1800’lü yılların başında, Rusya İmparatorluğu’nun karşısında; başta Osmanlı İmparatorluğu, İran, İngiltere ve bazı Avrupa Devletleri Kafkasları Rusya’ya bırakmama stratejisiyle hareket ederler.
On yıllarca süren savaşlarda, Kafkas halkları, vatanlarını korumak, özgürlüklerini savunmak adına olağanüstü direniş gösterirler.
Kuzeybatı Kafkasya, Dağıstan, Çeçenistan ve Abhazya’da yaşanan bu savaşlarda, Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupalı Devletlerin desteğini çekmesi sonucunda yalnız kalan Kafkas Halkları, Rusya’nın büyük askeri gücü karşısında çaresiz kalırlar..
Rus-Kafkas savaşı 21 Mayıs 1864′ te Soçi yakınlarındaki KBAADA Vadisi’nde (şimdiki adı KRASNAYA POLYANA) Çerkeslerin ağır yenilgisiyle biter. Böylece yüz yıla yakın süren bu savaş, Rusya’nın Kuzey Kafkasya’yı ele geçirmesiyle sonlandırılır.
Bu savaşlarda 500 bin Kafkasyalının öldüğü biliniyor.
ÇERKESLER savaşın bitimiyle birlikte insanlık tarihinin en büyük ve en dramatik sürgününü yaşar..
Tarihi kayıtlara göre 1.500.000’e yakın Çerkes, Kuzey Kafkasya’daki yurtlarından sürgüne gönderilir. Başka bir deyişle Çerkes nüfusun %70’i sürgüne gönderilir.
Bu trajik sürgünde, TUAPSE, SOÇİ ve SOHUM gibi liman kentlerinde toplanan yüzbinlerce Çerkes gemilerle SAMSUN, SİNOP, TRABZON ve VARNA gibi Osmanlı şehirlerine getirilir.
Buralardan da Osmanlı topraklarından ANADOLU’YA , ORTADOĞU’YA (ÜRDÜN’E) ve BALKANLARA dağıtılmasıyla sonuçlanır. On binlerce Çerkes bu yollarda açlıktan, salgın hastalıklardan ve soğuktan can verir .
Zaten yaşlıların ve hastaların ( bu zoraki sürgünde) gemilerden KARADENİZ’ in karanlık sularına atıldığı biliniyor.
Bu yıl 159. yılındayız o sürgünün..
Çerkesler, atalarının Karadeniz’in karanlık sularında verdiği canlara olan saygılarından ötürü, balık yemezler, yemeyi sevmezler.
Bu arada 20 Mayıs 2011 günü Gürcistan parlamentosu “21 MAYIS 1864 yılındaki yaşananların bir “SOYKIRIM” olduğunu kabul etti. Gürcistan’nın elindeki bu soykırıma ait belgeler dünya kamuoyu ile paylaşıldı. Şimdi bu belgelerin ışığında yaşanan dramın, günümüze aktarılması gerekmektedir.
Ruslar, Çerkeslere ait olan Karadeniz kıyısındaki büyük Çerkes Mezarlığını talan ederek, bu mezarlığın yerine bir şehir kurarlar.
KRASNODAR adı verilen bu şehrin anlamı “kızıl şehir”.
Kan üzerine kurulan şehir.
Vahşetin belgesi gibi..
TÜRK SOYKIRIMI
Balkanlarda yaşanan Türk Soykırımı’nı kaçımız tam anlamıyla biliyoruz?
Bu konuda okullarımızda Tarih dersinde kaç ünite okutuluyor?
Kaç film çekildi ?
Balkan Harbi’nde yaşanılan Türk Soykırımı ile ilgili bilindik ayrıntılı bir belgeselimiz bile yok.
Bugüne kadar sadece Zülfü LİVANELİ’nin “VEDA” filminde çok kısa da olsa Türklerin Balkanlar’da uğradığı Soykırım’dan söz ediliyor.
Zülfü Livaneli, “Veda” filminin bir sahnesinde Atatürk’ün, annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule Hanım’ı ve Balkanlardan gelen Türk göçmenleri cami avlusunda bitkin bir halde buluşunu canlandırmışlardı.
Mustafa Kemal Paşa , cami avlusunda annesini ve kız kardeşini buluyor.
Sadece o sahne var..
Başka yok!
Ödüllü onlarca yönetmenimiz var.
Yönetmenlerimiz ve filmcilerimiz bu konuda Türk tarihinin acı dolu zamanlarını ” kayda geçsin” diye haydiii kamera der mi ?
Ben dileğimi yazayım , belki bir yerlerden cılız sesimi duyan olur.
Gelecek kuşaklara , gerçekler anlatılarak tarihimizin görsel kaydı tutulur.
YÜZBAŞI SELAHATTİN’İN ROMANI / Yazan İLHAN SELÇUK.
Cilt: 1 , Sayfa 156.
