Öyle bir an içinde yaşıyoruz ki sosyal medya ayağında küresel sermaye adeta bizleri vasatlıkta eşitledi. Sosyal Medya’da doğruyu, doğru insanı, doğru bilgiyi ve sağlıklı doğru gıdayı da tartışmakta, doğruyu bulmakta öyle zor ki…
Toplumların, devletlerin sağlıklı oluşumunda önemli bir yeri olan orta sınıfın, eritilirken, kişiliksiz bir konuma sokulurken bunu yine o insan kademesinin kimliksizliğinden, bilinçsizliğinden ve ezikliğinden faydalanarak yapan küresel güçlerin kazan kazan formülü içinde girişimci ruh dediği şablonun içine bu seferde kazanmak adına bütün kirliliği başarıldığında başarı grafiği içine alarak göstermesi ve bu şekilde ödüllendirmesi ve bunun sadece bunun yani kazanma duygusunun önemli olduğu noktasında kaybedenlerin içinde geleceğini aramaya çalışan gençliğin kafasına başka bir seçeneğin olmadığı, tek seçeneğin kazanmak adına asla vazgeçmeyeceksin ilkesi olduğunu koyarak yol aldırmasıyla başlayan bu süreç artık geri döndürülemez bir noktaya doğru büyük bir hız ile gidiyor. Oysa paylaşarak ve daha küçük yaşayarak mutlu olmak elimizdeyken o daha büyük için birbirimizi ezmek, yoketmek niye bu kadar cazibe merkezi olmasının hafifliği içinde adeta yok oluyoruz, yok olmaya doğru büyük bir hız ile gidiyoruz. Herkesin kendini haklı gördüğü ve herkesin kaybedeceği bir kavga bu… Kazanmak adına kaybetmek…
İnsanın duygularını eğitemediğiniz ve bilinç oluşumunda sağlam bir iradeye dönüştüremediğiniz vakit o zaman kontrolsüz gücün ortaya çıkardığı maliyete, vahşete ve sonuçlarına katlanmak zorunda kalmakla yetinmiyorsunuz bu sonuçları önceden çözmediğiniz için sanki siz öğütlediniz gibi bir de suçlu da oluyorsunuz. İçindeki açlığın zafere dönüşeceğinin hayali içindeki insan kitlesinin seline karşı bugünlerde işin doğrusu karşı koyabilmeyi bırakın önüne durdurabilmek için bariyerler koyabilmek bile çok önemlidir.
Sıradan, vasat insanın çok önemli olduğunu düşünmesi adına bu düşüncenin ona kabul ettirilmesi ve onunda bunun için herşeyi yapması ve bunun yaşanılan toplumda değer görmesi, önümüzde duran ve çözülmesi sanıldığından çok daha zor olan bir mücadelenin açmazı içindeyiz.
Bilgisi yok, kendine saygısı yok, sevgisi yok, değer verdiği hiçbir prensibi yok, varsa yoksa olan sadece kendisinin gerekçeleri ne olursa olsun kazanma isteği ve kazandığında kendinin o haliyle kabul görmesi ve değerli olduğunun hissettirilmesi…
Sıradan insanın kavga ettiği hayali bu…
Bu hayal içinde insanın ve insanlığın çözülmesi ve yerine giderek insanın insandan kurtulmak adına ürettiği robot insan ve yapay zekanın alacağı bir süreç ve bir sona doğru hızla gidiyoruz.
Aklın aptallıkla mücadelesi…
Sağdan, soldan veya internetten, duyduğu ya da aldığı bilgiyi kendi bilgisiymiş gibi ortaya koyan ve koymanın ötesinde baskın karakter duruşuyla kendisini haklı göstermeye çalışan insan modeli ile yine gizlendiği maskenin içinden sürekli olarak sosyal medya okyanusu içine yalan yanlış hedef şaşırtan ve kitlelerin öfkesini yöneltmeye odaklanmış paylaşımlarla adeta giderek kendisinden şüphe duyan, kendisinden kaçan, korkak, içine kapanmış ve sonuçta ikinci sınıf kullanılmış insan modeli üzerinden oluşturulan aptallar ordusuyla, bireyleri, toplumları ve nihayetinde devletleri çökertecek ahlaksız ve doğru bilgiye düşman ve kendisinin bir şey olduğuna inanan kibirli insan kitlesinin varlığı ile yok olma sürecine doğru adeta son hızla gider, gibiyiz. Hiçbir şeyin değeri yok ya da değeri kalmadı. İşsizlikle, yalnızlıkla ve çaresizlikle korkutulan, korkutulurken değerinin olmadığına inandırılan ve sonuçta yaşamasının bir değeri olduğuna inanmayan ve giderek yalnızlaşan insanın çareyi intihar da bulması ve bu dünyadan sessiz sedasız ayrılması…
Günümüzün bu en trajik olayı yani intihar eylemi ne acıdır ki sayı kabarık olsa bile dikkatimizi artık çok çekmiyor.
