Geçtiğimiz Cuma, Dünya Basın Özgürlüğü Günü idi.
Türkiye Gazeteciler Sendikası, bugüne özel “Basın Özgürlüğü”ne vurgu yaptığı ilanında başlık olarak iki kelimenin baş harflerini kullanarak “BÖ!” demiş.
Türkiye için isabetli bir tanımlama aslında.
Basın dedin mi “Bö!” demiş gibi oluyoruz.
Öcü gibi birşey.
Kapının arkasına saklanır ufaklık.. Sonra annesini korkutur ya: “Bööö” diye bağırarak…
Ne yazık ki özgür basının önemini günden güne yitirdiği zamanlarda basın çalışanı olmak, özgür gazetecilik yapmak da “bö” gibi bir şey…
TGS, 3 Mayıs ile ilgili aynı ilanda; “Toplumun haber alma hakkını savunan basın korkutabilir. Çünkü gerçeklerin er ya da geç açığa çıkma huyları vardır” vurgusu yapmış.
Basın özgürlüğü…
Ne çok dillendiriliyor ama dillendirilmekle basın özgürdür dememiz mümkün olmuyor kuşkusuz.
Oysa siyasiler veya daha da genelleyelim ve buna idare olarak tanımladığımız yönetenleri de katalım; basından ve eleştiriden haz etmezler ama evrensel ve aslında korkulmaması gereken bir gerçektir; demokrasiyi en çok basın korur.
Toplumdaki yanlışların düzeltilmesinde en aktif görevi basın ifa eder.
Düşünsenize, basın sadece “eleştiri” değildir, aynı zamanda fikir köşeleri ile okuldur.
Yol göstericilik sıfatı vardır.
Basını eğer bugün ülkemizde çokça örnekleri olduğu üzere “silah” olarak kullanmıyorsanız etik ilkelerin toplumda daha geniş bir yer bulması çabasında en önemli katkı sağlayıcıdır.
Birleşmiş Milletler’in aldığı kararla 1993 yılından bu yana 3 Mayıs “Dünya Basın Özgürlüğü Günü” olarak kutlanıyor.
Farklı kuruluşlar tarafından yapılan değerlendirmelere göre Türkiye’de basının hali için parlak bir görüntü çizilmediği, aksine ülkemizin basın özgürlüğü sıralamalarında geriye doğru bir gidiş içinde olduğu ortaya konuyor.
Bundaki en büyük etken “gerçekten” bağımsız gazetelerin ve yayın kuruluşlarının sayısının giderek azalması.
Genelde holdingler bünyesinde yer alan gazeteler ve bunlara bağlı yayın kuruluşları dışında salt gazetecilik yaparak yaşamını sürdürmeye çalışan gazeteler bu güçleri sayesinde “özgür basın” görevini yerine getirebilseler de sayılarının bir elin parmakları kadar az hale gelmesi kuşkusuz demokrasi kültürü açısından da geleceğe güzel bir miras bırakmıyor.
İşte Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2019 raporu:
Türkiye, 180 ülke arasında 157. sırada.
RSF endeksine göre de son 12 yılda 56 basamak düşüş yaşamış Türkiye.
180 ülke arasında 157.lik aslında basın kadar siyasileri ve yönetenleri de rahatsız etmeli.
Çünkü basındaki bu tablo Türkiye’nin uluslararası arenada imaj ve itibarıyla da birebir bağlantılı.
Basındaki her olumsuzluk ve geriye düşüş, ülkesel puanımızı da düşürüyor kabul etsek de etmesek de.
Keza, bırakın “basını özgür olan ülkeler” kategorisini….
Bir süre önce “kısmen özgür olan ülkeler” arasında bulunan Türkiye; son birkaç yıldır “basının özgür olmadığı ülkeler” kategorisinde.
Biz kendi içimizde ne kadar konuşursak konuşalım uluslararası kuruluşlar gözünde durumumuz bu.
Hele hele bir de tetikçi basın var ki Türkiye’de!..
Hedef gösteren, gösterdiği hedef sonunda bombaların atıldığı, cinayetlerin işlendiği, siyasilerin darp edildiği…
Böyle bir basını bile “özgür basın” diye savunanların olduğunu da hatırlarsak eğer…
Ne haldeyiz, aklın hangi dip noktasındayız artık görmemiz gerekiyor.
Sahi neden basamakları yukarı çıkamıyor Türkiye?..
Neden her yıl bir öncekinden daha aşağı düşüyoruz?..
Neden basın dendi mi “bööö!” denmiş gibi korkuluyor?
Basının olmadığı zamanlar ile basının özgür olmadığı zamanlar arasında pek de bir fark yok…
Basın; özgürlüğünü kaybettikçe “basın var” demek kendini kandırmaktan öte birşey değil.