O gün ABD’li ağbilerinin emriyle darbe yapanlar ne tuhaftır ki NUTUK kitabını okumamıştılar. Bugün dağıtanlar da okudu mu bilmiyorum.
Okunsaydı ve benimsenseydi bunları yaşarmıydık. Sanmıyorum.
Nutuk, özetle şunu söyler:
kendi gölgenin dışına çıkma,
ürettiğin kadar tüket,
borç yiğidin kamçısı değil teslimiyetidir,
çalışmadığın, üretmediğin ve insanını doyurmadığın ve insanca yaşatamadığın zaman unutma yeniden yaşarsın o günleri…
O nedenle; öğretmen sınıfta notu verirken adalet ülküsünden,bakkal müşterisine ürününü satarken tartısında ki hassasiyetinden, memur görevini yaparken eşitlik ve adalet ülküsünden ayrılmadan,
ve siyasetçi eliyle göreve getirilecek kişilerde bilgi, liyakat ve iş yapabilme ve yönetebilme becerileri hassasiyetle takip edilecek ve adalet ülküsüyle hareket edilecek, ilim yanında mutlaka fen ile de ilgilen ve “fen”siz bu dünyada var olmazsın bunu unutma ve yine unutma bu dünya birey olma vasfı taşıyan insanlar eliyle güzelleşecektir.
12 Eylül darbesinin rütbesi sökülen generali “Nutuk “kitabının basılarak dağıtılması emrini verir. Emrinde ki subaylardan biri olmaz der ve devam eder.
-Komutanim Nutuk kitabını okudunuz mu?
Rütbesi sökülen paşası der ki “HAYIR” okumadım.
Subayı devam eder.
-Efendim birçok kahraman komutanımıza orada ağır sözler vardır.. Paylaşamayız…
– Peki! paylaşmayın…
Nutuk kitabının özü; bağımsızlıktır, üretmektir, dengeli paylaşmaktır, ilim ve feni bir arada görmek ve çağdaş normlarla insanı yetiştirip barışı her ortamda savunmaktır ve emperyalizme karşı mazlum ülkelerle birlikte olmaktır.
12 Eylül’ü her aşamasıyla yargılamadığımız sürece bilelim ki ipin ucu bizde olmayacaktır…
İpin ucu çok önemlidir.
Onu tutan açışından…
Mücadele odur…
Mücadelemiz bu olmalıdır…
Bugün 12 Eylül’e karşı olmak ona dönük olarak en ağır ifadeleri kullanmak çok mu önemli olmalı evet çok önemli olmalıydı… İfadelerin dışında eylem bütünlüğü içinde kalarak karşı olmak şartıyla…
Eylem bütünlüğü içinde olmak noktası nedir diye düşünenler için;
12 Eylül görüneniyle bir askeri darbenin ötesinde ülkenin neoliberal politikalara teslim edildiği ve her noktasıyla Atatürkçü düşünce anlayışı ve duruşundan vazgeçildiği bir sürecin önünü açan ahlaksızlığın piyasaya hakim olacağı bir dönemin ilk ve en önemli kırılma halidir…
12 Eylül’e karşı duruşu ifade eden söylevlerle 12 Eylül bir yere gitmez. Çünkü 12 Eylül hepimizin ortak günahıdır. Orada yer alan beşibir yerdenin üzerine suçu atmak işin en kolayıdır. Kim ondan sonra bu ülkede milli ekonomiyi benimsedi ve onun için mücadele etti. Halimiz ortada… Solcuların bir kısmı önlerine sunulan küresel projeler dahilinde fiyatlarına göre yazılar yazıp bu ülkenin çocuklarının etnik siyaset üzerinden birbirini öldürmenin zemininden ülkelerini bölmeyi ve bunun üzerinden pey almayı düşündüler.. Ülkücüler en azından bu süreçte merhum Türkeş ideali para ile satanları içlerinden atarak kendini ve inananlarını korumaya çalıştı. 12 Eylül’ün dayattığı Türk-İslam sentezine karşı çıktı.
