Çaresizliği, nasıl tanımlarsınız?
Dipsiz, karanlık, kör kuyularda olmak diyebilir miyiz?
Çıkmaz sokaklar?
Çıkışı bulunamayan labirentler?
Çözümlenemeyen düğümler?
Çaresizce çaresizliği tanımaya, açıklamaya çalışmak…
Her çaresizlik aynı mıdır?
Yoksa bazen yaşadığımız küçük tümsekleri hayatımızda çaresizlik olarak mı görüyoruz?
Ya da çaresizliği öğreniyor muyuz?
Her birimizin hayatında farklı çaresizlik tanımları bulunaktadır. Çaresiz olduğumuzu nasıl anlıyoruz?
Ya da Şems’in dediği gibi; “Çaresizlik nedir bilir misin? Kalbin kanatlanıp gittiği yere, bedenin gidememesidir. “
Yaşadığımız bir sorun karşısında çözüm bulamamamız çaresizlik midir?
Ya o sorunun bir çözümü var ise ve biz bilmiyorsak, yaşadığımız çevre öğrendiğimiz bilgiler bize sorunun çaresiz olduğunu söylüyor ise veya başka bir açıdan baktığımızda aslında karşımızdaki bir sorun değil de bir fırsat ise….
Anadolu coğrafyası, dünyanın kültürel olarak en kadim ve en zengin coğrafyası, bu kültürel zenginliğin getirdiği büyük ve güçlü bir birliktelik bulunmaktadır.
Bu kültür denizi de çaresizliğimizin güçlü bir pekiştiricisi olabilir. Anadolu’da kaderine razı olmak diye bir deyim vardır. Rıza göstermek, başına geleni kabullenmek, az ile yetinmek, çoktan sakınmak…
Nasıl denir, az verip aratmasın, çok verip azdırmasın…
Hep bir kabulleniş içinde olmayı gerektirir, Anadolu da yaşamak. Sabretmeyi, acıdan beslenmeyi başımıza gelecekler hep kötüdür, ya da kötü olabilir. Genel olarak tüm yorumlarımız karamsarlık üzerinedir.
Mesela iyi bir şey yaşadığında paylaşmamayı tercih eder Anadolu insanı ya arkasından kötü gelir ise, ya nazara gelir ise…
Biz bu kültürel yapıdan beslenerek çaresizliği öğreniyor isek, yaşadığımız coğrafyada hayat hep zor olmuş, yeni nesillere aktarırken de hayatı zor mücadele edilmesi gereken bir süreç olarak aktarıyorsak.
Tüm bunlardan yola çıkarsak, kültürel olarak aktardığımız değerlerden biri de sanırım çaresizlik…
Kültürümüzde çaresizliğe karşı meydan okuyan çok kahraman olmasına rağmen yine de aktardığımız nokta çaresizlik oluyor.
Terbiye dediğimiz beşikte ağlayan bebeği öcülerle korkutmak, ağlayan çocuğu masallardaki canavarlarla korkutmak, mızmızlanan çocuğu güvenlik güçlerine teslim etmek ile korkutmak, saygı göstermeyeni cehennem ateşi ile korkutmak.
Bu eğitimi bilmeyişimizin ve nesiller için anlamını kavrayamamamızın çaresizliği midir?
Fillerin eğitimi ile ilgili birçok anekdot okumuşsunuzdur. Filler daha yavru iken sahibine bağlanması için bir ayağından zincir ile bir ağaca bağlanır. Küçük fil her gitmek istediğinde ayağındaki zincir gidişini engeller, çünkü ağacı sökemeyecek kadar küçüktür.
Fil büyür, artık ağacı sökebilecek kadar güçlüdür üstelik ayağında zincirde yoktur. Buna rağmen hiç bir yere gitmez. Sahibini bekler. Çünkü çaresizliği öğrenmiş, kabullenmiştir.
