Körfezimizde yakaladığımız sevinçler, hüzünler, coşkular, sevdalar, ayrılıklar.. Anlatılası olmayan yaşanmışlıklar..
Bazen boğazımızda düğümlenen kekremsi duygular.. Hayatın içinde var olan güzellikler.Bu güzelliklere anlam katanlar..
Bu anlamları müziğe dökenler..Müzisyenlerimiz.Sevinçli günlerimizde bizlere ses veren,coşkularımızı müziğiyle güzelleştiren insanlarımız. Romanlarımız.. İbrahimce mahallesinin şen gönüllü kızları, erkekleri, ana-babaları.. Yaşama damgasını vuran, hayatımızın coşkularının tanığı kardeşlerim.. Çarşıda pazarda neşesini gözlerinden okuyabildiklerim. Düğünlerde , en neşeli oyunlarımızı karşılarında coşkuyla oynayabildiğim dostlar.. Pazarda sebzecim.. Mahalle arasında seyyar balıkçım..
****
Corona virüse karşı direnirken hapis gibi yaşamaya alışmaya çalışıyorum. Evde otururken , can sıkıntısı ile dolanıyorum . Aklıma takılıyor, eski notlarımı karıştırıyorum. Geçmişte neler olmuş, ne var ne yok, bakıyorum.İşime yarayacak bir iki anı varsa yazayım diye… İflas eden Yahudi tüccar eski defterleri karıştırırmış. Bir Nenegoş olarak , iflas etmeyeyim diye eskilerden medet umuyorum. Uzun yıllardır yazmanın getirdiği bıkkınlığın sıkıntısından olsa gerek. Politika yazmaktan nefret ediyorum gariii.. Hepsi aynı bezin kenarı benim için. Yok birbirlerinden farkı. Hiçbir politikacıya güvenmemeyi öğrendim. Biraz geç oldu ama , olsun varsın. Öğrendim ya, ben ona bakarım. İktidarıyla , muhalefetiyle laf üretmekten başkaca yaptıkları ne var ? Bence hiç birşey. Hayatımıza dokunan bir politikacıya rastlasam Corona’ya aldırmadan sarılıp kutlayacağım. Nenegoş olarak. Birbirlerine mahalle çocukları gibi saydırmıyorlar mı, işte en eğlenceli yeri burası. Neyseeee.
***
Coronavirüs ile savaşan dünyada güzel şeyler de oluyor.
Arkadaşım aşağıdaki notu göndermiş. Köşe yazılarından birisinin içinde bu güzel dilekleri yaz diye. Yazalım bakalım.
Çin, İtalya’ya gönderdiği tıbbi maske kolilerinin üzerine Seneca’dan bir şiir yazmış.
” Biz aynı denizin dalgaları, aynı ağacın yaprakları , aynı bahçenin çiçekleriyiz ”
Japonya da Çin’e yolladığı kolilerin üzerine Budist şairin dizelerini yazmış.
” Farklı dağlara , nehirlere sahip olsak da aynı güneşi , ayı ve gökyüzünü paylaşıyoruz ”
Biz de Nazım Hikmet ile tamamlayalım:
” Yok öyle umutları yitirip , karanlıklara savrulmak.
Unutma! Aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak”
***
Notlarıma dönüyorum tekrar. Bazılarını okuyamıyorum. Sanırım canlı yayınlardan tuttuğum notlar onlar. Yazım da güzeldir hani. Ama bunlar çivi yazısı gibi. Okumakta zorlanıyorum.
Teee gerilere gidiyorum notların birinde.
Cumhurbaşkanı o zaman Başbakan.
O güzel romanlara verdiğim desteği yazarken not almışım.Belki yayınlanmamıştır. Belki de yayınlandı bilemiyorum. Bildiğim tek şey o zamanı yeniden anımsamak.
***
Demişim ki :
“Aylar önce umutlandınız..Roman açılımı yapılacak diye. Ortalık coşkudan kırıldı geçti..Sonunda n’oldu? Balıkçım Murat’ın dediği oldu.”Abla be ya bunlarınkisi gırnata sesi gibi, adamı coşturur.Ama gırnatayı öttürmezsen coşku biter.Yalandan bi öttürdüler gırnatayı,hepimiz coştuk. Sona bi baktık ki,gırnata kutusunda.Sessizce kapanmış kapacığı.Anlayacağın,umudumuz bu hükümet değildir artıkın.Başbakan BALIK AYHAN’ı bile listeye almadı.Biz çok umutlanmıştık.Dertlerimizi annatırız, bi kıyak da bize yaparlar diye..Şimdi başka yere bakıyoz. Nere bakıyon dedim. Sölemem dedi”.”Sen bi kilo balık al da eve nevalesiz gitmeyem ”
Çocukluğumun EDREMİT’i canlandı. Geçmişi düşündüm..Bu topraklar kimleri yetiştirmedi ki?
Sanata dair, müziğe dair.. En yakından tanıdığım rahmetli Şükrü TUNAR. Babam eline kemanını alır, şarkıların anonsunu ben yapardım çocukluğumda.. Şükrü TUNARRR.. Şarkılarrr sunarr..
