Sevgili okurlarım, merhaba.
Sizlerin de hatırlayacağı üzere, bir önceki yazıda gerek tarihi önemiyle gerek doğal güzellikleriyle hepimizin çok sevdiği Çanakkale’nin Ayvacık ilçesinin köylerini etkileyecek olan JES projesini ele aldık. Daha önceki çalışmalardan dolayı bölgenin olumsuz yönde etkilendiğine tanık olduk. Yaşadığı topraklara sahip çıkıp gelecek nesillere bırakmak isteyen köylülerimize desteğimizi bildirdik.
Şimdi de tarihi Tuzla, Dalyan, Gülpınar köyleri başta olmak üzere neredeyse yörenin tamamını etkisi altına alacak olan projenin, neden hayata geçirilmemesi gerektiğini anlatmaya devam edelim. Ülkemizin en önemli tarım merkezlerinden olan Aydın, Denizli ve Manisa’daki JES örneklerini de göz önüne alırsak bu işin başlamadan bitmesi zorunluluk.
“Şirketlerin cebi daha çok dolsun diye ne topraklarımızdan vaz geçeriz ne de bizi biz yapan değerlerden” diyor sözü Dalyan Köyü Güzelleştirme Derneği Başkanı Aptullah Şahin’e bırakıyorum. Kendisi jeotermal santrallerine niçin karşı olduklarını anlattı. İşte Şahin’in konuyu bütün yönleriyle ele alan açıklaması:
‘’Aydın, Denizli, Manisa ve yaşadığımız Çanakkale ‘ de; önce insan yaşamı için, sonra da yaşamımızın vazgeçilmezi olan tarımsal alanlarımız için tehdit oluşturan ve yapımında inat edildiğinde, geri dönüşü olmayan sonuçlar yaratacak olan jeotermal santrallere karşı verdiğimiz mücadelenin yeni bir aşamasındayız.
Çanakkale / Ayvacık ilçemizin Tuzla Köyü’nde; EGENDA, ENTHER, TUZLA JEOTERMAL ENERJİ A.Ş. VE MTA ENERJİ şirketlerinin kurduğu 4 jeotermal santrale 5.si eklenmek istenmektedir.
Bu nedenle; daha önce oldubittiye getirilen ve bazılarının da mahkeme süreci devam eden 4 jeotermal santraldan sonra 5. için, 6 Ekim tarihinde, Tuzla Köyü’nde ‘’ÇEVRE ETKİLERİ DEĞERLENDİRME ( ÇED ) ‘’ toplantısı gerçekleştirilmiş ve konu yeniden ele alınmıştır.
Çevre Şehircilik Ve İklim Bakanlığı’nın yetkilileri ile yapımcı firma temsilcilerinin, Tuzla köylüleriyle davacı olarak bizlerin katıldığı toplantıda santrallerle ilgili tüm gerçekler ele alınmıştır. Konunun ve sonuçlarının; hem bakanlık yetkililerince hem de kamuoyu tarafından anlaşılabilmesi için bazı gerçekleri yeniden anlatmakta fayda görüyoruz.
Bilindiği gibi; Türkiye tarımsal üretiminin Yüzde 24. 7′ si ilimiz Çanakkale’de gerçekleştirilmektedir.
Çanakkale ilimiz; bereketli topraklarında, 127 bin ton şeftali, 110 bin ton zeytin, 100 bin ton elma ve bunun dışında domates, buğday, çilek, kiraz, kavun, üzüm, çeltik, kapya biber, pirinç, ayçiçeği gibi ürünler yetiştirerek, ülke tarımsal üretimimize büyük katkı sağlamaktadır.
Bu yüzden; jeotermal santrallere karşıtlığımızın birincil nedeni, Çanakkale’mizin verimli topraklarında var olan tarımsal üretimin sürdürülebilirliğini sağlayabilmektir.
Elbette; hiç bir girişimciye ve hiç bir yatırıma önyargılarla karşı olmak gibi bir düşünce taşımamaktayız.
Fakat sahip olduğumuz bilimsel bilgiler ve mevcut Jeotermal santrallerle ilgili ulaşılan sonuçlar, bizleri, Tuzla Köyü’ndeki santrallerin faaliyetlerini sonlandırmak için mücadele etmeye yöneltmektedir.
Verili sonuçlara göre; 96 / 97 bin megavat ölçüsünde elektrik üretimi yapılan ülkemizde, jeotermal santraller 1613 megavat elektrik üreterek yüzde 2’lik bir paya sahiptir.
Ancak; belirttiğimiz gibi, Aydın, Manisa, Denizli ve ilimiz Çanakkale’de 30 bin megavat civarında bir jeotermal enerji potansiyeli olduğu varsayılmaktadır. Mevcut 48 jeotermal santralin ise; 35 tanesi, bereketli tarımsal üretimlerin yapıldığı, pamuk, zeytin, incir, üzüm yetiştirilen Büyük Menderes Havzası’nda yani Aydın, Denizli ve Manisa’ da bulunmaktadır.
Dolayısıyla, Tuzla Köyü’müzde bulunan Jeotermal Santrallerin henüz yeni olması nedeniyle, olumsuz sonuçlar bazı şikâyetler, bazı belirtilerle ortaya çıkıyor olsa da, Menderes Havzası’nda raporlanmış sonuçlara ulaşılmış durumdadır.