Çünkü hepimiz korkuyoruz…
İnsan bir kez korkmaya dursun…
Önünü alamaz…
Sürekli olarak bir şeylerini feda etmeye başlar…
Feda edecek bir şeyi de kalmadığında kendisini feda eder.
Böyle bir kısır döngü içine girdik…
Paramız olsa da dert, olmasa da…
Çevremizde insanların olması da dert, olmaması da…
Bir işimizin olması da dert olmaması da…
Böyle bir süreç…
İnsanın kendinden ve kendisinin sebep olduğu sorunlarından kaçtığı, çözüme bir adım mesafede olmasına karşın korku nedeniyle bir araya gelmekten çekinen yığınları,
çözümsüzlüğün faturasının büyüklüğünü kontrolünde olduğu medya ile bulunduğu bu korku tüneli içine hapsedilmiş toplumları kriz masalına inandırarak hem dünyanın hem de toplumların tüketilerek yok edilmesi ve bu yok edilme süreci içinde kaybettiği sermayesini yine bu yoksul insanların cebinden alarak yoluna her seferinde güçlenerek devam etmesi ve yine bu oyunu bozmakla yükümlü olmasına karşın bu oyunu görmemekte ısrar eden ve yok edilme de sırasını bekleyen çekingen yığınların içinde yer alan ve sıra gelmedikçe kendisinin önemli olduğunu düşünen, işin doğrusu sadece kendini düşünen bireyleri…
İnsan kendini fethetmediği ya da kendi iç yolculuğunu yapmadığı sürece kendi eksikliğini kapatma adına hep bu fethetme işini dışındaki dünyada yapmayı çok sever ve başarabilmek içinde akla hayale gelmeyecek kötülüklerin peşinden gider. Belki zirveye çıkar ama o çıkış süreci içinde üstüne, ayağının altında ezilip kalan binlerce insanın kanı bulanmıştır. Ve kazandığı parasıyla bu sefer temizlenmeye çalışır. O temizlenme sırasında elde avuçta kalan birkaç değer de paranın gücüyle kirlenir, sıradanlaşır ve yok olur gider…
Vasatlığın merkezinde cahil bulunmaz. Cahile o cüreti gösterecek zemini hazırlayan her daim konunun uzmanı olmuştur. Elbette o uzman da bilgi birikimini sermayenin hizmetine sunmanın dayanılmaz hafifliği içinden nasibine düşen paracıklarıyla yaşayacağı tatlı hayatın düşü içindedir. Kim aklına getirir ki o elekten düşen zavallıları… Nihayetinde onların ellerinde onları mutlu edecek siyasallaşmış din vardır…
Konunun uzmanına sormuşlar…
“Vasatlık iktidarının merkezine uzmanı yerleştiriyorsunuz. Neden?
Deneault: Çoğu zaman uzman, demin tanımladığım anlamda vasattır. Yetersiz olduğundan değil, fakat düşüncesini onu istihdam edenlerin çıkarları uyarınca formatlıyordur. Kendilerini meşrulaştırmak için ona ücret ödeyenlerin ihtiyaç duydukları pratik ya da teorik verileri sağlar. İktidar için, aracılığıyla düzenin dayatıldığı ortalama varlıktır.
Böylelikle uzman, filan şirket, falan sanayi, vb. özel çıkar tarafından temenni edilen parametrelere kapatır kendini. Obezite üzerine bir araştırmada Coca-Cola’nın adını zikretmeyecektir, çünkü araştırmayı bu marka finanse etmiştir. İklim değişimlerinin sanayi faaliyetlerine bağlı olmadığını belirtecektir, çünkü araştırmalarını Exxon Mobil bursuyla sürdürmektedir. Uzmanların hakkından gelebilmek için, zamanının doktorlarını Hastalık Hastası’nda yerden yere vuran Molière gibi biri gerekirdi.
….
Vasatlığın iktidarı siyasî söylemi yavanlaşmaya da itmiyor mu?
