Çiğdem ÇİMEN (balikesir24saat.com)
5 Ağustos, Su ve Vicdan Nöbeti Büyük Yürüyüşü’nün yıl dönümüydü. Kirazlı Balaban’da bir araya gelen on binler Kazdağları’nı korumak ve ülkemizin dört bir yanındaki doğa talanına dur demek için yürüdü. Kazdağları Savunması, sadece o günle sınırlı değil. Devam ediyor. Kazdağları’nın hepimize ihtiyacı var.
Bu onurlu direnişin en başından beri yer alan, yaşam savunucusu sevgili Pınar Bilir ile , ‘’Su ve Vicdan Nöbeti’’ne dair her şeyi konuştuk. Kendisinin amansız mücadelesine tanık oldum. Gelin hep birlikte Her yer Kazdağları’dır diyelim. Mücadelenin bir parçası olalım.
Pınar Bilir, kimdir? Kendinizi tanıtır mısınız?
1981 doğumluyum. Liseyi 96-99 döneminde Çanakkale Milli Piyango Anadolu Lisesi’nde (Vahit Tuna) okudum. Uludağ Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü mezunuyum. İstanbul’da dış ticaret yapan bir şirkette çalıştım. İkinci üniversite olarak Açıköğretim Dış Ticaret Bölümü’nü okudum. Çanakkale’ye geri dönme umuduyla iş değişikliği yaptım. 18 Mart Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nde yüksek lisansa başladım. Şu an ortak mücadele içinde yer aldığım Prof. Dr. Murat Türkeş ve Prof. Dr. Telat Koç’un öğrencisiyim. Hocalarımla ağırlıklı olarak iklim değişikliği konusunda çalıştık. Tez aşamam uzadı. Son hakkımı, geçen yıl başladığımız nöbet ve öncesi mücadele sürecinde harcadım. İleride af çıkar sanırım. Tezimi teslim edebilirim. Evliyim ve 5 yaşında bir oğlum var. Ayrıca bir tanede 8 yaşında kedi kızım var.
Çanakkale’yi bir doğa savunucusu gözüyle bize anlatır mısınız?
Çanakkale’deki savunuculuk içerisine girmem bir proje çalışması ile oldu. Oğlum henüz bir yaşındaydı. Çanakkale’ye yerleştik. Bir işim yoktu. Zamanımı almayacak bir proje işi olunca yer aldım. Saha çalışması yaptım. Bu çalışma, çevre savunuculuğunda STK’Ların, aktivistlerin hangi noktalarda engellerle karşılaştığına dairdi. Açıkçası hem önyargısız olarak STK’ları, aktivistleri tanıma şansım oldu hem de çevresel etkileri olan projeleri tanıma şansım oldu. İkincisi elbette bir şans değil. Yerinde her birini gördüm, gözlemledim. Projenin ötesinde kendim için çok daha fazla sonuç çıktısı elde ettim.
Çalışmayı tam da Biga Yarımadası ve Balıkesir’e uzanan hat boyunca yaptım. O süreçte herkes İda Dayanışma Derneği’ne yönlendirmişti. Sonra İda’da çalışma yaparken yönlendirdikleri kadar destek görmedik.
Çanakkale çok güzel bir kent. Her şeyiyle bir bütün. Turizm ve kültür değerleri açısından gelişmesi şart. Özellikle Yunanistan ile çok güzel ilişkiler kurmalı. Bazen sokaklarında gezerken mitolojik hikâyelerin sahnelendiği yerlerin olabileceğini düşlüyorum. Çok önemli bir kent aslında. Sınırları çok açık olmalı, kültüre, müziğe, sanata. Bu anlamda çok eksik. Kendi içine çok kapanık.
Bugüne dek hangi çevre mücadelelerinde yer aldınız? Devam eden çalışmalarınız ve üstlendiğiniz görevler nelerdir?
“Anadolu’yu Vermeyeceğiz” sloganıyla HES mücadeleleri başlamıştı. O dönem İstanbul’da yaşıyordum. Mücadelenin eylem ve etkinliklerinde yer aldım. Sonrasında Gezi parkındaki mücadelede de elbette yerimizi aldık.
Çanakkale’de de 2012 yılında düzenlenen Atikhisar Kır Şenlik’inde yer almıştım. Son 4 yıldır da aktif olarak Çanakkale’de var olan çevre, yaşam savunuculuğu içindeyim. İda Dayanışma Derneği’ne üye olmuştum. İlk yıl çok aktif katılım sağlayamadım. Şirketin Kirazlı’daki sahaya müdahale etmesi ile birlikte aktif olarak mücadeleye katıldık.