Derdimiz arabayı, binayı ve kumbaranın güzelini almak üçgeni içine sıkıştırılmış bir zemin oldu. Böyle bir zeminin dışında kalabilen insan sayımız o kadar az ki..
Koca CHP bile o saray yavrusu genel merkez binasını yapabilmek için iki seçimi para harcamadan geçirdi. Seçime ve parti örgütüne para harcasaydı ne olurdu… Bunu düşünen oldu mu bilmiyorum.
12 Eylül sürecinden sonra ayakta kalanların çoğunluğu bu ülkenin nimetlerinden nasıl faydalanıp kendim yerim derdine düşünce ülkenin belkemiği kırılmış oldu… Birlikte elele tutuşup halay çekemeyenlerin efeliği ancak yeni efe ortaya çıkana kadardır… Yazık bu süreçte yolda ziyanlara…
12 Eylül’de ziyan edilen ülke insanının ziyan işlemi halen devam ediyor…
Karşı olmak, karşıyız demek bir şey ifade etmiyor.
Bugün ailen için, bulunduğun toplum için ve ülken için neler yaptın karşılık beklemeden bunu becerebildiysen bu bile önemlidir ve devrimci bir çıkıştır.
12 Eylül ilk tokadı Ziraat Mühendisliğine ve TOPRAK-SU teşkilatına attı. Toprak-su teşkilatı kapatıldı ve ziraat mühendisliği hızla değersizleştirildi. Ziraat liseleri kapatıldı. Çünkü köylünün sahipsiz kalması gerekiyordu. Devletimiz köylere öğretmen gönderemese de ziraat mühendisleri bu konuda çok önemli çalışmalar yapıyor ve sohbet toplantılarında bilgilendirici konuşuyorlardı. TOPRAK-SU ise bir efsaneydi, ağbilerimiz, ablalarımız ülkenin dağını taşını yalnız başına dolaşıyor ve sidik kadar da olsa o suyu köylünün arazisine getiriyordu. 12 Eylül ve 24 Ocak kararları ilk olarak bu kuruma tokatı attı ve yine ziraat mühendisliğini bölümlere bölerek işlevsiz hale getirdi. Yani benim bakış açımla inovasyon denen proje bir zehirdir, öyle bir zehir ki ilk bakışta sizi öyle etkiler ki bundan kaçamazsınız. Çünkü bütünü değil bütünün bir parçasını bilirsiniz ve karşılığında robot gibi bir üretimin makine dişlisi olursunuz ve içine girdiğiniz de artık insanı vasıflarınızın öldüğünü görürsünüz artık robot olmuşsunuzdur. Oysa ziraat mühendisi bütünü çok iyi bilmek zorundadır, sonra bütün içinden bir parçaya yönelebilir ama yönelirken de bütünü bozmamaya çalışır. Bugün bu saldırı doktorlar için geçerlidir. Velhasıl ziraat mühendisleri bütünü öğrenmeden mezun ettirilmiş ve yine ziraat liseleri de kapatılmış olmasıyla ara eleman da ortadan kaldırılmış ve sonuçta bu ülkenin ziraat gibi temel konusu kalifiyeli insan kitlesinden mahrum bırakılmıştır. Daha dün yokluklar içindeyken kendini doyurabilen bir ülke bugün tohumunu dışarıdan almakta, gübre konusunda tamamıyla dışarıya bağımlı hale gelmiş ve yine pazar ekonomisiyle yabancı ülkenin zirai ürün malları ülkede düşük dolar kuru nedeniyle ucuza satılırken ülke milyonlarca dekar arazisini sulamaya açmışken düşük üretim nedeniyle bugün bir kriz olsa çok büyük zorluk yaşaması en acı gerçeğimizdir.
Temennim ve arzum mesleğimin ve üreticinin, küçük üreticinin ve tarımın yeniden hak ettiği yere gelmesidir.. Ülke toprağının ve su kaynaklarının korunması ve sahip çıkılmasıdır.
