Çin’de oynanan Dünya Basketbol şampiyonasında tarihi bir gün. Amerika ve Türkiye Basketbol Milli Takımları karşı karşıya. Sonuç: Milli Takım 92-93 yenik.
Oysa takımımız çok iyi mücadele etti, Allah’ı var. Takım halinde çok iyi savunma yaptık. Oyuncularımız kahramanca oynadılar. Top çaldılar, ribauntlarda top kaptılar. Uzun süre maçta sayıca arkada olmalarına karşın oyunu hiç bırakmadılar. Canlarını dişlerine taktılar. Berabere biten maçın sonunda da, uzatmasında da son saniyelerde maçı hep önde götürdüler.
Ama ne oldu? Maçın uzatmalarında Doğuş ve Cedi Osman’ın kullanamadıkları serbest atışlar maçın sonucunu belirledi. Faulden gelen bu serbest atışlardan her iki oyuncu da tek bir sayı çıkaramadı. Buna karşın Amerikan Milli takımından Middleton’un faullerden bulduğu iki sayı ile Amerika, maçı 93-92 önde bitirdi. Biz atamadığımız faullerden 9 sayı kaybetmişiz.
Soru şu: Birlikte böylesine etkili mücadele veren oyuncular, file ile karşı karşıya kaldıklarında, neden sonuç alamıyorlar? Üçlük atışları ile en kritik dönemde takımı sırtlayan, takımı rahatlatan şutlar atan bir basketçi “ Hadi bakalım sıra sende, göster kendini” dendiğinde niye eli ayağına dolaşır? Neden normalde defalarca yaptığını, her zaman yaptığını, iş başa düşünce yapamaz? Kendini kanıtlamış bir sporcu, birey olarak kendini göstermesi gerektiğinde, bireysel özelliklerini niye ortaya koyamaz?
Bunun sizce de ülkenin kültür atmosferi ile bireylerde ortaya çıkan sosyal psikoloji ile bir ilgisi yok mudur?
Bir takım kuruyorsun, sen “12 dev adamsın” diyorsun. Sanki maça değil savaşa çıkıyorsun. Artık o oyuncu, kendisi için değil milleti için o sahaya çıkıyor. Başarılı olursa Türkün gücünü göstermiş olacak. Artık maç, maç olmaktan çıkmış. Milli mücadelenin sahaya yansımış hali olmuş. Onun için Milli takım iyi mücadeleci, hakketen iyi mücadele ediyor, sahada bunu yaptığını göstermek zorunda zaten. Başka şansı da yok.
Fakat bir an geliyor, bu duygu sarmalı içinde sahaya çıkan basket oyuncusuna “hadi diyorsun, şu topu şu fileden geçiriver.” Takım halinde kahramanlığın tarihini yazan oyuncu o an tek başına! Elindeki top sadece bir basket topu değil ki, ulusun namusu söz konusu! Cumhurbaşkanı onu izliyor, hocası onu izliyor. 22-23 yaşında genç için sırtına yüklenen bu yük çok fazla, nasıl kaldırsın! O anda ona destek olacak kimse de yok. Birey olarak bir başına kaldığında nasıl davranacağını da öğrenmemiş ki. Kaldıramıyor, ne yapacağını şaşırıyor. Top fileden geçmeyecek, atarken bunu biliyor zaten, gözlerinden belli bu!
Hâlbuki karşı takım oyuncusu çok rahat! Basketçi olarak yeteneğini kanıtladığı, hep aynı kalitede ve yeterlilikte kaslarını kullanabildiği için zaten o takıma girmiş. Ondan kendinden başka bir şey olması beklenmiyor ki. Kendisi olacak, işini yapacak, ondan beklenen bu. Oynanacak bir oyun var ortada, o da zaten bu işi iyi yaptığı için orada. Oyun içindeki yeri belli, rolü belli. Fileyle baş başa kaldığında da her zaman yaptığını yapacak, tuttuğunu fileye atacak. Atıyor, basketi de buluyor.
Ekran başında herkes nefesini tutmuş. Hadi çocuklar, gösterin şu Amerikalılara gününü. Küstahlıklarının bedelini ödesinler.
Ama olmadı işte, faulden gelen son 4 serbest atıştan tek bir puan çıkmıyor. Amerikalı ise eline aldığını atıyor!
Çünkü orada din için, iman için, millet için değil, oyuncu kendisi için bu işi yapıyor.