Bu yazımı yazarken , ırkçı bir yaklaşımı asla benimsemediğimi, hemen başından söyleyeyim. O kadar sıkça yazar ve kullanırım ki bu sözümü , oldukça da beğenirim hani, derim ki:
” Anneannem Yörük , babaannem Çerkes , ben herkes”
Yazımı, bu sözlerimin ışığında okumanızı isterim.
21 Mayıs 1864 yılında başladı Büyük Çerkes sürgünü. Yıl 2020 olduğuna göre 156 yıl olmuş zulmün yaşı.
Büyük sürgün hakkında dünya üzerinde cılız da olsa sesler çıkmaya başladı.
Dünya kamuoyu Güney Amerika’da İnka, Amerika’da Kızılderili ve Yahudi soykırımını bilir.
Ama Çerkes toplumunun 160 yıl önce yaşadığı bu soykırıma varan büyük sürgünü çok az kişi bilir.
1800 lü yılların başında,Rusya İmparatorluğunun karşısında; başta Osmanlı İmparatorluğu, İran, İngiltere ve bazı Avrupa devletleri Kafkasları Rusya’ya bırakmama stratejisiyle hareket etmişlerdir.
On yıllarca süren savaşlarda, Kafkas halkları, vatanlarını korumak, özgürlüklerini savunmak adına olağanüstü direniş göstermişlerdir.
Kuzeybatı Kafkasya, Dağıstan, Çeçenistan ve Abhazya’da yaşanan bu savaşlarda,Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupalı devletlerin desteğini çekmesi sonucunda yalnız kalan Kafkas Halkları, Rusya’nın büyük askeri gücü karşısında çaresiz kalmışlardır.
Rus-Kafkas savaşı 21 Mayıs 1864 ‘te Soçi yakınlarındaki KBAADA Vadisinde(şimdiki adı KRASNAYA POLYANA)
Çerkeslerin ağır yenilgisiyle biter. Böylece yüz yıla yakın süren bu savaş, Rusya’nın Kuzey Kafkasya’yı ele geçirmesiyle sonlandırıldı.
Bu savaşlarda 500 bin Kafkasyalının öldüğü biliniyor.
ÇERKESLER savaşın bitimiyle birlikte insanlık tarihinin en büyük ve en dramatik sürgününü yaşadılar.Tarihi kayıt-
lara göre bir buçuk milyona ( 1.500.000 ) yakın Çerkes Kuzey Kafkasya’daki yurtlarından sürgüne gönderildi. Başka bir deyişle, Çerkes nüfusunun %70’i sürgüne gönderildi.
Bu trajik sürgünde, TUAPSE, SOÇİ ve SOHUM gibi liman kentlerinde toplanan yüz binlerce Çerkes gemilerle Samsun, Sinop, Trabzon ve Varna gibi Osmanlı şehirlerine getirildi.
Buralardan da Osmanlı topraklarından “Anadolu’ya”, Ortadoğu’ya (Ürdün’e) ve Balkanlara dağıtıldı.
Onbinlerce Çerkes bu yollarda açlıktan, salgın hastalıklardan ve soğuktan can verdi. Zaten yaşlıların ve hastaların( bu zoraki sürgünde) gemilerden KARADENİZ’in karanlık sularına atıldığı biliniyor.
Nafiye halam ile Fitnat halam birbirlerine kızdıkları bir gün ” Moskof Gavuru” diye söverler ve buna en çok babaannem Fatma Zehra hanım tepki verir.
“Bir daha ağzınızdan duymayayım , duyarsam , ölürüm” der. Babaannemin genç ölümünden sonra , halam çok hüzünlenir. Çok ağlar.
Fitnat Halam , ” bir daha o küfürü kimseye etmedim “diye yıllar sonra ağlayarak anlatmıştı bizlere.
***
İnsanların içindeki hüzünlerin harman olduğu, göçlerin doğurduğu yıkıntılar.
Bu yıkıntıların arasından yeniden , hayata tutunmak ve yaşamak zorun zoru olmalı.
Her şeye rağmen hayata tutunmak için ev bark kurmak. Geleceğe evlat yetiştirmek. İnsan olmanın erdemleriyle , çocuklarını büyütmek. Babaannem çok zor ve kısacık yaşamının içinden bizlere ışıklı bir gelecek sunmak için çabalamış. Kızlarını ve oğullarını özenle eğitmiş , terbiye ve edeple yoğurmuş. Bize çok güzel bir baba yetiştirmiş.
Eline alıp , neşeyle çaldığı ” Çerkes mızıkası ” ile neşeli şarkılar söylemiş.
Dedemin en çok sevdiği şarkıyı çalıp söylemeyi öğrenmiş. Ama , ara sıra Türkçe sözlerini unuttuğunda , gülerek araya Çerkesce söylenişini katmış.
” Ah Alişimin kaşları kare, aman
Sen açtın sineme yare
Bulamadım derdime çare, aman
Görmedin mi ah civan Alişimi
Tuna boyunda
Ah evleri var hane hane, aman
Benleri var tane tane
Bulamadım yane yane, aman
Görmedin mi ol civan Alişimi
Tuna boyunda.. ”
***
Gürcü tarihçi Canaşia bir canlı tanığın ağzından o günleri şöyle anlatır.
“Deniz kenarında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını atıyordu. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem.”
O nedendir ki, yaşlı Çerkesler balık yerlerse, atalarını yiyecekler hissine kapılırlar. Balık yemeyi sevmezler.