Peki ya büyük filler; Filler çok geniş vadilerde yaşasalar bile, her gün kullandıkları yoldan gidip gelirlermiş. Fil avcıları da, fillerin geçeceği yolu derince kazarlar, üzerini ince bir tabakayla örterler ve en önde yürüyen filin kazılan o çukura düşmesini sağlarlarmış. Fil avcıları siyah elbiseler içerisinde, yüzleri maskeli olarak gelir, çukurda çırpınan fili kırbaçla dövmeye başlarlar hayvanı iyice döverlermiş. Birkaç gün hiç yiyecek vermeyerek, fili aç bırakırlarmış. Birkaç gün sonra aynı avcılar, beyaz elbiseler içerisinde, filin sevdiği yiyeceklerle gelirler ve filin karnını doyururlar, hortumunu, yüzünü gözünü okşarlarmış, yani fili severlermiş.
Ertesi gün, aynı avcılar, yine siyah elbiseler içerisinde, yüzleri maskeli olarak gelip, fili yine kırbaçla dövmeye başlarlar, birkaç gün yine aç bırakırlarmış. Sonra yine, beyaz elbiselerle filin karnını doyururlarmış. Bu böyle fili kendilerine alıştırana, aralarında bir bağ oluşturana kadar sürüp gidermiş. Avcılar, fili kendilerine alıştırdıktan sonra çukurun önünü kazarak fili oradan çıkarırlar ve filin hortumundan tutarak, kendi fil damlarına götürürler, fili ölünceye kadar işlerinde kullanırlarmış.
Bu konuda köpek balıkları, pireler gibi birçok deney yapılmıştır. Sonuç hepsinde öğrenilmiş çaresizlik.
Hayatta var olan her şeyin iyisi ve kötüsü olduğu gibi eğitiminde iyisi ve kötüsü mevcut. Bizler genç nesilleri eğitirken, çocuklarımıza hayat yolculuklarının başında çaresizliği mi veriyoruz yoksa hayatın fırsatlarla dolu olduğunu mu sunuyoruz?
Eğitimin çocuklarımızın hayatındaki önemini, siyah maske ve pelerinlerle mi?
Ayağa takılmış zincirlerle mi? anlatıyoruz.
Madalyonun diğer yüzüne bakma cesareti gösterebilen, çaresizliğin yarattığı bir lider olarak da bilinen, çaresizliği fırsata çeviren dünyanın en önemli lideri Anadolu kültüründen, Anadolu coğrafyasından çıkan Mustafa Kemal ATATÜRK değil midir?
İşgal edilen yok olmak üzere olan bir ülke, ordu yok, silah yok, para yok ama çaresiz değil çünkü aklı var, çünkü güvendiği bir millet var, çünkü güvendiği bir iradesi var, azmi var, çalışma gücü ve gayreti var.
Misak-ı Milli kabul edilmesi İstanbul’un işgalini hazırlar, Mustafa Kemal ATATÜRK hemen bu durumu Türk Milleti adına fırsata çevirerek TBMM’yi açar.
Daha akademi yıllarında not defterine şöyle bir not alır; “cesaret gösteren ve tehlikeye atılan kazanır korkak kalp daima mağluptur.”
İşte bu sözleri hayatının her devresinde uygulamış her çaresizliği fırsat ve yarara döndüren bir kişi olmuş, Mustafa Kemal ATATÜRK.
Hayatımızdaki çaresizliği üreten bizleriz, zihnimiz düşünce yapımız, öğrendiğimiz veya deneyimlediğimiz olumsuzluklar.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün dediği gibi “Şayet bir gün çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun.”
Çaresizliğinizin çaresi, kendinize farklı açıdan, risk alarak ve cesaret ile bakabilmektir.
Kendinize cesaret ile bakabilmeniz dileğiyle…
Müzik önerisi: https://youtu.be/vn22hxepu3Q
Öneri2: https://youtu.be/Edp_pbG_CPI (Yazıya son şeklini verirken “Kelimeler ve cümleler ile bezemek sizin işiniz “ şeklinde bir mesaj ile çok değerli bir okurumdan geldi tam da uydu ne dersiniz? Müzik önerisi için çok teşekkür ederim.)