Kelimelerin söylenişleri ile ilgili hassas olduğumu bilmeyen yoktur yakın çevremde. Doğrusunu bilmiyor olmanın hoş görüsü olabilir ancak öğrenmemek ya da ısrarla yanlışı tekrar etmek, güzel Türkçemize karşı yapılan büyük bir haksızlık.
Aslında genel olarak öğrenilmiş çaresizlik içindeyiz bu konuda ve küçük yaşlarda zihnimize yer etmiş olan yanlışları düzeltmekte zorlanıyoruz. Hatırlıyorum ilkokulda öğretmenimiz, çevre etkisi ile yanlış öğrendiğimiz kelimeleri düzeltmemiz için doğrusunu söyleyene kadar her gün tekrar ettirirdi.
Mesela; küsür, ünvan, şöför, acaip, herkez, dinazor, eşortman, tesbih, ahçı, çiflik, ezzane, fermar, karnıbahar, mütayit, pantalon, raslantı, zerafet ve ceryan, hafızamda kalanlardan bazıları.
Üzerinden yarım asır geçmesine rağmen bizim doğrusunu öğrenmeye çalıştığımız kelimelerin, günümüzde de aynı şekilde kullanılması eğitim sistemimiz açısından düşündürücü ve üzücü. Üstelik o günden bugüne kadar daha birçok kelime eklendi yanlış telaffuz edilenlerin arasına. Hatta bazen “Doğrusu hangisiydi?” diye tereddüt edip sözlüğe baktığım bile oluyor emin olmak için.
Bir de sesli harflerinin uzatılması ya da uzatılmaması gereken kelimeler ve isimler var ki bunlar yanlış telaffuz edilen kelimelerden daha da zor düzeltiliyor. Mesela; böörek, geençler, haayır, alfaabe, raakım, Haalit gibi uzatılmaması ve Apaçi, Adile, mide, katil gibi sesli harfleri uzatılması gerekenler.
Ulusal kimliğin ve birliğin oluşmasında dil önemli bir unsur ve biz bu açıdan çok şanslı bir milletiz ki kendimize özgü anadilimiz var. Aksine koruma ve geliştirme konusunda başarılı olamadığımız da aşikâr.
Kelimelerin hatalı kullanımını özellikle eğitimcilerimizden duymak beni daha çok üzüyor ve o anda “Kim bilir kaç öğrenci etkilenmiştir?” diye düşünüyorum.
Yakın zamanda, konuşmacıların çoğunluğu eğitmen olan bir etkinliğe katıldım. Farklı konularda bilgilerin paylaşılması etkinliği verimli kılmıştı ancak dikkatimi yine yanlış telaffuz edilen kelimeler çekmiş ve istemsiz olarak defterime not almıştım. “Hocamlar, meevsim, altındaaki, samırsak, peeynir, sandaliye, baayan, teemsil, piskolok, gaste ve arkolojik” gibi yanlış söylenen bir sürü kelime yine boynunu büktü üzüntüden.
Dilbilimcilerinin hayranlık duyduğu ve olağanüstü kurgulanmış ana dilimizi kendi elimizle bozuyoruz. Oktay Sinanoğlu yirmi iki yıl önce yazdığı Bye Bye Türkçe adlı kitabında, yabancı kelime ve deyimlerin dilimize yerleşmesi ile dilin yozlaşmasını eleştirmişti.
Haklıydı da. Milli kültürün ilk ve önemli unsuru olan dilimize karşı neden bu kadar ilgisiz kaldık anlamak mümkün değil.
Yoksa milleti oluşturan en önemli öğelerden dil birliğinin önemini idrak etmek için “Bir zamanlar bu ulusun dili Türkçeydi” denilmesini mi bekliyoruz?