Güre İskelesi, Kuzey Ege’nin son yıllarda en çok tercih edilen gözde mekânlarından biri haline geldi. Diğer tatil yörelerinin yazın artan nüfusu ile birlikte iğne atsan yere düşmez dedirten kalabalığından kaçanlar çok haklı. Yoğun iş temposunu, yaşadığımız ruhsuz şehirleri, kendimize göre pek çok sorunları geride bırakıyoruz. Bir gün bile olsa tatilin her anını keyifle yaşamak istiyoruz. Gelecek güzel günler için moral topluyoruz; doğadan, denizden, sevdiğimiz yerlerden, insanlardan… Umudumuzu dipdiri ayakta tutuyoruz.
Yaşadığımız yerlerin bir ruhu olduğuna inanın. Gerçekten kendinizi mutlu hissettiğiniz yer neresi ise; o yerin bir süre sonra hayatınızda önemli olmaya başladığını göreceksiniz. Bir süre sonra bir bakmışsınız ki; kendinizi kötü hissettiğinizde hiç farkında olmadan sevdiğiniz yerlerde buluverirsiniz. Sizi üzen her ne ise çoktan unutmuşsunuzdur. Hatta kendinize özel bu yerlerde, hayata meydan okuyan gülüşünüz ile etrafa umut saçıyorsunuzdur. Ve hiç kimse de Pollyanna’yı bile kıskandıran halinizi yadırgamaz. Çünkü bu özel yerlere gelenler de sizler gibi burayı benimser. Onlarda nefes aldığı her anın hakkını vermek için yaşarlar. Onların da hayatla mücadelesi hiç bitmez. Yaşam enerjilerini kendilerini aşmak için harcarlar.
Tüketim toplumuna dönüştük. Ne yazık ki hepimiz farkındayız. Biz insanoğlu, bu kötü durumumuz ile yetinmeyiz. Herkes gidiyor ben de gitsem ne olur düşüncesizliği ile bizleri bilinçsiz beslenme alışkanlığına sürükleyen, birbirinin kopyası restaurant zincirlerine esir olmuşuz çoktan.Sanki hiç doymayacak gibi, kendi damak tadımızı yansıtmayan lezzetleri birer çöp öğütücü olarak anında ortadan kaldırıyoruz.
Bir insanın yemek kültürüne sahip olmayışını anlayamıyorum. Bir insan nasıl olur sadece yemek yeme gereksinimini gidermek için bir şeyler yiyerek içerek geçiştirebilir. Tam tersini düşünürsek yani yemek yemek için yaşayanları bir an için hatırlayalım. Yaşamda sanki yapılacak başka hiçbir şey yokmuş gibi sadece yemeğin peşine düşmek… Anlayamadığım konulardan biridir.
Kazdağ Çiğdemi der ki ; ey insanoğlu, gözüne al çalan herkese inanma; özünü, geçmişini, benliğini sakın ha unutma! Nerede yaşıyorsan, o topraklardan senden önce kimler iz sürmüş? Onlardan sana ne kalmış. Sen geleceğe ne bırakacaksın?! Bin düşün, bir eyle …
Biz düşünmeye devam edelim. Bakalım düşünce fırtınası sonunda eylediklerimiz bize acı mı tatlı mı gelecek. Kültürel miras sorumluluklarımızı yerine getirirsek, neden acı bize merhaba desin. Her birimiz, kültürün toplumu oluşturan maddi ve manevi değerler toplamı olduğunu bilir.
Kültürü oluşturan her öğe bizi yapan her şeydir. İzini sürdüğümüz geçmiştir. Kültür elçisi olarak her birimizin geleceğe borcumuzdur. Günübirlik gezilerimizi bile bu anlayış ile yapmalıyız. Bunu sizlere sanki yerine getirmezsek sonunda ölüm varmış gibi zorunlulukmuş gibi söylüyorum. Çünkü ben çocuklarımızın, tüketim toplumunun yarattığı birer çöp kutusu olmasını istemiyorum. Onların, kültürümüzden tamamen yabancı kalmalarını hiç ama hiç kabul edemem. Toplumun günden güne yozlaştırılmasına seyirci kalamam. Tüketim toplumunun herhangi bir elemanı olmak istemiyorum.
Kendini ve yaşadığı çevreyi bilen, geçmişini unutmayan, gelecek için ne yapabilirim çabasında olan, başkasında bulunmayan bireysel özelliklere sahip bir birey olduğumu biliyorum. Ve bildiğim yoldan hiç şaşmadan yoluma devam edeceğim.