Babam bir hüzzam taksimle başlardı çoğunlukla ..İlk şarkımız annemin en sevdiği “adanın yeşil çamları aşkımıza yer olsun” olurdu.. Sanat güneşimiz Zeki MÜREN’in sahnesinde yitirdik bu güzel hemşehrimizi. Türk Sanat Müziği adına geride bıraktığı onlarca eser için , O’na binlerce teşekkürler.. EDREMİT halkı ona olan vefa borcunu ne güzel ödedi. Onu , besteleri gibi ölümsüzleştirdi.Şimdi o güzelim yerinde bizlere hizmet sunarrr..ŞÜKRÜ TUNAR KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ.Emeği geçenlere sonsuz teşekkürler..
Bu köşede daha önce yayınlamadım. Körfez Star Gazetesinde yayınlandı yıllar önce. Eski bir şiirimle körfezin o güzelim dostlarını bir kez daha anmak istedim.Bu şiirimin tekrar yayınlanması için beni arayan dostlara da buradan selam olsun.Biraz geç oldu ama, kusura bakmasınlar artık. 21 Mart Şiir Günü kutlu olsun.
Körfezin avazı kardeşlerim bu şiir sizlere armağan olsun.. Gırnatanızdan ve yaşamınızdan hep neşeli , şen şakrak nağmeler duyulsun.
BİR HÜZZAM TAKSİM
Kara gözlerini dikti, dalgın dalgın baktı ak duvara.
El yordamıyla buldu çakmağını,yaktı bir cıgara,
Gırnatacı Mustafa..
Zeytinler, yine çiçekteydi..
Edremit’te, Zeytinli’de,Körfezde..
Bu kaçıncı mevsimdir yaşadığı,
Kaç kerrelerce gördü, zeytinleri çiçekte.
On beşinde anasıyla toplamışlardı zeytinleri..
İlk kez gündelik almıştı..
Birlikte yürümüşlerdi EDREMİT pazarına..
Kendi parasıyla aldığı mor gömleğiyle dalga geçmişti babası.
“Mor mintan geymek hüner değil,eyi öttür gırnatanı”
Bir daha zeytine gitmedi anasıyla..
Düğün -dernek dolaştı durdu babasıyla,
Babası ölene kadar, gırnatacı Mustafa..
İlk sevdasını, aklını başından alan Pembegül’ü..
Babasız gittiği ilk düğünde sevdi.
Kaytan bıyıklarını, Pembegül için kesti.
Saçlarını yandan ayırdı..
Yumurta topuklu, sivri uçlu pabuçlarının arkasına hiç basmadı,
Pembegül sevinsin diye..
Ne mor, ne de al mintan giymedi, siyah ceketin içine.
Kar beyazı gömleği,
Yeleğinin cebinden sarkan gümüş kösteği, elinde gırnatası.
Yüreğinin ortasında Pembeğül’ün sevdası.
Askere gidince ertelendi,Pembegül rüyası.
Mor mintanından daha çok yakışmıştı, yeşil asker urbası.
Bölükte,en çok onu kıskanmıştı onbaşısı..
Ardından ağlayanı, Asker Mustafasına, birtek anası..
Kasımın sonunda aldı teskereyi, döndü Körfez’e.
Çarşamba pazarında Pembegül’le buluştular.
Düğün – dernek konuştular,analarından gizlice..
İki bilezik, bir yüzük, bir çift küpe..
Bir de beyaz çelik topuk pabuç alabildi Pembegül’e
Gırnatacı Mustafa..
O bahar Cunda’ya gittiler Cunda’ya..
Ada’da oturdular, denize karşı..
Tabaklarında balığın en tazesi, Papalina..
Mevsimler güze, güzler bahara döne döne geçti bir ömür..
Pembegül, dört çocuk doğurdu, biri kız üçü oğlan.
Hepsinin gözleri kara, saçları kömür..
Körfez’in zeytin kokan yamaçlarına, ev-bark kurup, dağılmıştı çocuklar.
Pembegül’ün ince endamından eser yoktu şimdi..
Ama yüreği bembeyaz, anaç ve dopdolu. ANADOLU kadar.
Gırnatacı Mustafa, Pembegül’e seslendi.
Gözlerinde Pembegül’den sakladığı yaşlar..
Acı kahvesini istedi, hemen şimdi dedi.
Oysa;
Akşamları , iki kadehten sonra içerdi, acı kahveyi..
Gırnatacı Mustafa’nın yüreğinde neler oluyordu, bu bahar..
Bari biraz daha yaşasaydı, hiç olmazsa babası kadar..
Akşam çökünce , Körfez’e, Zeytinli’ye, zeytinler çiçeğe dalarken..
Pembegül’le oturdular tahta sekiye..
Gırnatasını çıkardı eski kutusundan..
Gökyüzünde yıldızlar tek tük.
Bir hüzzam taksim yayıldı..
Mustafa’nın gırnatasından..
13 Haziran 2003-Zeytinli..
Umutsuzluktan umut dermeye çalışacağız; şiirle, Mustafa’nın gırnatasıyla. Emeğine sağlık!