Örneğin; Büyük Menderes ‘ te doğal olarak binde 1 olması gereken bor oranı, jeotermal santrallerin kurulumundan sonra binde 50 / 60’a yükselmiştir.
Çünkü yerkürenin içinden yeryüzüne ulaşan kırık ve çatlaklardan yüzeye çıkan su, gaz ve buhardan faydalanılarak üretimi mümkün olan jeotermal enerji üretiminde, üretim sürecinde yüzeye çıkartılmış olan bor, arsenik, cıva ve hidrojen sülfür gibi gaz ve ağır metallerin salınımı yapılır.
Asla denetlenmeyen, kontrolsüz üretim yapan firmalar, maliyetlerini minimize edebilmek adına; geceleri bacalarından hidrojen sülfürü çevreye salmakta (hidrojen sülfür; üç dört günlük solunumdan sonra hissedilmez olmakta), havaya salınan hidrojen sülfür ise; 42 gün boyunca havada asılı kalmaktadır.
Rüzgârların 27 kilometre karelik bir alana dağıtabildiği hidrojen sülfürün dışında, alındıkları derinliğe reenjekte edilmesi gereken zehirli gazlar ve ağır metaller de yine maliyeti düşürme adına; çevredeki derelere ve toprağa salınmaktadır. Bundan dolayı da çevredeki sular, tarımsal alanlar ve insanlar arsenik, cıva ve bor tarafından ağır ağır zehirlenmektedir.
Ayrıca; yerkürenin kalbinden çekilen jeotermal suların, buhar ve gazların tribünlere ulaşabilmesi için döşenen borulardaki akış sırasında 100 / 150 desibel arasında bir gürültü oluşmaktadır.
İşte bu yüzden gerçekleştirilen ÇED toplantısında Tuzla köylüleri; Çevre Şehircilik Ve İklim Bakanlığı yetkililerine, Tuzla Deresi’nde balık ölümlerinin artıp balıkların yok olduğundan, koyunlarını geceleri yayan çobanların nefes almakta güçlük çektiğinden, köylerindeki doğal kaynak sularında rengin değiştiğini dile getirdi.
Bir türlü büyümeyen fidelerinden, meşhur tuz kayalıklarında suların çekildiğinden, kuruyan meyve ağaçlarından, dalındayken büzüşen zeytinlerinden, geceleri yönetmeliklere aykırı olarak evlerinin arasından geçen borularda oluşan gürültüler nedeniyle uyuyamadıklarından söz etti.
Elbette; bu şikâyetler bir başlangıçtır.
Her bir jeotermal santralin 27 kilometre karelik bir alanı etkilediği düşünülürse; bu etki, markalaşmış Çanakkale domateslerinin ve lezzetli fasulyelerin yetiştiği Tuzla Ovası’nı, mis kokulu kavunlar yetiştiren Aktaş Ovası’nı yok edecektir.
Gülpınar, Babadere, Kösede, Akçakeçili Köyü’nde ve daha birçok köyde insan yaşamını ve tarımsal üretimi, her geçen gün daha büyük zararlarla ve yok oluşlarla karşı karşıya bırakacaktır.
Kısacası; binlerce yıldır, yüzbinlerce insana ev sahipliği yapmış onlarca köydeki yaşam ve verimli topraklar gözlerimizin önünde yok olup gidecektir.
Sonuç olarak; söylenmesi gerekeni Çevre Etkileri Değerlendirme Toplantısı’nda bir çiftçi söylemiştir:
” 30 yıllık anlaşmaları olan şirketler, 30 yılın sonunda kârlarına kâr katarak buradan gittiğinde, Tuzla Ovası’nda, Aktaş Ovası’nda ve çevre köylerde yaşayanların elinde ne kalacaktır? ”
Not 1:
Diğer ülkelerde Jeotermal Enerji Santralleri, yerleşim yerlerinden 25 kilometre uzağa kurulmak zorunda.
Not 2:
Türkiye’de ise mevzuatta 5 Kilometre olan mesafe yakınlarda yapılan bir değişiklikle 3 kilometreye düşürülmüştür.
Not 3:
Tuzla Köyü’nde santraller köyün hemen bitişinde olup sistemin boruları, Tuzla Köyü’nde evlerin arasında dolaşmaktadır.
Not 4:
Yerküreden zehirli gaz, su ve buhar taşıyan boruların kopma riski vardır ve olası bir kopma kırılma anında çevreye yayılacak gazların suların ve buharların anında ölüme yol açacak sonuçları şirketlerin umurunda değildir. Şirketler sadece sistemlerinin son derece güvenilir olduğundan söz etmektedir !!!
Not 5:
Türkiye elektrik enerjisi satar haldedir. Bu yüzden bu sektörde para kazanmak isteyen şirketlerin birinci derecedeki tarımsal alanlardan ve su kaynaklarından uzak durması sağlanmalıdır.
Not 6:
Tuzla Köyü, 1. derece sit alanlarına sahiptir. Ve mevcut şirketlerden hiçbiri Anıtlar Kurulu’ndan gerekli izinleri almamıştır.
Not 7:
Kuraklık; gıda krizi ve su kıtlıkları zamanlarındayız. Bu yüzden; ekolojik dengelerimizi bozacak, su kaynaklarımızı yok edecek, tarımsal alanlarımızı çölleştirecek tüm girişimlere karşı çıkmak artık temel yurttaşlık görevlerimizdendir. (Son)
Saygılarımla
Dalyan Köyü Güzelleştirme Başkanı
Aptullah ŞAHİN