Bir süredir birlikte çalıştığımız dünya tatlısı bir öğrencim var. Eğitiminin daha temel aşamasında ve ilk beceri okuma ve anlama. Tanıştığımızda okuma ile ilgili sıkıntı yaşıyordu.
Okuma ile ilgili yaşadığı temel problem harfleri tam olarak birbirine bağlamakta zorluk çekiyor. Heceleyerek okuyor. Bazı seslerin bir araya gelmesiyle oluşan kelimeleri okuyamıyordu.
Ortalama iki buçuk aylık bir sürede normal düzeyde okur hale geldi. Yaptığımız çalışmalarla artık akıcı ve takılmadan okuyabiliyordu.
Asıl anlatmak istediğim durum ise bundan sonrası. Çünkü okuma belli bir akıcılığa ulaştıktan sonra anlamlandırma kısmına bakmamız gerekir. Yani birey okuduğunu anlamalı ki, okumak istesin.
Bir masal ile başladık, hikâye ile devam edeceğiz. “Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde pireler berber, develer tellal iken uzak diyarlarda bir orman varmış. Bu ormanda hayvanlar yaşarmış. Hayvanlar için heyecanlı bir zaman yaklaşıyormuş. Neden mi? Çünkü bu yılın hayvanlar kralını seçeceklermiş…”
Burayı okuduktan sonra, gözlerimizi kapatıyoruz.
“Nasıl bir orman anlatır mısın?” dedim.
Sormam ile gözlerin açması bir oldu ve cevap, “bilmiyorum.”
“Bir orman hayal et bakalım nasıl bir orman olabilir.”
Bilmiyorum.
“Hayvanlar nerede yaşar?” (Bu soruyu sormamın nedeni belki zihin buradan çağrışım yapar diye düşünüyorum.)
Cevap, “çölde…”
Sonrası, bilgisayarımızdan Google açılır. Orman yazılır. Görsellere tıklanır. Çeşit çeşit orman fotoğrafları gösterilir.
Cevap, “aaa ben burayı biliyorum.” olur.
Bilmek ve bağlantı kuramamak, farkında olmamak, farkındalık sağlamamak.
Bu durum bana neler düşündürmedi ki.
Çocuklarımız neredeyse anne karnından itibaren dijital dünya ile iç içe büyüyorlar. Bebeklikleri, ilkokul dönemi, ortaokul dönemi…
Çocuğumuzun ne zaman dijital bağımlı olduğunu hissediyoruz?
Sınav notları kötü geldiği zaman, sınav zamanı geldiğinde birde bir sınava hazırlanıyorsa denemeleri kötü geldiğinde.
Dijital dünya ile bu kadar iç içe büyüyen bir neslin sorunları sürekli uzmanlar tarafından tartışılırken, en önemlilerinden birinin gerçek ile sanal ayrımın karıştığını düşünüyorum.
Okumak ve anlamlandırmak için bireyin zihninde okuduklarından bir hikâye oluşması ve bu hikâyenin görselinin de olması gerekir. Gerçek hayatı bilmeyen bireyde her okuduğun karşılığı büyük bir boşluk olacaktır.
Bu noktada çok önemli gördüğüm bir noktaya daha vurgu yapmak isterim. Geçmişten günümüze değişimi ile ilgili bir araştırmaya rastlamadığım fakat çocuklar üzerinde inanılmaz etkisi olan çizgi filmler. Özellikle bebeklikten başlayıp ağırlıklı olarak ortaokul yıllarına kadar devam eden süreçte daha etkin olan çizgi filmler.
Seksenlerin çizgi filmlerine bakarsanız hayal ürünü çok fazla durum var ama bunun yanında çevre, çevreye verilen zarar, hayvanların yaşamı gibi faydalı ve öğrenilesi gereken birçok bilgiyi de içinde barındırmaktaydı.
Yıllar geçtikçe çizgi filmlerin gerçeklikten uzak daha çok şiddet içeren bir hal almaya başladığını görmek gerekir. Heyecan demek izlenme oranının artması demek, bu daha çok şiddet ya da daha çok olumsuz içerik demek.
Çocuklarımızın da bu içeriklere maruz kalması çevrelerinde olup bitenleri gözlemlemelerini, analiz etmelerini, yorum yapma gibi yetenekleri kazanmaları konusunda yetersizliğe neden olacaktır.
Tüm bunları bütünsel bir açıdan değerlendirirsek çocuğumuzun okuma becerisine, anlama ve anlamlandırma yeteneğine, zamanla başarısına, hayat başarısı ve becerilerine olumsuz yansıyacaktır.
Tüm bunların sonunda geldiğimiz nokta ise çocuklarımız için, dijital dünyanın bir sınırı, izlediklerinin belirli kıstasları, okuduklarının bile bir dengesi ya da yaşına uygunluğu olmalıdır.