İşte benim yollarım hep Kuzey Ege’me çıkar. Ülkemizin en önemli bölgelerinden biri olan Kazdağları eteklerinde, içindeki çocuktan hiçbir zaman ödün vermeyen varlığımla kültürel miras sorumluluğumu yerine getirmekteyim.
Avm’ler açılabilir, deniz kültürü yokmuş gibi insan sağlığını tehdit eden bambaşka bir yemek kültürü inşaat edilebilir, kültürel ve doğal varlıklarımızı bize unutturmak isteyebilirler. Hiç önemli değil hiç. Bunun gibi tehditlere en güzel cevabın, onlar hiç yokmuşçasına kendi yolumda özüme, geçmişime, benliğime sahip çıkarak ilerlemek olduğunu biliyorum. Daha başaracağım noktaya gelmediğim bugünler de geçmiş yolcuklarımı anımsadım.
Sevgili okuyucularım, yazıma Güre ile başladım. Daha sonra ne oldu da Sarıkız’ın memleketinden çok uzaklara gitti yanılgısına düşmeyin. Güre gibi benliğime nice umut tohumları eken bir yerin önemini daha başka türlü anlatamam. Bir şeyin kötüsünü görünce elimizdekinin değerini anlarız. Benimkisi de o misal. Günden güne çok daha rahatsız olduğum tüketim toplumu yaşantısında nefes almaya başladığımı hissettiğim en değerli limanlarımdan biridir Güre. Ve Gordo Restaurant… Güre’de yıllardır devam eden Sarıkız Hayrı’nı, çok severim. Kavurmacılar Köyü’nde yeni açılan işletmeleri henüz görmedim. Umarım getirim için değil bölgenin turizm zenginliğine katkıda bulunmak için açılmıştırlar. Sarıkız hayrının yapılacağı alana her gidiş dönüşümde Güre Köyü’nde gezmeyi çok seviyorum.
Tahtakuşlar ve Çamlıbel’den sahile inmek çok güzeldir. Zeytin ağaçları ve denizin uyumunda , çok bambaşka bir dünyada olur insan. Yolun sonunda denize kavuşacak olsam da yol bitsin hiç istemem. O güzelim manzaraya bakmaya doyamıyorum.
Manzara demişken, yıllar önce Avcılar Köyü hayrına gitmiştim. Dedepınarı yatırından başımı şöyle bir kaldırdığımda karşımda Edremit Toki binalarını görünce beynimden vurulmuşa dönmüştüm. O an nasıl üzüldüğümü kimse bilemez. Hayırlar da ne güzel üç kardeş yani nohut, keşkek, pilav yer ve içmeye doyamadığım şerbeti yudumlarız. O gün orada bulunan herkes yöresel yemekleri çok beğenir. Ama nedense hiç kimse hayırlardan dönüşte, yaşamlarına devam ederken bulunduğu yerde yöresel yemeklere ihtiyaç duymaz. Hazır gıdaları tüketmeye devam eder. Öyle bir büyük unutkanlığın esiri olur ki, bölgenin tarihi ve turistik öneme sahip yerlerini gidip görmez .
Siz de söylemiyorsunuz ki, herkes sen mi bulunduğu yerin geçmişini sorsun, öğrensin. Eski yaşantının güzelliklerini sürdürmek istesin. Güre’nin eski zeytinyağı fabrikalarının bacalarına, sanki ilk görüyormuş gibi her seferinde hayranlıkla baksın. Eski taş evlerin duvarından iyiliğe yaslansın. O dar sokak dönemeçlerinden, birden hayatın bütün güzelliklerine yüzünü dönecekmiş gibi içini kaplayan mutlulukla geçsin. Avm’lere gitmek yerine dostane ilişkilerin yaşandığı yerlerden alışveriş yapsın. Zaman geçirmek adına laylaylom eğlence basitliğini asla yaşamasın. Bunu yerine bazen bisikletle bazen de yaya olarak Altınkum’dan Güre İskele’ye gelsin. Denizin tadını kaçırmaktan geri kalmasa da bir şehrin artık kültür turizmine dahil olması gerektiğini bilsin. Bulunduğu yerde en önce; müze varsa müze, antik kent varsa antik kent, sanat evi ve atölyeler gibi kültür durakları varsa buraları görsün.
Güre’nin, kültürel ve doğal varlıkları ile tamamen Ege’nin bir parçası olduğunu hiç unutmasın. Yemek yemeyi, hem bir insan olarak gereksinim hem de bir şehrin kültürel varlığı olarak görsün. Kültür turizmi gezisi sonunda, kendine bir ödül olarak krallara layık güneşin sofrasına otursun.