Deneault: Şaşacak bir şey yok; siyasî düşünceye hükmeden ortadır, merkezdir, ortalamadır. Aralarındaki söylem farkları ufacık; farklılıklar, temellerden ziyade bir anlaşmazlık görünümüyle simgelerde. “Dengeli ölçüler”, “tam orta”, ya da “taviz”, fetişleştirilen mefhumlar. Sol-sağ eksenindeki bir noktadan ziyade, tek bir yaklaşım ve tek bir mantığın yararına bu eksenin yok oluşuna tekabül eden konumdaki aşırı merkezci siyasî düzendir bu.
Bu vasat ortamda iş bilenin dümen çevirenindir. Yöneticiler bir siyasî çizgi üzerinden seçilirler ve bir kez seçildiklerinde başka bir çizgiyi uygularlar; seçmenler yerel seçimlerden istifade ederek ulusal politikayı protesto ederler, öfkelerini dışa vurmak için Ulusal Cephe’ye (FN) oy verirler; medya ise sadece aktörlerin stratejilerine ilgi göstererek bu yoldan çıkışlara iltimas geçer. Hiçbir gelecek vizyonu yoktur, bütün siyaset oyunu burnunun ucundan ötesini göremez, sürekli onun bunun ucundan tutmaktadır.
…..
Vasatlığın iktidarına nasıl direnmeli?
Deneault: Önce sizi davet ettikleri açık sofraya oturmayacaksınız, sizi oyuna sokmak için devreye koydukları cezbedici ufak şeylere direneceksiniz. Hayır diyeceksiniz. Hayır, bu göreve gelmeyeceğim; hayır bu terfiyi kabul etmeyeceğim; şu avantajdan ya da şu ödülden imtina edeceğim, çünkü zehirli. Bu anlamda direnmek, çileye girmektir, kolay değil.
Kültüre ve entelektüel göndermelere dönmek de aynı şekilde bir gereklilik. Tekrar okumaya, düşünmeye, günümüzde hiçbir anlamları yokmuş gibi elimizin tersiyle itilen kavramların değerini vurgulamaya koyulursak; artık anlamın kalmadığı yere tekrar anlam zerk edersek, marjinal kalma pahasına, siyaseten ilerleme katedilir. Bugün bizzat dile saldırılıyor olması bir tesadüf değil. O dili tekrar kuralım.”
…..
İçinde bulunduğumuz dönemi yüzyıl öncesinden Kafka analiz etmiş…
“17. Yüzyıl, matematiğin çağıydı, 18. Yüzyıl doğa bilimlerinin, 19. Yüzyıl ise biyolojinin çağıydı. Bizimkisi, yani 20. Yüzyıl ise korkunun çağıdır. Yaşadıklarımız içimizde bir şeyi yıktı. İnsanoğlunun bir başka insanla insanlığın diliyle konuştuğu takdirde, insanca tepkiler yaratabileceğine yönelik o güven duygusu.. İnsanlar arasında sürüp giden uzun diyalog, artık kesildi. Ve diyalog yoluyla ikna edilemeyenlerin, insanda ancak KORKU uyandırması da son derece doğaldır.”
…..
İnsan, insana güvenmiyor…
Ve o güven ne acıdır ki piyasa denilen yerde ve yine onun gibi emeği ile çalışan insanın emeğinin değerinin fiyat oluşumundaki katkısının yok edilmesiyle adeta özdeşleşmiş olan o katılık içinde sıfıra kadar inmesiyle alacağını düşünme hayalindeki küçük insanın bu isteği üzerinden insanlık tarihinin tüm birikimlerinin yok edileceği bir noktaya doğru büyük bir hızla gidiyor olmamızı izlemek bugünlerde bilinçli insanların en büyük acıları…
Bilginin, doğrunun ve iyiliğin kolaycılığa alıştırılan ve kazanılacak paranın gücü üzerinden yıkılması,
Emeğin, kolaycılığına alıştırılan insanın girişimci özelliği içinde her türlü kötülüğü kazanma adına yapmanın mübah olduğu bir anlayış üzerinden değersizleştirilmesi…
Güven bir kez sarsıldı mı? Orada hiçbir değeri koruyamazsınız…
Bugün ne acıdır ki bizlerde içinde olarak bu vasatlığı yenmek adına adeta Don Kişot gibi yel değirmenleriyle savaşmak zorunda kalıyoruz.
Oysa kral, çırılçıplak…
Çocuğun gidip dokunmasına bile gerek yok…
Ve bütün insanlık şimdilik izliyor…
Sevgi ve saygılarımla…