12 Eylül’ün bu ülkeye çok büyük olumsuzlukları oldu. Bugünler de şöyle bir analiz yaptığımda görüyorum ki en büyük ihanet, aşk üzerinden yapılmış. Aşkı bilmeyen çocuklar, gençler yetiştirmişiz. Soru çözsün, şurasını bitirsin, hayata şuradan başlasın diyerek özendirilen çocukların büyük çoğunluğu belki bir yerlerde üst görevlere gelmiş oldular ama kendilerini tanımaktan kaçındıklarından kendi yaşamlarını yönetemediler.
Bir insanı insan yapan en önemli yanı aşkı bilmesi ve yaşamı aşk ile yaşama becerisini gösterebilmesidir. Aşkın tanımı öyle büyüktür ki içine sadece iki karşıt cinsin ilişkisini sığdırmaya çalışırsanız sonuçta aşkta ziyan olur gider…
İnsanı insan yapan nokta kendisine duyduğu saygıdır. Kendisiyle hesaplaşmasıdır. Kendi iç yolculuğunu yapabilmesidir. Bu yolculuk onu adına mutluluk denilen yada huzur denilen durağa getirecektir. Kendisiyle barışık olmayan insanın, insanoğluna yapacağı tahribatın büyüklüğünü hesaplayabilmemiz mümkün değildir. Çocuk dediğimiz güzellik aşkın sonucu dünyaya gelse, aşk ile büyütülse dünyada kötülükler bu kadar değer kazanır mıydı bilmiyorum…
İnsanoğlunun diğer insanoğlunu yönetme arzusu, yaşamında söz sahibi olma isteği öyle güçlü ki bundan asla vazgeçmiyor. Bir vazgeçebilse…
Çocuğunun yaşamını yaşadığı sürece kontrol etme konusunda ebeveynlerin isteği bir son bulsa, iş yerinde çalışırken çalışanların yaşamını dört bir koldan kontrol etmeden bir vazgeçilse,
insanların özgürce yaşamalarının önüne set çekilmese, yaşamlarını diğerinin yaşam alanına müdahale etmediği sürece yaşamalarının önü açılsa, devlet denilen ana organın ana görevi özgürlük, emek ve sevgi ile sınırlı kalsa, ama olmuyor…
Erkek, kadına baskın olmak istiyor,
Aile, çocuğuna baskın olmak istiyor,
Patron çalışanına baskın olmak istiyor,
Komutan, askerine baskın olmak istiyor,
İmam, cemaate baskın olmak istiyor.
Düşünce, inananlarına baskın olmak istiyor.
Bu böyle gider…
Rus devriminde karşıt devrimin mücadelesini anlatan “AMİRAL” isimli filmin son sahnesinde birbirini kıyasıya öldüren yoldaşların askerleriyle ve yine milliyetçilerin askerlerinin savaş meydanında kalan cenazelerini bunları şimdi nasıl ayırt edip ayrı ayrı gömeceğiz dediğinde biri, diğeri hepsi Allahın çocukları, onun huzurunda ayrı gayrı olmaz, hepsini aynı yere gömeceğiz, sözünü izlediğinizde ne düşünmüştünüz bilmiyorum… İnsan olmak, insan kalabilmek bu dünya da öyle zor ki..
Bir yerde bir hata var…
“Kendini bil” diyen bir kültürün çocukları kendinden korkuyor.
Kendimiz olmak istemiyoruz…
Hep bir yere bağlanmak ya da biat etmek istiyoruz…
Sonuçta kendinden korkan insanların yönettiği bu dünyada kısır bir döngü içinde yaşıyoruz…
12 Eylül böyle bir yapının ortaya çıkmasından birinci derece sorumludur.
12 Eylül sürecini yargılamadan ülkenin önünü açamayız. Fetö olayının önünü açan, üniversitelere YÖK ve türban yasağı getirerek ülkeyi boğan, sendikalar ve partiler ve seçim kanununu değiştirerek örgütlenmenin önünü tıkayan, lider ve tek parti sürecinin önünü açan, Diyarbakır cezaevlerinde işkence ile adeta gelsin diye PKK’nın yaratılmasına zemin hazırlayan, özelleştirme ile ülke kaynaklarının yok edilmesine zemin sağlayan, ordunun saygınlığını bitiren bu ülkenin başına gelmiş en kötü projedir.
Saygılarımla…