Termik santrallerle ilgili çalışmalar yaptık. Köylerde çalışmalar yaptık. Diğer şehirlerde olan biteni öğrenebilmek için Ekoloji Birliği’nin oluşum hazırlığındaki ilk toplantılarına katıldım. Ancak dernek olarak birliğe katılmadık. Çünkü enerjimizi ağırlıklı olarak yaşadığımız coğrafyaya harcıyorduk. Maddi ve manevi olarak her toplantıya katılamayacağımızı düşündük.
Ayrıca kendi yerelimizde henüz birlik olamadığımız için çok gerçekçi olacağını düşünmedik. 2019 yılında Kent Konseyi Çevre Meclisi seçimleri vardı. Önceki süreçleri çok aktif olsa da son dönemde pasifti. Ancak çok aktif olması gereken ve herkesi aynı çatı altında toplayacak bir oluşumdu. Ben de derneği temsilen katıldım. Aday oldum. Güzel genç bir ekip olduk. O enerji de Su ve Vicdan Nöbeti ’ne yansıdı.
Kirazlı/Balaban neden madenci şirketler için önemli? İlk ne zaman varlıkları hissedildi? Son durum nedir?
Kazdağları’nın elbette üstü kadar altı da zengin. Bu coğrafyanın özelliği zaten. Bin Pınarlı İda’nın her kalite ve mineral değeri farklı suyu zaten bu zenginlikten. Bu sahada elbette maden vardı. Ancak o damarlar çoktan bitti. Şimdi var olan toz taneciği. Ancak 2004 yılında çıkarılan maden yasası ile şirketlere verilen tavizler toz taneciği bile olsa maliyet düşüklüğü nedeniyle yüksek kar olarak geçtiğinden herkese açık bir hal aldı. 2012 yılında ÇED toplantıları yapıldı. 2017 ‘de aktif olarak çalışmaya başladılar. 13 Ekim 2019’da işletme ruhsatı yenilenmedi. İnşaat faaliyetlerini askıya aldılar
Fazıl Say konseri ile bütün dünyanın gözü Kazdağları’na çevrildi. Bir yıldır devam eden ‘SU Ve VİCDAN NÖBETİ’ ni duymayan kalmadı. Ama çoğumuz nöbeti kimler, hangi şartlarda başlattı bilmiyoruz. Bu süreç ve nöbetin ilk günleri hakkında bizi bilgilendirir misiniz?
Haziran 2019’da, Ege Ve Marmara Çevre Belediyeler Birliği’ne bir rapor sunulmak için Kirazlı Balaban’da drone çekimi yapıldı. Bu drone görüntüleri sonrasında birlik Temmuz toplantısını konuyu gündeme getirmek adına Çanakkale’de yaptı. Öncelikle Kirazlı Balaban Tepesi’ne çıkıldı. Durum gözlendi. Orada bir açıklama oldu. Sonra şehir merkezinde 19 Temmuz 2019’da kitlesel bir basın açıklaması yapıldı. Şirkete sahayı terk etmesi için 3 günlük süre verildi. Şirket elbette sahayı terk etmedi. Bunun üzerine Çanakkale Kent Konseyi Çevre Meclisi çatısı altında ne yapılabilir diye fikir birliğine varmak adına toplantılar düzenledik.
Birkaç kişi ile saha çalışması yaptık. Nöbet tutulabilir mi, nerede olabilir diye ön çalışma yaptık. O gün maden kapısına doğru bir gidelim bakalım ne göreceğiz diye madene giden yola girdik. Gördüğümüz sahne gerçekten çok acıydı. Nasıl olsa gelen olmaz diye madene girişte Nasreddin hoca misali bir kapı vardı. İki güvenlik görevlisi vardı. Güvenlik şirketinin adı 18 Mart idi. Gerçekten inanılmazdı. Bu kadar acımasız nasıl oluyor insanoğlu.