Güre’nin tarihi havasını soluyacağı, Ege’nin o muhteşem doğasından sofralarımıza ulaşan sağlık dolu lezzetlerinin tadına bakacağı bir yer yoksa sadece yemek yemek için herhangi bir restauranta hiç oturmasın. Sadece Güre’de o yere özel lezzetler yerine, ülkenin neresine giderseniz gidin bulacağınız lezzetler, deniz kültürünün yemek örnekleri olamaz. Bu anlayış ile yemeğin sunumu ve o yeri daha ilgi çekici kılacak müzik gibi etkinlikler sizce ne kadar kaliteli olur? Bu konu üzerine hepimizin düşünmesi gerekiyor.
Sevgili okuyucularım, size tüketim toplumunun yarattığı çöp öğütücülerinden biri olmayacağımı belirtmiştim. Kendi beğeni ve görüşlerime göre yolumu çoktan çizmişim. Hatta hiç yol olmayacak diyarlara umut dünyamın enginliği ile güzelliklere açılan yollar çizmişim. Böylesine kendi dünyası olan birine, zordur sistemin dayattığını yaşa demek. Sizi hiç duymaz. Bildiğini okumaya devam eder. Kazdağ Çiğdemi olan bendeniz de, bildiklerim nedir deseniz; bisikletimle o çok sevdiğim Kazdağ köylerine gitmek, buraları özümsemek, özümsediklerini geleceğe aktarabilmek.
İşte bunları yapabileyim amacı ile Altınkum’dan bisikletim ile Güre İskele’ye giderim. Altınkum’dan Güre İskele gidiş/dönüş yolunu çok seviyorum. Bisiklet ile özgürlüğümü yaşamayı ise daha çok seviyorum. Her gelişimde önce denize ne kadar bakarsam bakayım seyrine doyamayacağımı bilsem de, bisikletimden hiç inmeden uzaklara dalıp giderim. Daha sonra o eski zeytinyağı fabrikalarını bacaların izini sürerim. Güre İskelesi’nde denize paralel gelen bir arka sokakta bulunan tarihi çeşmeyi hep görmek isterim. Yaz günlerinde susuzluğa bire bir dermandır. Sanki eski dönemlerde insanlar zeytin toplamaktan dönmüşler, başında sıraya girmişler gibi düşlerim. Düş dünyamda dolaşırım Aklıma gelmez hiç çoğunluğun yaptıkları.
Günün modası olan neresi ise oraya hiç gitmem. Gürültü kirliliğinden başka hiçbir sonuç doğurmayan müzikler eşliğinde oturmayı elbette kabul etmiyorum. Bisikletim ile dolaştıktan sonra ne yapayım dediğim anda; kültürel miras sorumluluğumu yerine getirmek de diyebiliriz, yapacaklarımın çok da olmadığını anlıyorum. Güre İskele’de Sarıkız Kazdağı Etnografya Galerisi ve Gordo Restaurant’ta bulunmaktan çok mutlu oluyorum. Galerimize dair düşüncelerimi sizinle, bu köşemden paylaşmıştım.
Sıra geldi size Gordo’yu anlatmaya. Güre İskele’de Gordo’yu , pek çok işletme varken neden tercih ettiğimi bilebilmek , bulmaca çözmek gibi hiç zor değil. Sizler beni tanıyorsunuz. Sizler bilirsiniz ki; Gordo’nun, o eski dokuyu yaşatan görünümü en önce dikkatimi çeken izlenim olmuştur. Gordo Restaurant açılalı daha iki yıl olsa da hep varmış gibi hissettiren samimi havasını, içeri girer girmez solumaya başlarsınız. Kazdağları efsanelerini anımsatan güzellikte müzik eşliğinde yemek yemek ayrıcalıktır. Kışın şömine etrafına Kuzey Ege’nin, el ayak çekilince güzelliğini yaşamak isteyenleri toplar. Bu mevsim de daha çok size aittir. Gordo’nun menüsünü ayrıntılı incelemeseniz de bir göz atmanız yeterlidir, her yemeğin öyküsünün olduğunu bilmek için. Her yemeğin malzemesinin Kazdağları şifasında ,tazeliğinde, güzelliğinde olduğunu bilmemenin olanağı yoktur. Yemek isimleri anlatır size bir domatesin, mantarın , mevsim sebze ve meyvelerinin yörenin hangi köşesinden restaurantın mutfağına kopup geldiğini. Kazdağlarında yetişen pek çok bitkileri öğrenirseniz. El yapımı Kazdağ şerbetleri, tatlıları pek güzeldir. Yemeğin üstüne tatlı bir şeyler yemiş olmazsınız. Birbirinden lezzetli tatlılar ile ikinci bir yemeğe başlamış gibi olursunuz.