Yüzbaşı Selahattin anlatıyor:
“Sabahleyin yola düzüldüm. Ahlat Kaim-i Makamından kılavuz olarak bir jandarma eri aldım. Böylece kafilemiz dört kişi olmuştu. Yolu yarılamıştık ki 20-30 süvarinin dağdan indiğini gördük. Derhal yere atlayarak kendimizi gizledik. Süvarilerin ardında araba, kadın ve eşya görünce gelenlerin bir muhacir kafilesi olduğunu anladık. Ama bu kadar temiz kılıklı insanların bu çevrede bulunmasına şaşırmıştık. Nihayet yaklaştılar. Karşılaştık. Bunlar, o civarda oturan Çerkesler’miş, savaştan ve Ermenilerden korktukları için Nazik Gölü (Nazik Gölü, Van Gölü’nün 20 kilometre batısında küçük bir göldür) dolaylarındaki köylerine gidiyorlarmış. Yolumuz birleşiyordu. Bunun üzerine kılavuz jandarmayı geri çevirdim, hep beraber yürüdük.
Çerkesler çok temiz giysiler içindeydiler. Hatta İstanbul sokaklarında dolaşabilecek kıyafetlere sahiptiler. Atları arabaları tertemizdi.
Çerkes kafilesi de Rus ve Ermeni saldırısına karşı aldığı savunma düzeninde yürüyordu. Benim yanlarında bulunuşum morallerini yükseltmişti.”
AİLEMİZİN ÇERKESLERİ
Ailemizin Kafkasya doğumlu olan tek kişisi babaannem, Fatma Zehra Köseley’in dedesi “Cura Can” . Kafkasya’dan 1864 yılında, büyük sürgünün başladığı yıl ayrılıyorlar. Balıkesir/Manyas Hacıyakup Köyü’ne gelişleri 1865 . Bir yıl sürüyor zorlu yolculukları.
Kökenimiz, Çerkeslerin Ubıh boyundan.
Babaannem Fatma Zehra’nın dedesinin nüfus kaydı. Büyük dedemizin adının ” Jura ” olduğu söylense de, Nüfus kaydında “Cura” olarak geçiyor.
Geniş ailemizde Ubıhça bilen çok az kaldı. Rahmetli babam, “anlıyorum ama, konuşamıyorum” derdi. Biz kardeşler birkaç sözcük dışında Ubıhça bilmiyoruz.
Çerkesler, yıllardır bu ülkenin “cici çocuğu” olmuşlar.
Kurtuluş savaşında bu topraklar için can vermişler.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ile Amasya Genelgesi’ne imza koyanlar Çerkesler.
İlk Başbakan Rauf ORBAY, Çerkes.
İlk Dışişleri Bakanı Bekir Sami KUNDUK, Çerkes.
İlk dünya güzelimiz Keriman HALİS ECE, Çerkes.
Sinemamızın Sultanı, Türkan ŞORAY, Çerkes.
Ediz Hun, Çerkes.
Ünlü güreşçilerimiz Yaşar DOĞU ve Gazanfer BİLGE, Çerkes.
Çoğunluğu dillerini unutmuşlar .
Ubıh torunu olarak, bizlerin de Ubıhça öğrenmek için bir çabamız da olmadı. Atalarımızı anarken içimizde bir sızı duyduğumuz doğrudur.
Geldiğimiz bu son noktada, kültürümüzün en can alıcı yanı , üçüncü kuşak olarak Babaannemizin ana dilini bilmiyoruz.
Babam annesini 9 yaşında , çok genç bir yaşta yitirdiği için bu konuda bizlerin şansı kaybolmuş..
Ana dili bu. Ana ölünce geriye ne kalıyor ?
Dedemiz Kalmuk (Kumuk) Türklerinden. Eşinden birkaç sözcük dışında aklında kalan olmamış.
Şimdi tüm bu olanlardan sonra, geriye ne kaldığına insanca bakmak gerekiyor.
Kör topal süren ilişkilerden arda kalanları tespit etmek zor görünüyor.
Ülkemizde , şu ana kadar “Çerkes” denildiğinde sadece “güzel Çerkes kızları” ve ” Çerkes oyunlarımız” anımsanıyor.
Yalan mı ?
Çerkes halklarının yaşadığı o SOYKIRIM dünya kamuoyunda tam anlamıyla bilinmeden bu günlere geldik.
Her 21 Mayıs günü ÇERKESLER , sürgünde yitirdiği atalarını anarlar..
NART ateşleri yakarlar.
Ritüele uygun olarak kendi kültürlerinin danslarını yaparlar.
Anadolu’ya geldiğimizden bu yana bizler aile olarak Çerkesler adına bir şey yapmadık..
Bu HAYNAPA da bizlerin olsun!..
*Haynapa: (Ayıp)
Bu yazıyı yazarken hiç ırkçı bir düşünceyle yazmadım. İnsan olmak, insan kalmak en güzelidir bilirim..
Her zaman söylerim ve yazarım..
“ANNEANNEM YÖRÜK, BABAANNEM ÇERKES, BEN HERKES..”
Tarihimizi hatırlattınız.Sagolun