Bir de itiraf ediyor.
En küçük, en önemsiz noktaları bile
Birer birer, uzun uzun anlatıyor…
Gözüme dikilen o güzel gözü,
Başka biri için hissettiği aşkı anlatıyor.
Friedrich Schiller’in bu dizelerini okuduğunda bunu kaç kadının kaç erkeğe ya da kaç erkeğin kaç kadına yaptığını düşündü.
Aşkını anlatan karşı taraftakinin aşkını gerçekten bilmiyor muydu? Yoksa bile isteye canını yakmak mı istiyordu.
Selis gece vakti okuduğu kitaptan oldukça etkilenmişti. Bu düşünceler onu bir 3 Kasım akşamına götürdü. O gün uzun zamandır görüşmek isteyen Tunga’nın yazdığı not aklına geldi.
“-Ben sadece ve sadece “neyi düşünüyorum” sen biliyorsun. Seni görmek ve seninle olmak çok güzel Selis. Kısa süredir bir arada olmamıza rağmen ortak bir şeyimizin olmasından dolayı çok mutluyum. Seninle olmak güzel…
Hani Harran suya nasıl kavuşmayı beklediyse, ben de seninle olduğum zamanları yaşamayı öyle bekledim. Harran suyuna kavuştu. Ben mi? Ben özellikle bu akşamı o suyun sadece nemini alıyorum. Çok yakında içimdeki Harran suyuna kavuşmasını ümit ediyorum.
İçimdeki coşkunun büyüklüğünü umarım anlamışsındır. Bu akşam benim için Fırat’tan sadece bir damla” diye yazmıştı Tunga. (URFA Marina Kafe)
Selis, masadan kalkarken Tunga eline bir peçete tutuşturmuştu. Kulağına yavaşça masada bulunan diğerlerine hissettirmeden, “içinde senin için bir şey var.” Demişti.
İşte o peçetenin içinde yazıyordu bu sözler.
Selis o an neler hissettiğini aklından geçirdi. Eve gelip peçeteyi açtığında okudukları heyecan vericiydi. Sevilmek inanılmaz güzeldi. Birisinin senin gözlerinin içine bakması, gözlerinden duygularını anlamaya çalışması ya da kelimelerle bile anlatamadığın birçok duyguyu anlaması paha biçilemez bir histi.
Göremediğinde özlemesi bir kalbin senin içinde çarptığını bilmek, o kalbin seni küçük prensin gülü gibi en özel köşelerinde saklaması, sana bakarken gözlerinin titremesi inanılmaz güzeldi. Senin kalbin de aynı hislerle dolu ise işte o zaman aşk oluyordu. Aslında aşk olması için karşılıklı olmasına gerek yoktu. Karşılıksız olunca daha büyük oluyordu. Tunga ya bu hakkı vermeli miydi?
Selis tüm bu düşünceler üzerine kalktı, dolabına doğru yürüdü. Okuduklarının arasına koyduğu peçeteyi bir kez daha okudu. Ne demesi gerektiğini düşünüyordu. Bir ilişki isteyip istemediğini bile bilmiyordu, Selis için ilişki plan yapılması gereken bir durum değildi. İçinden gelir yaşanır diye düşündü.
Tunga ile zaman geçirmek güzeldi. Fakat birliktelik ne zaman alınması gereken bir karar olmalıydı. Bununla ilgili hiçbir fikri yoktu. Bir kadın bir adama ne zaman evet ben seninle yaşamak istiyorum derdi ki, ya da tam tersi bir adam bir kadına ne zaman bunu derdi.
Tunga dün akşam olanları düşünüyordu. Gözü telefonundaydı. Acaba Selis bir cevap yazacak mıydı?
Selis olan duygularını açıklamaya karar verdiği zamanı, öncesini, hislerini düşündü. Onu görünce içinden geçen gülümsemeyi, izlediği videoyu onunla izlemeyi hayal ettiğini, onunla yürümeyi, ona sarılmayı ama sımsıkı sarılmayı onun kokusunu içinden hiç çıkmayacak gibi derin derin çekmeyi, her zaman görmek istemeyi, görmek için bahane yaratmayı…
Göz göze geldikleri kısa anları, onun elini tutmanın nasıl bir his olduğunu, nefesini hissetmenin, onunla yürümenin, giyinirken acaba bugün giydiklerimi beğenir mi hissini daha aklından binlerce duygu ve an gelip geçiyordu. Beklemek ne zordu. Öncesinden heyecan, merak ve acaba ne der düşünceleri ile geçen zaman dün akşamdan sonra acaba nasıl dönecek ne diyecek düşüncesine döndü.
Telefonun ucunda bir cevap bekliyordu. Cevap beklerken kendisini oyalaması gerektiğinin farkındaydı. Yoksa zaman kağnı gibi ağır ağır ilerliyordu. Fırat’ın önüne kurulmuş baraj gibi sürekli olasılıklarla doluyordu.
Selis ise düşünüyordu ne yazmalıydı. Kesin bir cevap bekliyordu Tunga. Ona hiç bu göz ile bakmamıştı. Onun nazarında bir değeri bile olduğunu düşünmemişti. Hayat ne garipti başka yerlerde başka kişilerle başka durumlar yaşarken önüne beklenmedik bir durum çıkabiliyordu. Sanırım güzel olan da buydu. Hiçbir söz vermeden evet ya da hayır demeden öylesine yaşasalar olmaz mıydı? Doğada ki gibi her şey akışını bulsaydı kendi içinde dengesini bulup otursaydı. İstediği kadar böyle düşünsün mutlaka oturulup bir konuşma yapılacaktı. İnsan olmanın gereği buydu. İnsanı doğadan ayıran özellikti belki de…
İlla ki oturup konuşacaktı ama Tunga ile olan ara ara sohbetlerinde başka birine duyduğu ilgiyi sevgiyi anlatmıştı. Hem de gözlerinin içine baka baka belki de bu yüzden Friedrich Schiller’in satırları bunları aklına getirmişti.
Tunga, kendi kendine evet söyledim. Cevap verse de vermese de artık biliyor diye düşündü. İsterse hayır desin benim duygularım istemese de istediğim kadar yaşarım buna kim engel diye düşünüyordu.
Selis, içinde büyüyen bu karmaşık duyguların ağırlığını hissetti, ancak yine de belirsizlik içinde kalmayı tercih ediyordu. Her zaman ki surlarını çekiyordu. Belki de Tunga’nın hisleriyle yüzleşmek yerine, doğanın akışına bırakmanın rahatlığına sığınmak istemişti. Ama her şeyin kendiliğinden bir dengeye oturacağına duyduğu inanç, Tunga’nın gözlerindeki beklentiyle çelişiyordu.
Tunga ise düşüncelerini Selis’in ona karşı hislerinden bağımsız kılmaya çalışarak içsel bir direnişe büründü. “Söyledim,” diye düşündü kendi kendine. “Artık biliyor. Hayır desin ya da sessiz kalsın, benim hislerim bir yere gitmeyecek.”
İkisinin de aklında aynı soru vardı ama yanıtları, birbirlerinden bağımsız yollarda arıyorlardı. Belki de gerçekten, her şeyin kendi doğası içinde akması gerekiyordu.
Bu düşüncelerle her ikisi de sessiz bir bekleyişe gömüldü; hissettiklerini bir sonuca bağlamak yerine, onları yüreklerinin derinliklerinde saklamaya karar verdiler. O anlık …
Sonrasına zaman mı karar verir?
Zamanla mı karar gelir?
Kader mi?
Denir…
Müzik önerisi: https://youtu.be/1U6WY_z8Vu8