O gün tesadüf Belediye Meclisi’nin olağanüstü toplantısı olduğunu öğrendik. İbrahim Gül öğretmenimle meclis toplantısına gittik. Bir an önce nöbete başlamak gerektiğini söyledik. Aynı gün Çevre Meclisi’nde STK’larla toplantı yaptık. Kalmalı mıyız, sabah gidip gece dönmeli miyiz diye düşündük. Kaç kişi kalmalıydık gibi konuşmalarla geçti. Kimisi bu saatten sonra neyin nöbeti dedi. Kimisi masadaki gücümüzü yetersiz buldu. En nihayetinde herkes tamam dedi.
O gün şöyle bir şey düşündüm. Bu ülkede her gün en az 7 işçi çalışırken hayatını kaybediyor. İstanbul’da adalet arayan bir grup aile çalışırken ölen yakınları için adalet nöbeti tutuyor. Başka insanlar ölmesin diye. O zaman 215 hektar alan yok oldu. Evet, ancak bu alan en az 2 bin hektar çıkacaktı. O nedenle vicdanımız sessiz kalamazdı. Su hakkımızdı. Katledilen ormana, hayvana, börtü böceğe vicdan borcumuz vardı.
Çanakkale Kent Konseyi Çevre Meclisi, çatı örgüt kabul edildi. Hem belediye ile hem STK’lar ile birebir ilişkiliydi. Bu nedenle şehirde STK’larımızı temsilen toplantılara katılacak ancak nöbet alanında her birimiz birer Yaşam Savunucusu olacağız ve hiçbir STK adını kullanmayacağız dedik. Hep birlikte önemli bir iş başardık. İlk gece 13 kişiydik. Sonra 25 olduk sonra 100 olduk sonra binler olduk. O kadar çok olduk ki ‘Heryer Kazdağları’ dedik, olduğunuz yerlerden bizlere destek olun dedik.
SU ve VİCDAN NÖBETİ Komisyonu kimlerden oluşuyor?
Su ve Vicdan Nöbeti başladığında bir koordinasyon yoktu. Karar vermiş alana çıkmıştık. Alandaki ihtiyaçlara göre yavaş yavaş orası şekillenmeye başladı. İlk önce temel 4 kuralımız olsun dedik. Siyasi propaganda yapmamak, sigara içmemek, alkol tüketmemek ve ateş yakmamak.
İhtiyaç anında aranacak iletişim numaralarımızı yazdık, astık. Sonra gelen giden ve basının ilgisi arttıkça bir koordinasyon oluşturalım dedik. Mücadelenin tarihini doğru aktarabilsin, amacımızı doğru aktarabilsin istedik. Kim kalırsa kalsın yerelden olan ve coğrafyaya hâkim, ihtiyaç durumunda nereyi arayacağını bilen kişilerden bir koordinasyon oluşturduk.
Çevre Meclisi’ni temsilen ben oldum, İda Dayanışma Derneği’ni temsilen Ekrem Akgül, Güngör Şaşmaz ve Güngör Yılmaz oldu. Çanakkale Belediye Başkan Yardımcıları Rebiye Ünüvar ve İrfan Mutluay oldu. Pir Sultan Abdal Derneği’nden aynı zamanda önceki dönemler Çevre Platformu sözcülüğü yapmış olan Filiz Tekin. Tarım Orman İş Sendikası’ndan Kamil Aru var. Atatürkçü Düşünce Derneği’nden ve şimdi dernek bünyesinde oluşturulan çevre biriminden Ege-Marmara Bölge Temsilcisi Aysun Erenalın var. Yıllardır çevre mücadelesinin içinde bulunan, Çevre Platformu sözcülüğü yapmış, Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Hicri Nalbant var. Her konuda danışmanımız olan değerli bilim insanı Prof.Dr. Murat Türkeş ve Mustafa Alptuğ Akkoca var.
Yerel mücadele olmadan Kirazlı direnişi amacına ulaşır mı?
Çanakkale halkının elbette çok daha fazla duyarlı olması bekleniyor. Yıllardır süren bir mücadele var bu topraklarda. Su ve Vicdan Nöbeti ile birlikte Kazdağları’nın tehdit altında olduğunu bilmeyen kalmadı. Çanakkale merkez halkı ve köylerdeki halk elbette bu tahribattan ilk etkilenecek insanlar olacaktır. Türkiye’nin her yanı talana açıldı. Bu nedenle daha iyi bir yer yok gidecek. Yaşadığımız coğrafyayı savunmak boynumuzun borcu. Çok değerli topraklarda yaşıyoruz. Herkes bunun kıymetini bilmeli ve farkında olmalı. Burada biz yaşıyoruz, neye ihtiyacımız olduğunu iyi biliyoruz. Yerel mücadele çok önemli. Dışarıdan destek bu mücadeleyi güçlendirir. Her bir insan elbette çok kıymetli, birlikten kuvvet doğar.
