Eğitimci, gazeteci, yazar ve siyasetçi Cemil Yavuz, Kafekültür Yayınları tarafından yayımlanan Cumhuriyetin Kalbinden Vurulduğu Yer adlı yeni kitabında, Cumhuriyet Devrimi’nin önemli adımlarından “Köy Enstitüleri” ile “Toprak Reformu”nu irdeliyor ve karşıdevrimin ataklarıyla ülkemizin kaderinin evrildiği noktayı inceliyor. Cemil Yavuz’la, Cumhuriyetin Kalbinden Vurulduğu Yer’i konuştuk.
– Mesleki anlamda bu ilk kitabınız: Cumhuriyetin Kalbinden Vurulduğu Yer. Haklı olarak okurlarımız da bu güzel adlı eserin yazarını daha yakından tanımak isteyeceklerdir ne dersiniz?
Kitabın adındaki o etkili destansı şiirsellik, somut bir toplumsal tarihi gerçekliğin ürünü olarak gelişti.
Geç bulup, çabuk kaybetmenin yazıklanmalı bir ifadesi. Doğrusu, benim için de etkileyici oldu.
Soruya gelince; elbette yazarı tanıma, bilme isteği, okurun en doğal hakkıdır. Çünkü okurlar çoğu kez kitapla yazar arasında doğrudan bir bağ kurarlar. Kitapla yazarın verili kimliği arasında bir illiyet bağı, bir denge hatta orantı kurarlar. Yazara, elindeki kitabı kolay kavraması noktasından bakar. Kısaca okur, yazarla kitap arasında bir ilişki arar. Bu ilişkiyi bulduğu ya da kurduğu anda kitapla arasındaki mesafe kalkar, kitabı kavrama süreci başlar.
Ben her şeyden önce bir eğitimciyim. Buna özellikle vurgu yapıyorum, çünkü bunu öğretmenliğin eylemli olarak sürdürülmesinden sonraki entelektüel boyutunu tanımlamak için kullanıyorum.
Alanım dil yani Türkçe ve yazın (edebiyat). Babam, Türkiye’nin ilk eğitmenlerindendir. Abim de etkili bir dil, Türkçe, edebiyat(yazın) öğretmeni, eğitimcisidir. Eşim de Türk dili ve edebiyatı öğretmenliğinden sonra sosyolog olarak aile danışmanlığını sürdürmektedir. Tek çocuğumuz olan oğlumuz da arabulucu avukat olarak devam etmektedir. Yaşamımız Kazdağları eteklerinde, Zeytinlili bir Edremitli olarak sürmektedir.
78’li olarak kişisel tarihim, ilk gençlik yıllarımdan başlayarak oldukça keskin bir toplumsal siyasal duyarlılıkla süregeldi ve aynı ivmeyle de sürmektedir. Bunun itici gücü de eş zamanlı olarak hep okumak ve yazmaktır.
Bu süreç, eylemli duyarlılığı beslerken, eylemli duyarlılık da yine okumayı ve yazmayı besledi. Bir yandan da bunun ağır bedelleri elbette ödetildi. 78’ler zaten yaygın olarak en ağır bedelleri ödedi. Yurt ve dünya sorunları, yaşam, insanlık değerleri çizgisinde yürünenin yarattığı birikim ve sorumluluk bilinci, daha çok okumaya ve de yazmaya yöneltti.
15 yıldan bu yana, bölgesel birden çok gazetede yazı ve yazmaktayım. Uzun süre farklı gazetelere haftada altı yazarak devam ettim. Şimdilerde üçe inmiş durumda.
KTÜ Fatih Eğitim(Enst.) Fak ve And. Ün.Eğt.Fak.Türk Dili ve Ed. öğrenimli olarak başladığım öğretmenliği, Burhaniye Lisesi, Edremit Lisesi ve en son olarak da Edremit Anadolu Lisesi Müdürlüğü’nü sürdürürken, mevcut iktidarın dayatması sonucunda Namık Kemal’in dediği gibi “İzzet i ikbal ile çekildik bab ı hükümetten!” Öncesinde Edremit’te eğitim sendikası yöneticiliği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni kurup beş yıl da başkanlığını yürüttüm.
Aynı zamanda da 2006’dan beri ülkenin içinde bulunduğu laik, demokratik ve özgürlükçü, sosyal hukuk devleti mücadelesi süreçlerine aktif olarak müdahilim.
“SAY ARAŞTIRMA“yı kurarak, beş yıl bölgesel olarak çeşitli alanlarda kamuoyu araştırmaları yaptık. Bir televizyonda dört yıl program yapım ve yönetim işini üstlendim. Bu süreç içinde ülkeyi ve toplumu çok yönlü olarak daha da yakından tanıdım.
