“Göz Masalı”, usta şair Bülent Güldal’ın en son şiir kitabı. Kitap yakın zamanda Kafe Kültür tarafından yayınlandı. Şiirlerini büyük bir beğeni ile takip ettiğim bir şair olan Güldal’ın bu eserini de okudum elbet. Değerli şairimiz insanları, doğayı ve yaşamı nesnel bir gözle dizelerine taşımış. Bir solukta okunan şiir kitabı, edebiyatseverlerin gönlünde derin izler bırakıyor. İnsana, kendisiyle ve doğa ile olan ilişkisini sorgulatıyor.
Bazen umudun sarıp sarmaladığı, bazen hüzün rüzgârları estiren dizeler ile kendi düşünce yolculuğuma çıktım. Önce kuş göğüne merhaba dedim. Ömür dediğimiz şeyin masaldan ibaret olduğunu anladım. Kış bahçelerinde küpe çiçeği topladım. Bir demet nergisi kokladım. Güzel yarınlara olan inancım tazelendi. Kumsalda dolaşırken ömrüne geciken bir sarhoş gördüm. Sırrının çözülmesini istemese de hüzünlü hikâyesini anlattı. Sokakların pasaklı kedisi de onu pür dikkat dinledi. Nasıl da sevgiyle bakıyordu. Sonra birden sanki bir tufan kopuyormuşçasına yıldızlar döküldü güz kumsalına. Yel ayaklı, nazlı kuğu beliriverdi. Başladı Sappho’nun diliyle bin dallı aşkı anlatmaya. Dedi ki : ‘’Sen bende zaman oluyorsun.’’
Esmer esintilerle Kybele, Tenedos’un bağlarından inilen kumsaldaydı. Ben Kazdağ Çiğdemi ise düş ile gerçek arasındaydım. Çok daha doğrusu okuduğum her bir dize, beni gerçeklerden uzaklaştırmaktaydı. Hem de o kadar çok uzaklaşmışım ki… Suların bittiği yerde olduğumun farkında bile değilim. Güldal’ın ömrüme ömür katan dizeleri, bu kez beni bir orman ile buluşturmuştu. İç sesini duyduğum ormanın derinliklerindeydim. Mutluydum ama hüzün bulutları da yanı başımdaydı. Öylesine derinden ve dokunaklıydı ki duyduklarım. Ölüm ile dirim arasındaki dengeyi düşünmeye başlamıştım. Düşlerin dünyasında devam eden yolculuğum, gülü solduran yanlış bahara da tanık olmuştu. Yanlış esiyordu dallarda. Bana da bin pınarlı İda’da geçen çocukluğumu hatırlatmıştı. Geri gelmeyecek o güzel günlerimi düşündükçe içim ürperiyordu. Sanki buzlar prensesiydim. Sanki arkamdaki dağlar, ölümüme ağlıyordu.
Bu kez nerede olduğumun farkındaydım. Acı sarmaşıkların bahçesindeydim. Güngörmüş zamansız mevsimdim. Kendine akan bir ırmaktım. Aşkı yaralayan korsandım. Çöle dönen su idim. Daha önce hiç düşmediğim bu haller içerisindeyken, sakalları yosun tutan bir adam bana gençliğini anlattı. Konuşmasını bitirdikten sonra benden bir bahar diledi. O an sanki dünya durmuş gibiydi. Düşlerim donmuştu. Artık bir başka düş penceresi açılmayacaktı. Ömrümün bir yıldız kayması gibi olduğunu anımsadım. Yoksa içinden yüzlerce yıl geçen eski bir ev miydi ömrüm? Tıp ki bin tanrılı İda’nın tanrıları gibi… Belki de yeni düşe uyansam sürüsünü kaybeden çoban Paris ile karşılaşırdım. Kim bilir…