi neden bugüne dek yapmıyorduk ki, H1N1, Verem vs. daha mı az zararlıydı). Hatta en zararlısı panik yaratmak. Engel olamayacağımızı biliyorum ama şairin dediği gibi “sussan gönül razı değil” . İstanbul’dan başlayarak, ilk hastalık bulguları başlayınca, geniş kitleler memleketlerine kaçacak ve yayılma hızı açısından çarpan etkisi yaratacaklar.
Hayırlısı diyorum, sağlıklı ve dinç kalınız, uhuletle ve suhutle efendim.
Sedat hocam olaya yine olması gerektiği gibi soğukkanlı, akılcı ve olması gerektiği gibi yaklaşmış, paniğe stoklarla yer olmadığını bizlere iletmişsiniz. Teşekkür ederim keşke ulusal basında konuşan tıp hocaları da sizin kadar topluma açıklama yapabilselerdi. İyi geceler sizi ZONGULDAK tan izlemeye devam ediyorum.