Bu bağlamda ilk kitabım da “Türkiye’m Ne Oldu Sana” 2018’de yayınlandı ve bütün geliri Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne bağışlandı. 2022 Ağustosu’nda da ikinci kitabım olan “Cumhuriyetin Kalbinden Vurulduğu Yer” çıktı.
– Konusu itibariyle Köy Enstitüleri adına yaratılan ve özellikle son yıllarda artan büyük ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, bu doğru, gerçek bir gözlem ve saptama. Hem birçok alanda ya da konuda olduğu gibi bir tür “ayranın kabarması“ da denilebilir hem de ülkede uzun süren bu siyasi iktidar eliyle her alandaki gibi eğitim alanında da muazzam bir yozlaşma ve çöküş nedeniyle, ülkemiz için başarılı, sağlam bir eğitim deneyimi olan “Köy Enstitüleri“ne yönelik özlem katsayısı artarak yükselmektedir.
İktidarın varlığından başlayarak akıl dışı, bilim dışı ve çağdışı uygulamalarından bunalan kitleler, umdukları çıkış yoluna giremeyince, toplumsal ve siyasal psikolojik tepkime içine girince, erken Cumhuriyet döneminin altın çağına yönelik nostaljik bir göndermeye başvurmaktadır.
Durum böyle olunca, bu gerçekliğe karşılık gelen, başta yazılı olmak üzere görsel ve işitsel ürünler ortaya çıkmaktadır. Bunlar çoğalıp yaygınlaştıkça da kitleler bundan beslenip duyarlılıkları artmaktadır. Yani her ikisi de karşılıklı olarak birbirinden beslenerek keskinleşmektedir.
Sonuç olarak, ülkedeki siyasal negatif gerçeklikle doğrudan ilişkili bir toplumsal tutumun izahı denilebilir. Ancak buradan hareketle şunu belirtmeliyim ki “Cumhuriyetin Kalbinden Vurulduğu Yer” kitabımın bu anlamda bir “köy enstitüleri güzellemesi” olup olmadığını, değerli okuyucular, daha ilk başlarda fark etmeye başlayacaklardır. Kitabın yazarı olarak bu konuda bir ön kabul ortaya koymak da istemem, doğrusu!
– Kitabınızın temel meselesini oluşturan bu ilginç ve önemli “Köy Enstitüleri-Toprak Reformu ikizliği“ saptamasına nasıl ulaştınız?
Güzel, yerinde ve doğru soru. Einstein ilkokuldayken, okuldan her gelişinde annesi “Bugün okulda öğretmenine sorduğun en güzel soru nedir?” diye sorar. Bu bakımdan, sizinki de öyle. Eskilerde “Soru, arifliktendir” denir.
Kitabın çıkış noktası ya da temel sorunsalı adı geçen “ikizleme”ye ilişkindir. Bu da Cumhuriyetin inşası için gerekli ve zorunlu olan “eğitim modeli ve toprak düzeni” ikizlemesidir.
Feodal toprak düzeni çözülerek tasfiye edilmeden, topraksız köylü-çiftçi topraklandırılarak üretime katılmadan olmaz. Bunun için de birbirine bağlı olarak eşzamanlı yürütülecek olan “modern-ulusal-üretimci eğitim” modeli ile köyün çocukları eğitilerek köyünde öğretmen olarak, topraklandırılan köylüyü modern üretime yönlendirecektir.
Bu süreç ikizlemenin eşzamanlı yürütülmesiyle gerçekleştirilecektir. Bir olmadan, diğeri olmaz.
Bu, Atatürk’ün zihninde, kafasında çoktan şekillenmiştir. Sonuç, ne biri ne de diğeri gerçekleşmeden boğulur. İşte bugünler, o sürecin doğal ve kaçınılmaz sonucudur. Buna bağlı olarak ve buradan hareketle kitap, konusu kapsamındaki çözüm önermeleriyle, Türkiye’nin bugününe ve geleceğine ışık tutma işlevine ve özelliğine de sahiptir.
– Cumhuriyetin Kalbinden Vurulduğu Yer’in yazım aşamasını anlatır mısınız?
Türkiye’de Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı uzun bir süredir başlayıp güçlenen karşıtlık, sonunda iktidara kadar uzandı. Kuruluş ilkeleri ve hedefleri fiilen tahrip edildi. Ancak ne yazık ki Cumhuriyet bu süreçlerden geçerken neredeyse sahipsizdi. Öksüz ya da yetim çocuk gibi itilip kakılırken, yeterince sahiplenilemedi.
