Hegel’in şu sözü çok anlamlıdır. ” Kendini başka bilinçle doyuran bilinç sahibi fertler eşit olmadığı sürece savaş sürer: Savaşı sona erdirme, hürriyetine kavuşma yoludur. Ancak doğru bilinç “Ben” değil, “Biz”dir. Biz olan Ben, Ben olan Biz’dir.” Buna benzer bir sözü de Hasan Ali Yücel söylemiştir: “Benlikten sıyrılmanın en doğal yolu, biz içinde ben olmaktır. Bu kuralı beynimize kazımalıyız.”
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğunda bırakın Anadolu’nun geri kalmışlığını insanınız sağlıklı değildi. Halkınızın yüzde yetmişbeşi sıtmalıydı. Göz trahom hastalığı çok yaygındı. Verem çok yaygındı. Tifo, tifüs ve benzeri hastalıklar çok yaygındı. Frengi çok yaygındı. Düşünün evlendiğim tarih 1983… Ben o tarihte soyadı benzerliği nedeniyle frengi olmadığımı ispatlamak için bir hafta hastanede tetkiklerden geçtim ve sonunda evlenebilir raporu aldım. İmam nikahı ile evliliği ilk kez Semra Özal’ın çalışmalarında duydum. Yani resmi nikahsız olarak imam nikahı ile evlilik kurulduğu anlamında…
Bu cumhuriyet devleti 1950’ye kadar olmayan mühendisini, olmayan doktorunu, olmayan öğretmenini, olmayan kitabını, olmayan hukuk sistemini, olmayan çalışma koşullarını, olmayan yolunu, olmayan hastanesi, olmayan okur-yazarlığını yani saymakla bitmez bu olmayanlar bütün bunları “olur” yaptı. Borçlarını bitirdi. Yeni bir devlet ve yeni bir insan yarattı, yaratmaya çalıştı. Ancak bizler yani okuyan bizler, paraya sahip olmakla kendimizi neyse o kafaya taktığımız bize eziklik duygusu yaratan kesime karşı kendimizi eşitleyebilmek için vatan sevdamızı geriye ittik. Derdimiz kendimiz olduk yani gemiye kurtaran kaptan misali.. Geminin kurtarılmadığını yaşadığımız olaylarla anca anlamaya başladık. Önemli olan “biz” duygusudur. Bizler bu “biz” duygusunu oluşturamazsak dünya sahnesinden silinir gideriz. Ben bunu anlatmaya çalışıyorum. Birbirimizi anlayalım, anlamak için zorlayalım, diyorum.
Ben öğretmen babayla terzi annenin ikinci çocuğuyum. Babam tatlı aldığında bilirdik ki maaşını almış. Şayan’a niye çocuklara pelte yapmıyorsun dediğim de yaparım ama sadece sen yiyeceksin dediğinde merak etme kızlarım da bayılacak, demiştim. Yaptı, yiyemedim. Yoksulluktan yediğimiz şeyi bile dünya tatlısı sanmışız. Ancak çalışma yaşına geldiğimiz de o fakir devlet hepimize iş buldu ve bizi insan yerine koydu. Peki! ne oldu. Niye bu haldeyiz. Onu herkes kendini sorgulayarak bulacak. Ben kendi adıma bütün sınavlardan geçtim. İkizlerim doktor olup maaşlarıyla yaşamaya başladığında bana şunu söylediler. Baba sen bize nasıl baktın. Biz tek başımıza ay başını bulamıyoruz. Bu söz benim onurumdur, servetimdir. Ama bir bakıyorsun başkasına o maaşla dünyaların sahibi olmuş. Soracaksın o zaman, nasıl bu malı mülkü edindin diye… İnsan kendisini eşitlemediği sürece mücadele bitmez… Hırsızla eşitleme olmaz. Bu kadar basittir…
Hiç unutmadığım filmlerden bir tanesi Enver hocanın Arnavutluk devletinin nasıl çöktüğünü anlatan filmidir. Film köyde geçer. Enver hoca köyün yakınından geçecektir. Onun görebileceği bir yere “Yaşasın Komünizm ve Enver Hoca” yazılacaktır. Görev budur. Köyde yaşayan parti sorumlusu görev dağılımı yapar. Herkese zor görevler verilirken bir genç kıza en zor görev, yine kırklı yaşlarda bir kadına da en kolay görev verilmesi üzerine oturtulur film.. Kolay görev alan kadının rüşveti vücududur. Zorluklara direnen genç kadın ise parti sorumlusunun istediği vücudunu ona vermemek için direnir. Diyeceğim şu ki bir sistemi yıkan da yaşatan da en alttakilerdir… Onların tepkisi ve heyecanları ve mücadeleleri çok önemlidir. “Bir kişinin atacağı dev adımları değil, bin kişinin atacağı insan adımlarını özlüyorum..” Hasan Ali Yücel- Bu söz “biz” duygusunun en güzel anlatımıdır…
“Muhterem Gazi, sen yalnızca bu milletin bir kahramanı değilsin, sen bunlardan çok daha büyüksün.
Sen bu milletin bir ferdisin.
Senin birinci büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmekliğindir.” Dr Reşit Galip…
Eşitleme daha nasıl güzel olur…
“Sen bu milletin bir ferdisin”
Sevgi ve Saygılarımla… V. Yılmaz