(Osman Şahin’in Bozkırda Vivaldi Öyküsü Üzerine)
“Bir yazarın, yazmasını önlemek olanaksızdır.”
Bunları Osman Şahin’in 1980 askeri darbesinden sonra görevden uzaklaştırılıp bir süre cezaevinde kalması üzerine yazmıştır. “içinde taşıdığı sayısız öykü, bu kapatılma sürecinde bir bir dirilip ak kağıtlarda yaşayacak, daha sonra da okurların dünyalarına karışacak.” diye sürdürür sözünü Oktay Akbal. Sanatının üretkenliğini aldığı ödüller yanında yattığı hapishane günleri de beslemiştir yazarın. Erdal Öz’ün Yaralısın, Havada Kar Sesi Var isimli romanlarının yazılış atmosferini hatırlayın. Ya darbe öncesi günlerin yada darbe günlerinin sonunda yaşanan süreçleri aktarmaz mı okura.
Otoritelerin gerçekçi edebiyatın okunması gereken bir kalemi olarak nitelemesi uzun yıllara dayanan bir gözleminin sonucudur. Öykülerinin büyük kısmı sinemaya uyarlanan yazarımız eleştirmenlere göre, Batı ile Doğu’nun buluşmasının duyarlı öyküsünü anlatan eserler vermiştir.
40. SANAT YILI ARMAĞANI ‘SON YÖRÜK’ kitabının arka kapak yazısında şu ifadelerin yer alması hiçte tesadüf değildir. “Öykülerinde kullandığı ilk dil yatağı Toroslardır. Bu dil, Yörük ve Türkmen dilidir.” Ne de olsa 1940 yılı Mersin Arslanköy doğumludur Osman Şahin.
Asıl konuya, Osman Şahin’in “Bozkırda Vivaldi” öyküsüne geçmeden önce, öykü nedir, nasıl olmalıdır sorularına cevap bulmaya çalışalım. Öyküde en azından bir kurgu, anlatılan eylemlerde bir ardıllık söz konusu olmalıdır. Biliyoruz ki, öykü, olayların anlatılmasıdır. En küçük boyutlu öyküyü bile oluşturabilmek birkaç olay bir araya gelmelidir. Bu olayların hepsinin arasında mantıksal bir bağ bulunması gereklidir. (Buradaki görüşler, Adam Öykü dergisinin Eylül – Ekim 1997 tarihli Kısa Öykü sayısından yola çıkılarak yazılmıştır.)
Bir yazar hakkında geçerli kanıya varabilmek için onun yapıtlarını okumak üzerlerinde düşünmek kesinlikle zorunludur diyerek Osman Şahin’in, “Bozkırda Vivaldi” isimli öyküsü üzerine düşüncelerimizi aktaralım.
Öykünün giriş cümlesinin; “Hep bir yapayalnızlık, hep bir ince üzgünlük duygusu taşırdı yüzü.” diye başlıyor olması ilk andan itibaren okuyucunun acaba daha sonrasında nelerden söz ediliyor diye meraklanmasına yol açıyor.
Müzik öğretmeni öğrencilerinin deyişiyle, Dertli Mustafa, Mustafa Kurtdemir’ in öğrencileri ve kasaba halkına kasaba istasyonu ve okul çevresinde geçen ilkleri yaşattığı bir olaylar bütünüdür bu öykü.
Asırlar öncesinden bir efsane, günümüzden bir efsane (Köy Enstitüleri) uzun öykü kısa roman diye tabir edebileceğimiz bir olaylar örgüsü ve sinema diline yakın dille aktarılmış öyküde. Öykünün katmanları arasındaki geçişkenlik ve süreğenliği yazarın,” Her insanın kendi yeli, kendi rüzgârı vardır ve isterse o yeli bir ezgiye söyleve dönüştürebilir…” sözlerini doğrular. O sadece kendi çağının rüzgarını değil. Asırlar evvelinin rüzgarını kulaklarımıza doldurur öyküde. Tam da ilk satırlarda cevabı bulmaya çalıştığımız öykü tanımda anlatılan ölçütleri taşıyan özelliktedir Bozkırda Vivaldi.
Zülküf Baba istasyon dilencisidir. Tıpkı Sümer kralının kızına aşık olunca cezalandırılan fakir salcı gibi kaval üflemektedir. Efsane boyunca epey eziyet çeker salcı, sonunda kralın adamlarından kaçıp kurtulur ama bir bataklıkta mahsur kalıp hayata tutunmak için kamışlara üfler durur. Sesini duyurup onu kurtaracak birilerini beklemektedir. Fakir salcının akıbeti bilinmez ama kör dilenci müzik öğretmeninin öngörüsü ile okula davet edilip icrayı sanat eyler.
Kimsenin değil aklına gelmesi akıllardan geçmeyen gerçekleşmiş, kör dilenci onlarca insan önünde kavalını üflemiştir. Hem de ne üfleyiştir bu. Dinleyicileri alıp asırlar evveline götüren bir rüzgardır artık o.
Anlatılanlar Aşık Veysel’in yaşadıklarını çağrıştırmıyor mu size de (Onun da Köy Enstitülerinde dersler verdiğini biliyoruz.)
Cumhuriyet aydınlanmasının simgesi Köy Enstitülerinin bulundukları yöreye ışık saçması gerçekliğinde okullardaki öğrencilerin nasıl fikri değişim gösterdiklerini en ince ayrıntısına kadar anlatılmıştır. Öğretmenlerinin beden yapısından ve ceketinin yaka cebinde taşıdığı kırmızı renkli mendile ve hatta çaldığı kemana bile kendilerince bir anlam yüklemesi yapan öğrenciler daha sonra öğretmenlerini tanıdıkça düşündüklerinde nasıl yanıldıklarını anlarlar.
Dertli Mustafa onlara ummadıkları bir final yaşatacaktır Piyano, keman ve birçok müzik aletini kusursuz çalabilen öğretmenleri artık Bozkırda bir Vivaldi’dir onların gözünde. Ama en önemlisi diğerlerinin küçümseyerek baktıkları bir insana değer verip sahip çıkmasından alacak dersler vardır kuşkusuz.
Başta dediğimiz gibi yer yer efsane çoğu zaman gerçek yaşamla bağdaşan gelgitleriyle çok katmanlı bir öykü Bozkırda Vivaldi.
Eyyüp Yıldırmış