Menün hangi bölümünü anlatacağımı bilemiyorum. Sebze ağırlıklı bir beslenme tercihiniz varsa size uygun salatalar, soğuk mezeler, sebze ve etin muhteşem uyumunu tadacağınız yemekler var. Genellikle her uğradığım da farklı bir salata yiyorum. Ve her seferinde Bayramiç, Ezine gibi Kazdağları’nın o bölgelerine de ait lezzetlerin farkına varıyorum. Son yıllarda et ile aram çok açıldı. Et olmasa da olur diyebiliyorum. Ama Gordo’nun etli bir yemeğini o çok sevdiğim yeşillikler ile ya da bir sebze , bazen bir meyve de olabiliyor hiç et yediğimi hissetmeden afiyetle yiyebiliyorum.
Yemeklerin lezzet güzelliği gibi ücretleri de güzel. Açıldığı günden beri fiyat artışı nasıl oldu bilemiyorum . Bugünkü fiyatlar ilk kez gelen birini korkutmaz. Her yemeği yemek istiyor insan. Köy hayırlarında köyün havasını soluduğum gibi, insanlar ile toplu halde bayrammış gibi bir arada olmak ve birlikte aynı sofrayı paylaşmanın mutluluğu gibi, evet bu yediğim Kazdağları’na ait başka yerde bulamam demem gibi, kültürel miras sorumluluğumu bana doyasıya yaşatan restauranttır Gordo. Kuzey Ege’mde bisiklet gezilerimin sonunda bana huzuru yaşatan yerdir. Çevremde benim gibi dünyaya güzellikler kazandırmak için bir amacı kendine görev edinen güzel yüreklerin var olduğunu bildiğim, dost durağıdır. Kazdağları’nın her köşesinden her mevsime ait bahar tazeliğinde meyve ve sebzelerin, yeşilliklerin tabaklarımıza sevgi ile saygı ile hoşgörü ile konulduğu kendi mutfağımdan, yemek odamdan, bahçemdeki masamdan hiçbir farkı olmayandır Gordo. Gordo , Gordo… Güzel Gordo … Güzelliklerini sıraladığımda kaç vagon kaç tren edersin bilinmez? …
Sana dair, hayatımda unutamayacağım en güzel anım ise elbette şu an için çünkü daha çok geleceğim sana; geçtiğimiz nisan da doğum günümü kutladığım gündür. Değerli şefimiz ve Gordo’nun sahibi Deniz Şeker, o gün ne güzel bir jest yapmıştı. O becerikli ellerinden çıkan lezzetli Kazdağ yemeklerimden sonra, mesken edinmek istediğim dağların havasını getiren çilekler ile bezeli çikolatalı doğum günüm pastam bir anda masamda beni bulmuştu. Bu doğum günümde almış olduğum en güzel hediyeydi. Düşünsenize yeni yaşınıza böylesine güzel bir atmosferde merhaba dediğinizi. Bu özel anı yaşamış olarak, size tavsiyem düşünmekle kalmayın. Kalkın gelin Gordo’ya. Güre İskele’de deniz ile en uyumlu yerin neresi olduğunu hemen anlayacaksınız.
Güre başta olmak üzere Edremit Körfezi’nden dünyaya açılan pek değerli restaurantımız, bölgenin belli bir kaliteye ulaştığının simgesidir. Gordo’ya gelince hem Güre’nin tarihini yaşarsınız hem de modern yemek anlayışının lezzetlerine doyamazsınız. Bu iki çizgiyi bir arada taşımayı herkesler beceremez. Körfezin her şeyin, onca doğa katliamına rağmen, bol olduğu pazarlarından, bahçelerinden elleriyle topladığı sebzeler ile meyveler ile harikalar yaratan sevgili şefimiz Deniz Şeker’e en içten dileklerimle sevgilerimi, teşekkürlerimi iletiyorum.
Kendisinin aşçılık kariyer geçmişine hiç değinmedim. Anlatmaya gerek yok. Kendisinin ve değerli müşterilerinin insana dokunan dostluğu her şeyden çok daha önemli. Ben bu nedenle Gordo’yu tercih ediyorum. Ve Gordo açıldığı günden beri Güre İskele’de bir başka restaurantta yemek yemiyorum. Balıkesir’de yaşıyor oluşumdan dolayı her zaman gidemiyorum. Her gittiğim de bu güzelliği hiç değişmemiş haliyle bulmanın tadına varıyorum.
Gordo’nun lezzet seyri sonsuz olsun. Bin Pınarlı İda’nın su kaynakları gibi . Böylesine özel bir bölgede yemekler yaptığını, yemekleri ile bizlere bunu anlatmanın bilincinde olan Deniz şefin maharetleri gibi…