Çanakkale’de, hepimizin üzüntü ve endişeyle izlediği olaylar ilk kez yaşandı. Bu olayları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çanakkale, Türkiye Çevre Mücadeleleri tarihine geçecek bir eylemliliğe ev sahipliği yaptı. Yüz binlerce insan desteğe geldi. Uluslararası destek gören bir eylem oldu. Hiç kimsenin burnu dahi kanamadı bu süreçte. Hiçbir kolluk kuvvetinin müdahalesi olmadı. Ancak geldiğimiz süreçte maalesef ki tekrar on binler toplanır endişesi ile baskılar artmaya başladı. Çanakkale tarihinde sanırım ilk kez 7 günlük eylem yasağı konuldu. Ancak bu yasak Çevre Eylemlerinin planlandığı günlerde üstelik eylemlere saatler kala alındı. Karar çıkmadan üstelik telefonlarla bilgilendirildik. 25 Temmuz akşamı olan gözaltılar, Gelibolu’da seyahat özgürlüğü olan bir ülkede insanların alıkonulması kazanılmış mücadeleden karar vericilerin ne denli korktuğunun göstergesidir.
Önümüzdeki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok kolay bir süreç olduğunu söyleyemeyeceğim. Ekonomide yaşanan kriz ve yıllardır plansız, programsız yapılan işler, çıkarılan maden yasaları ve bu yasalarla şirketlere tanınan imtiyazlar sonucu rafa kalkan tüm projelerde tekrar tekrar stratejik plan dâhilinde su yüzüne çıkıyor. Halk tepki gösterirse tekrar rafa kalkıyor. Halkın tepkisinin sönümlenmesi bekleniyor. Süreç zor. Şu noktada bitecek demek için iktidarın demokratik bir yapıya tekrar kavuşması gerekiyor. Halkın yönetimlerde söz hakkı olması gerekiyor. Yatırım politikalarının revize edilmesi gerekiyor. Yerelden yönetimin güçlenmesi gerekiyor. Özgür ve bağımsız bir medyanın olması gerekiyor. Bağımsız ve özgür hukukçuların olması gerekiyor. Hukukun uygulanması gerekiyor. Halkın mücadeleyi bırakmaması en elle tutulur gücümüz. Bunun anayasal bir hak olduğu unutulmamalı. İtiraz hakkımızı sonuna kadar kullanmalıyız. Birlikte hareket etmek zorundayız. Birbirimizi sevmemize gerek yok ancak sonuçlarından hepimiz etkileneceksek bir arada durabilmeyi başarmalıyız.
Ülke genelindeki çevre direnişlerinde kadınlarımızı ön safhalarda görmekteyiz. Siz de Kazdağları direnişinde yer alan önemli bir isim, bir kadın, bir anne olarak, yaşam alanlarına sahip çıkmak isteyenlere neler söylersiniz?
Bir kadın ya da anne olmak konusunda çok düşünmedim açıkçası. Haksızlığın var olduğunu ve bu haksızlığa karşı durmam gerektiğine inanıyorum. Birkaç şirketin kârı için yaşamımızdan vazgeçmelerini beklemelerine tahammül edemiyorum. Elbette anne olarak oğlumun da sağlıklı bir hayat sürmesini istiyorum. Belki o büyümeden biraz daha yaşanabilir bir dünya yaratabiliriz. Ve o da tekrar mücadele etmek zorunda kalmaz diye düşünüyorum. Kadın erkek ayrımı olmadığını düşünüyorum bu mücadelelerde. Umutsuz olunmamalı, yarın yaşıyor olma umuduyla günü bitiriyorsak o zaman yarın için mücadele etmeliyiz. Biz yaşamasakta yaşamayı hak eden biri muhakkak olacaktır. Belki biraz onun işini kolaylaştırırız.
Okurlarımıza son olarak anlatmak istediğiniz başka bir konu var mı?
Böyle bir imkân sunduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Şahsım adına her zaman söylüyorum böyle bir mücadelenin parçası olmaktan onur ve gurur duyuyorum. Alnımız ak, başımız dik. Anayasal haklarımızı kullanıyoruz. Yaşamdan yana kararlar alınmasını ve uygulanmasını istiyoruz.