Önceleri, dalgaların vurduğu, son noktalara kadar evler yaptık.
Ördük kıyıları,boydan boya beton duvarlarla.
Sonra; turizmi geliştireceğiz diye,
Konutlar yaptık, kestiğimiz zeytin ağaçları yerine…
Ölçüyü o kadar kaçırmış olmalıyız ki!
Baktık; sığmıyor insanlar, artık sokaklara.
Bu sefer, denizi doldurup, rekreasyon alanları yapalım dedik..
İnsanlar; yürüsün, dinlensin ve denizle buluşsun diye…
Dağlardan kopardığimiz büyük kaya parçalarını,
yığdık Altınoluk merkez sahil şeridine .
Girdik, denizin taa.. içine kadar.
Kapladık her tarafı, kaya ve beton parçaları ile…
Dikmedik sahile, bir tek ağaç bile..
Kuşlar yuva yapar, gölgesinde insanlar oturur diye…
Demir ağlarla ördük, kaya parçalarının üzerlerini.
Aslında, kötü bir niyetimiz yoktu…
İnsanlar yürüsün diye…
Sonra, kapladık onları, plastikten bir örtü ile.
Deniz bu!
Dinlemedi bizi..
Kaldırıp atıyordu, yaptığımız bu güzel hizmetimizi…
Sonra düşündük; söktük kalasları..
Geriye kaldı, kirli, paslı demir parçaları.
Her yıl sekiz ay boyunca,
seyre mecbur bırakılıyorduk, bu çirkin manzarayla.
Oysa; doğaya müdahale etmek,
Aynen, seni sevmek gibi olmalıydı.
Uyumlu, sürdürülebilir ve saygılı..
Sırtında İda dağı.
Koynunda Antandros..
Önünde pırıl pırıl mavi ege.
Karşıda ; Madra, Ayvalık adaları ve Midilli.
Altınoluk’tu, gerçekte Körfez’in İNCİSİ .
Eğer; bu güzel sahili,
nasıl çirkin yapabiliriz diye,
bir yarışma düzenlenmiş olsaydı..
İşte.. Bu proje olurdu…
BİRİNCİSİ..!..
Dursun ALTINAY