Devrimler, geliştirilmesi bir yana, adeta kaderine terk edildi. Ancak yerine göre bir stratejiden uzak, soyut güzellemelerle yetinildi. Hatta “toplu ayin” yapar gibi toplanılıp ruhlar dinlendirildi, vicdanlar yenilendi. Günün sonunda bütün bunlar elbet gelip geçiciydi.
İşte bu koşullardan kaynaklanan duyarlılık ve sorumluluk bilinciyle hareket edip “Ne yapmalı ve nasıl yap(ıl)malı?” soruları ile öncelikle Cumhuriyeti yeniden anlamaya ve kavramaya yöneldim.
Çıkış noktasını burada elde ettim.
Uzun araştırmalar sonucunda Cumhuriyetin “nerede vurulduğunu” irdeledim ve “kalbinden vurulduğu yere” geldim! Tümdengelim işlemiyle de ilerilere doğru gittim. Cumhuriyetin kaderi, tam bir Kırmızı Pazartesi’ydi. Cinayeti kör bir kayıkçı görebilmişti! Kapsamlı bir yakın geçmiş analiziyle, ilgili kaynaklar taraması ile yazma aşamasına gelindi.
– Edremitli bir yazar, eğitimci ve siyasetçi olarak hem bölgenizde hem de ulusal yazar kimliğinizde bu eserin yeri nedir size göre?
Her şeyden önce taşra aydınının dramını yaşamanın gerçekliği içinde olmak var. Bir eserin hayat bulmasının itici güçlerinden birisi de yazıldığı toplumsal, siyasal, kültürel ve günlük doğal iklimdir. Her biri birer etkileşim gerekçesi ya da nedenidir.
Bazen yerel olanın öne çıktığı olur, bazen eğitimci kimliğim, çoğu kez de siyasetçi yanım. Ancak beni hiç bırakmayan, benim de hiç bırakamadığım eğitimci kimliğimdir. Fakat her durumda o dram devrededir.
Bir yazar olarak yerelde fazla tanınır, bilinir olmak, insan egosu için belki iyi gibidir ancak yanı sıra hem çoraklık hatta hem de her şeyden bir parça ve de her şeyin bir parçası olmayı da getirir. Bu bağlamda düşünsel ya da yazınsal üretimlerin ses getirmesi için beslenebileceği kaynaklar yok gibidir. Bu yüzden, yerelde debelenilir, yerelden ulusala da oldukça zorlanarak ve düşe kalka gidilir.
Yerelde eser vermenin yeri, her gün sokakta selam alıp vermek gibidir. Belki de eşdeğerdir. Bu ağır çekim ikliminden ulusala uzanmak ise çay kıyısındaki çakıl taşını büyük bir hızla suya fırlatınca, hızının bir anda kesilip yavaşça dibe doğru inmesi ve üzerinden uzun zaman seller sular akıp geçtikten sonra biçimlenip cilalanması gibidir.
Siyaset, doğal olarak bir rekabet alanıdır. Bu alanın içinde her artı, başkalarına eksi gibi gelir. Bu yüzden siyasetin de diyalektiği geçerlidir. Karşıtların biraradalığı ve mücadelesi geçerlidir.
Siyasette rol üstlenen veya üstlenmek isteyen profiller, adeta bir mekanik makine gibidir. İlişkiler de böyledir. Bu böyle bir iştir. Orada her şey mutlaka kazanmak üzerinedir ve bunun için her şey geçerlidir. Nitelik değil, nicelik üzerinedir. Süreç odaklı değil, sonuç odaklıdır.
Sonuç olarak bu kitap, eğitimci kimliğimde beklenenin gerçekleşmesidir. Uzun süredir kafamda yerleşip kımıldayan bir organizmanın dışarı çıkıp hayat bulmasıdır. Bir problematiğin çözüme kavuşmasıdır. Böylece, doğru bilinen birtakım yanlışların ya da yanlış bilinen birtakım doğruların berraklaşmış olmasıdır. Ülkemizdeki aydınlanmacıların önüne yeni bir pencere açılmış olmasıdır.
– Yeni projeleriniz neler?
Yaşam bir nehir, akar ha akar. Bu durmayan akışın neresinde, hangi noktasında durulacağını kestirebilmek önemlidir. İsabetli olabilmek de gerekir. Elbet biraz da şans etkilidir. Bu süreçte zihnimde şekillenen de daha çok bir romana benzemektedir ya da öyle görünmektedir, denilebilir.
Bir de derinliklerimde hep şiir gizlidir. Şiirin bendeki karşılığı da yüksektir. Arada bir denediklerim olur. Arşivim, geçmişten beri yazıp yazıp bir tarafa attıklarımla doludur. Onlar kim bilir ne zaman kana cana bürünür?
Röportaj: Halil GÖKHAN