Geçen yazımda su ve sevginin yaşamını kalın çizgilerle ifade etmeye çalıştım.
Erenler; “ Çok para, ya binaya, ya da zinaya gider“ diyerek sözü kesip atmışlar.
Anadolu’muzunun kültürel, ekonomik ve tarihi zenginliğinin; bugün kaymağını yiyenler, geçmişin acılarının üstüne kül serperek, her şeyi kendilerinin yeniden yarattıklarını meydan meydan dillendirmekteler. Türk milletini kandırmayı hedef aldıklarını söyleyebilirim.
Çağımızın kavimler göçünü Ortadoğu ve Orta Asya, Afrika insanlarına yaşatanların kurdukları kumpaslara gelenler, tarih önünde yeniden sorgulanacaklarını bilmelidir.
2000 yıldır, damla damla yere düşenler, dereler, çaylar, nehirler olup taşan, “LEB İ DERYA”ya dolup coşan, Orta Asya bozkırlarını at, eşek sırtında aşan bir milletin torunlarıyız.
16’ncısının kuruluşuna gönül vererek yeni bir KURTULUŞ, bağımsızlık ve özgürlük savaşçılarının destanını yazmıştır, bu AĞUSTOS SICAĞINDA. Giydiği “ Ateşten Gömleğin” sıcaklığını göğsünde hissederek yola koyulur.
Özgürlük, bağımsızlık meşalesini göğsünden aldığı şarapnelle, baş üstünde taşıyanlar; görev ve sorumluluklarını bilerek , ateş çemberlerinin içinden atlayarak, şafakla birlikte, karşı güçlere meydan okuyanlar… Haksız işgallere, haksızlıklara, adaletsizliklere, yolsuzluk ve Anadolu işgaline ve paylaşımına göğüs gererek; namus belasına kendini ateşlere atan bir neslin torunları olmanın gururuyla yaşayanlara ne mutlu!
***
Dağlarda ateş yanıyordu,
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahlar ki şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel , rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu mavzerinin yanında
birden bire sağında onu gördü
Paşalar onun arkasındalar.
O saati sordu
Paşalar “üç”dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı
Yürüdü uçurumun başına kadar
eğildi durdu.
Bıraksalar
ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovasına atlayacaktı.”
Nazım Hikmet RAN
***
“TOPRAĞIN KARA BAĞRINDA,
SIRA DAĞLAR GİBİ DURANLAR”a sorunuz, öğreniniz bu günlere nasıl geldik?
Bu anlamda;
“BU VATAN KİMİN?
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındır,
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından
Şahlanıp köpüren ırmaklarından
Huduttan hududa gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır.
Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi çoşan,
Huduttan, hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.
İLERİ ATILIP SELLERCESİNE
Göğsünden vurulup tam ercesine
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu destan
Nehirler gazidir , dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay’ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi kuru bir ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusundan görenlerindir.”
Bu anlam ve duygular içinde; sonradan görmelerin, aykırı duygu ve düşüncelerine karşı durma borcumuz var * İ D U R A K İ *…
Su gibi aziz, toprak gibi bağışlayıcı, kabulcü, üreten ve besleyen, ateş gibi ısıtan, karanlıkları aydınlatan, her türlü baskı ve zulme göğüs geren, mis gibi kokan, yağmuru, karı, doluyu bağrında taşıyan, fırtınalar olup tüm kirlere meydan okuyan rüzgarlar, rüzgarlar neredesiniz?
Uzun sözün kısası, dosdoğru anlatımın ustası olmak büyük erdemdir. Dünyanın saydığı Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün adının anılmasına tahammül edemeyenlere söylenecek ve yazılacak kötü sözleri kendime yakıştıramıyorum.
Ünlü Kartaca Kralı Hannibal’in savaşa giden komutanlarına ilk emridir.
“Komutansın, Alpleri aşarken ya bir yol bul! Ya bir yol aç! Yol açamıyorsan yoldan çekil!..”
Sevgi sağlık, esenlikler içinde güzel günlere,
“HEP BİRLİKTE, HEP BİRLİKTE”(Gılgameş Destanından)
Umutla kalınız.