***
20 Mayıs 2011 günü Gürcistan Parlementosu “21 MAYIS 1864 yılındaki yaşananların bir “soykırım” olduğunu kabul etti. Gürcistan’nın elindeki bu soykırıma ait belgeler dünya kamuoyu ile paylaşıldı. Şimdi bu belgelerin ışığında
yaşanan dramın , günümüze aktarılması gerekmektedir.
Bu konuda yapılan çalışmaların ne aşamada olduğunu bilmiyorum. Bu konuda herhangi bir araştırma da yapmadım.
Bu da benim haynapam (ayıbım) olsun.
***
Ruslar Çerkeslere ait olan Karadeniz kıyısındaki büyük Çerkes Mezarlığını talan ederek, bu mezarlığın yerine bir şehir kurarlar.
GRASNODAR adı verilen bu şehrin anlamı,” Kızıl Şehir” .
Kan üzerine kurulan şehir.
Vahşetin belgesi gibi..
***
Yıllardır bu ülkenin “cici çocuğu” olmuş Çerkesler..
Kurtuluş savaşında bu topraklar için can vermişler, şehit olmuşlar.
MUSTAFA KEMAL ile Amasya Tamimini imzalayanlar Çerkesler.
İlk Başbakan Rauf Orbay Çerkes.
İlk Dışişleri Bakanı Bekir Sami Kunduk Çerkes.
İlk dünya güzelimiz Keriman Halis Çerkes.
Ünlü sinema oyuncularımız Türkan Şoray, Ediz Hun Çerkes.
Ünlü güreşçilerimizden Yaşar Doğu, Gazanfer Bilge Çerkes.
Dillerini unutmuşlar çoğunluğu, birkaç sözcük dışında bilenler de azalıyor.
Ailemizde rahmetli halalarımın bildiği Ibıhçayı şimdi bilen yok.
Rahmetli Mihriye halama sormuştum. “Neler biliyorsun , aklında kalan sözcükleri bize öğretsene” dediğimde ;
– Ben annemi küçük kaybettim ya. O zamanlar annem bize öğretmeye çalışırdı ama , biz çok kulak vermezdik.Yalnız ben bütün küfürleri bilirim demişti.
Babam , en küçükleri olduğundan onun da pek fazla sözcük aklında kalmamıştı. Yalnız ara sıra ” aahh sinanekuşj” ( aahh annem) derdi içini çekerek. Ailemizde Ibıhça bilen kimse kalmadı.
Son Ibıhça bilen de göçüp gitti..
***
Ibıh torunu olarak , içimizde bir ince sızı duymanın ötesinde bir çabamız da olmadı.
Geldiğimiz bu son noktada, kültürümüzün ifade edildiği dilimiz bitti.
Geriye ne kaldığına insanca bakmak gerekiyor.
Kör topal süren ilişkilerden arda kalanları tespit etmek gerek diye düşünüyorum.
Ülkemizde , genel anlamda “Çerkes” dendiğinde sadece “güzel Çerkes kızları”,” yemeklerimiz” ve “oyunlarımız” ile anıldık.
Yaşanılan acı dolu sürgünün dünya üzerinde anlatılması yok denecek kadar az.
Aslında yaşanan o büyük sürgünün tarihi gerçekleri bizler tarafından çok ayrıntılı olarak bilinmeden bu günlere gelindi.
Şimdi 21 Mayıs günü bizim Çerkesler ,birlik olup sürgünde yitirdiğimiz atalarımızı anarlar.
NART ateşleri yakarlar. Kırmızı karanfilleri denize atarlar. Dualar ederler.
Ritüele uygun olarak Adigece ve Abazaca konuşmalar yapılır. Babaannem Fatma Zehra hanımın ana dili olan Ibıhça bilen de yok artık, o konuşulmaz.
Kısır düşüncelerin çevrelediği toplumsal gerçeklerin arasında yok olup giden değerlerimizden kaçı kaldı elimizde ?
Bilmiyorum !.
Bildiğim en güzel geleneğimizin kadın – erkek eşitliği ve demokrat bir aile yapısının olduğu ve yaşadığıdır.
Anadolu’ya geldiğimizden bu yana Çerkesler ve kültürleri adına pek bir şey yapmadım, yapamadık!.
Çekirdek ailemizde ,3. kuşak olarak daha farklı düşündük ve yaşadık.
Onurlu bir Türk vatandaşı olarak , yurtsever olarak , yaşamayı daha çok benimsedik.
Irkçılığı reddettik.
“Ne Mutlu Türküm Diyene” derken , hepimiz , tüm ailemiz dedemizin “Türk” kimliğini içimizde kanımızda duyduk.
Babaannemizin Çerkesliği onun genç ölümüyle birlikte unutulup gitti.
Bizler babaannemin torunları olarak , onun Çerkesce söylediği şarkılardan bir tanesini bile bilmeden bu günlere geldik. Büyük Çerkes Sürgünü konusunda , yazmadık , çizmedik, üstün körü okuduk.
Merak edip bir Ibıhça sözlük alıp birkaç sözcük öğrenmedik.
Önemsemedik..
Bu HAYNAPA da hepimize olsun..
Kalemine,yüreğine sağlık Fatma Zehra arkadaşım.Tarihe ışık tutacak bu anlamlı yazının genç kuşakların atalarını ve geçmişlerini öğrenmelerine vesile olması dileklerimle,tebriklerimi, selamlarımı iletiyorum.Çok teşekkür ederim.
Kalemine sağlık.Çoğumuz atalarımızın balkanlardan anadoluya göçü sırasında çektiği çileleri bilmiyoruz.