Her yıl hemen hemen aynı manşet ve başlıklar atılıyor ama…
Beterin beteri var misali her yıl da gelen gideni aratıyor gibi oluyor.
Tarihin en yüksek katılımlı sınavı oldu YKS.
İnanın o kadar çok adı değişti ki üniversite sınavlarının, bu kez yanlış yazmamak adına açılımına bakma zorunluluğu hissettik.
“Yükseköğretim Kurumları Sınavı”.
Yapıldı, bitti, sonuçlar açıklandı, beterin beteri tablo bir kez daha gözlerimizin önüne serildi.
3 buçuk milyondan fazla öğrenci sınava girdi.
Önce sıfır alanları belirtelim.
100 bin aday sıfır çekmiş yani puan hesaplamasına yeter düzeyde net çıkaramamış 100 bin kişi..
Biliyorsunuz arka arkaya iki sınava giriyor gençler.
TYT ilk gün, temel yeterlilik sınavı.
AYT, ikinci gün, alan yeterlilik sınavı.
TYT’de Türkçe ortalaması 20,02
Türkçe açısından az biraz sevindirici gibi gözükse de bakıyorsunuz matematiğe..
Ki temel matematik bu; ortalama 8,2’ye düşüyor.
Sosyal, keza aynı düzeylerde, 8,68
Ama fene bakıyoruz; temel sınavda bile durum facia; 3 milyon kişi girmiş ilk sınava, 20 soruluk fen dersi ortalaması 3,54
Alan yeterlilik dediğimiz AYT ise branşlara göre daha da kötü bir tablo çiziyor:
Matematik ortalaması 7,5
Fizik 2,5
Kimya 1,8
Biyoloji 2
Edebiyat 5,77
Tarih 1,7
Coğrafya 1,3
Felsefe 1,8
Din 1,3
4+4+4 yıl okuduktan sonra; lise son sınıfa gelene kadar harala gürele onlarca ek kurs, özel ders maratonu, test yığını altında gömülmüşlükten sonra geldiğimiz nokta ancak bu kadar.
Her yıl iyiye gitme ümidi yerine her yıl daha da gerileme…
Her yıl atılan başlık ve manşetlerin bir önceki yıl verilerini mumla aratması.
Yap boz tahtasına dönen eğitim sisteminin (ki müfredat/sınav sistemi, sınav değerlendirme metotları hepsi dahil buna) ortaya çıkardığı sonuç bu.
Hal böyleyken ve Milli Eğitim’in bu tabloyu önüne koyup muhasebe yapması gerekirken eğitime siyaset ve popülizm sosu eklenerek ilgili bakan ve bakanlık, karma eğitime laf yapıp, okullara manevi danışman atanmasının uğraşısı içinde.
Bu arada, unutmadan ekleyelim; yukarıda özetlediğimiz tabloda hesaplama tarzı da değişti bunun da altını çizelim.
Başarısızlığın daha düşük gösterilmesi açısından bu kez net değil, doğru ortalamaları esas alındı.
Yani yukarıda verilen ortalamalar doğru ortalamaları nazara alınarak çıkan sonuçlar ki bu değişiklik dahi fena grafiğin düzelmesine fayda sağlamadı.
Yani…
Milyonlarca öğrencinin peşinde koştuğu üniversitelere girmek için yapılan sınavın sonuçları gelecek için hiç ümit vermemekle birlikte bir de üniversitelerin hali var meçhul.
Üniversiteler bilim yuvası olmaktan öte, yüksek lise haline geldi pek çok il ve ilçede.
Akademik liyakat, kalite eğitimi, özgün bilimsel çalışmalar giderek geriledi.
Türk üniversiteleri geçmişe göre uluslararası standartlarda daha çok sıralamaya girerken şimdi Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ gibi onlarca yılın güzide üniversitelerin içini boşaltmakla meşgulüz.
Üniversite öğretim üyesi daha üniversiteyi yönetecek rektörünün seçiminde dahi söz sahibi değil.
Eskiden en azından bu atamaya esas bir oylama yapılıp en çok oy verenler YÖK’e iletiliyor ve bunların arasından rektör tercihi yapılıyordu ki öğretim üyelerinin belli bir çoğunluğunun iradesinin yansıması bakımından bu uygulama dahi bugüne kıyasla olumluydu.
Şimdi öyle mi ya?..
Değil, seçim ve oy verme yok; sadece bu seçim konusu bile üniversiteler açısından eksiği olmakla beraber geçmişin daha iyi olduğunu göstermiyor mu?..
Sonuçta; yıllar boyu hazırlanılan üniversitelerin pek çoğunda kontenjan boşluğu, ek yerleştirmeler, reklam ve promosyonla öğrenci toplayan vakıf üniversitelerinin nihayetinde binlerce işsiz diplomalı.
Meslek sahibi olan bilgili ve yeterli mezunlar veremiyoruz.
Nitelikli üniversitelerimiz giderek kan kaybediyor.
Nice üniversite öğretim elemanı sıkıntısı çekiyor.
Sonra manşetler her yıl “çöküş” olarak çıkıyor.
Eğitim genel itibariyle bu noktaya gelmişse Milli Eğitim’in bu duruma kafa yorması, varını yoğunu, bu tablo niye böyle diye ortaya koyması gerekmez mi?..
Görüyor musunuz böyle bir endişe ve bunun giderilmesi için ortaya konan bir çaba?
Akıl ve bilim yolundan uzaklaştıkça, Milli Eğitim’e siyaset bulaştırma sevdasından ve test odaklı öğrenim(!)den vazgeçilmedikçe ne yazık ki eğitim alanında da geleceğe dair umutlanacağımız somut bir adım ve tutunacak bir dalımız olmuyor, olamıyor!
Ve maalesef, bunun ceremesini gelecek kuşaklar çok daha acı hissedecek.