William James, varlıklı bir ailenin çocuğu idi. Çocukluğunda çok ciddi sağlık sorunları yaşamıştı. Pek arkadaşı yoktu. İyi bir öğrenci değildi. Evin içinde resim yaparak günlerini geçiyordu. Yaptığı resimlerini satın alan yoktu. Babası kendisiyle alay ediyordu. Erkek kardeşi Henry James ise dünya çapında tanınan ve okunan bir yazar olmuştu.
Babası iş ilişkilerini kullanarak oğlunu Harvard Tıp Fakültesine yazdırdı. Son şansı olduğunu özellikle belirtti.
William James, tıp fakültesinde kendini huzurlu hissetmiyordu. Kendisine yardım edemeyen, kendi sorunlarını çözemeyen biri hastalarının sorunlarını nasıl çözebilirdi. Psikiyatri bölümünde geçirdiği bir günün akşamında günlüğüne hastalarla doktorlardan çok daha fazla ortak paydası olduğunu yazdı.
Aradan birkaç yıl geçti. William James, babasından onay almadan Tıp fakültesini bıraktı. Babasının öfkesiyle boğuşmamak için Amazon Ormanlarına keşif gezisine katıldı. Amazon gezisinde bir yığın sağlık sorunu yaşadı. Ölümlerden döndü. Yakalandığı su çiçeği hastalığı nedeniyle bir deri kemik kalmıştı. Sırt ağrıları dayanılmaz oluyordu. Eve nasıl döneceğini bilmiyordu. Aylar sürecek bu yolculuk onu öldürecekti. Gücü hiç yoktu. Aylar süren çileli yolculuk ve büyük sıkıntılara karşın New England’a ulaştı. Oğlu üzerinden büyük hayal kırıklığına uğrayan babası tarafından karşılandı.
William James, aileye büyük bir hayal kırıklığı yaşatmanın ezikliği içinde intihar seçeneklerini düşünmeye başladı. Bir gece filozof Charles Pierce’nin kitabını okurken küçük bir deney yapmaya karar verdi. Günlüğüne bir yıl boyunca yaşamında ne olursa olsun yüzde yüz kendisi sorumluymuş gibi davranacağını yazdı. Bu sürede, başarısızlık ne kadar kesin gözükse de koşullarını değiştirmek için elinden geleni yapacaktı. Bu bir yıl içinde hiçbir şey düzelmezse kesinlikle güçsüz olduğunu kanıtlayacağından intihar ederek yaşamına son verecekti.
William James, dediğini yaptı. ve Amerikan Psikolojisinin babası oldu. Kitapları onlarca dile çevrildi, bütün dünyada sattı. ABD ve AB ülkelerini dolaştı, konferanslar verdi. Evlendi beş çocuğu oldu. Çocuklarından biri pulitzer ödülünü kazandı.
Sonuç olarak bu yaşanmış gerçek hikayeden alacağımız çok önemli dersler vardır. Tüm kişisel ve büyüme aynı basit farkındalıktan ortaya çıkar ve gelişir: Bizler birer birey olarak dışsal etkenler ne olursa olsun yaşamımızdaki her şeyden sorumluyuz. Başımıza gelenleri kontrol edemeyiz. Ama başımıza gelenleri nasıl yorumladığımızı ve nasıl tepki gösterdiğimizi her zaman kontrol edebiliriz.
Bir çocuk büyütmek yada yaşamasına neden olup yaşamına hazırlamak öyle büyük bir sorumluluk ki önce bunun bilincinde olmak zorundayız. Onun yaşamının her noktasına kafamıza göre müdahil olamayız. Olmamalıyız. Bunu ne zaman öğrenir ve uygulamaya sokarız bilmiyorum. Çünkü anne ve babalar olarak çocuklarımızda adeta kendi kimliklerimizi yaşatmaya uğraş vermemiz çok büyük bir yanlıştır. Yazık ediyoruz, onlara…
Önemli olan doğru zamanda doğru yerde onlara hissettirmeden can suyunu yani hayat öpücüğünü verebilmemizdir. Bırakalım düşe kalka büyüsünler… Dikenleri biz temizlersek bilelim ki çocuğumuzu sevmiyoruz..
Herkesin bir yaşamı var ve bu yaşamın içinde herkes küçük bir dünyadır… Bunun bilincinde olalım ve buna uygun davranalım…
Saygılarımla… V. Yılmaz