“Büyük söz söyleme” demiş atalarımız.
Kim dinler?..
Hele siyasiler?..
Hepsi siyasal iletişim açısından örnek teşkil eder haldeler.
Tamam siyasal iletişimde abartma var, olmayan bir şeyi olmuş gibi göstermek var…
Bunlar “tribüne oynamanın” üniversitelerde okutulan siyasal iletişim dersindeki örneklerinden hayata yansıyanlar…
Lakin bizim siyasetin abartma tekniği hiç bitmiyor.
Olmayanı olmuş gibi gösterme…
Gerçek olmayan olayları gerçekmiş gibi anlatma…
Mübalağa…
Misal, sapanla Gazze’ye gitmek…
Misal, “bir gecede harf devrimi yapılınca halk cahil kaldı” türü söylemler…
Misal, İsveç’in NATO üyeliği hususunda önceden söylenenlerle bugün olup biten…
Misal, faiz olayındaki ışıltının birkaç ay sonra ortaya çıkardığı tablo ve acı fatura…
Bugün ne dersen de, bugünü kurtarıyorsan; bugün alkış alıyorsan her yol mübah ve sınırsız mı?..
E peki arşiv?..
***
Maşallah tüm siyasiler Demirel’i bilmiyoruz kaça katladılar, “dün dündür, bugün bugün”ün üstüne neler eklendi neler?..
“Büyük lokma ye büyük söz söyleme” diyoruz da büyük söz söylemekten kimsenin rahatsız olduğu yok…
Sapanla Gazze’ye gitmenin mümkün olunmadığı zaten biliniyor, sapanı bırak top tüfekle de gidemezsin orası da ayrı gerçek, ülkeye savaş bulaştırmak da istemediğine göre…
Ama popülizm ve alkış… Neler söyletiyor işte.
Peki bu sığ popülizm gerçekten yakışıyor mu?..
Harf Devrimi misal, gerçekten cahil mi bıraktı milleti yoksa Osmanlı’da okur yazar oranı yüzde 10, cehalet oranı yüzde 90 oranındayken ve Harf Devrimi sayesinde kısa bir zaman dilimi içinde okur yazarlık ikiye üçe mi katlandı?..
Hangisi?..
***
Türkiye’nin en önemli sorunu, körleme cehalettir.
Siyasi kişilikler üzerinden bireylerde bir şekilde oluşan inanç; söylenilenin doğruluğunu araştırmayı ve tartmayı, okumayı, bilgi edinmeyi ve araştırmayı gerektirmiyor.
Kimin söylediğine bakıyorsun, sevdiğinse ağzından laf çıkan; doğrudur diyorsun, alkışlıyorsun.
Siyasi arenadakiler de hitap ettikleri kesimleri böyle değerlendiriyor olsa gerek ki sürekli bir abartma halindeyiz.
Bunun sonucunda ise kitleler her durumda kutuplaştırılıyor…
Hatta kişiler üzerinden taraftargirlik farklı bir boyuta geçiyor..
Ülkenin içişleri bakanı değiştiğinde bir kesim eskisini sahipleniyor hemen, bir kesim yenisine övgüler düzüyor…
Yanlış yapan veya hatalı davrananın sorumluluğu olmadıkça ve herhangi bir kimseden hesap sorulmadıkça; devlet aklı ve devlet kuralları yok oldukça olup biteni ne edeceksiniz?..
Devletle iş yapıp piyasadan yüksek tutarda fatura kesen bakanın eşinin yaptığına karşın o bakana teşekkür edilmedi mi; ötesi var mı?..
Devlet işleyişinde bakan taraftarlığı olabilir mi yoksa bakanlık koltuğuna kim gelirse gelsin devlet idaresinde her gelen öncekinin yaptığı işlerde çıtayı daha yükseğe koymak için mi çalışmalıdır?
Her kurum açısından bunu genelleyebiliriz kuşkusuz da bu noktada da müthiş bir liyakat düşümü yaşamıyor muyuz?
Siyaset anlayışının, siyaset yapmanın değişmediği; siyasete oynamanın ve siyasetle oynamanın yarattığı tahribatı kimsenin üstüne almadığı, bunun ötesi, kimsenin gocunmadığı bu topraklarda maalesef gelecek günler de futbol amigoluğu ve futbol maçındaki taraftar sloganlarının ötesine geçemeyecek gibi.
Oysa, bulunmamız gereken nokta bu olmamalıydı kuşkusuz.