Kim olduğumuz, nereden geldiğimiz ve nasıl bir kültür sürecinin mirasçıları olduğumuz kısaca geçmişimize ait bilgiler, bilim insanlarının araştırmaları ile bilinir hale geliyor.
Fizik, kimya, biyoloji, jeoloji, jeomorfoloji, paleontoloji gibi bilim dalları ile dünyanın ve canlıların oluşumunu, tarih, arkeoloji, coğrafya, antropoloji, kronoloji, filoloji, paleografi ve sosyoloji gibi bilim dalları ile geçmişten günümüze köprü olan ve mirasçısı olduğumuz uygarlıkları anlamaya çalışıyoruz.
Verimli Anadolu toprakları, birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış ve her bir uygarlığın kültürel yapısı ile şekillenmiş. Ancak uzun süren savaşlar, yıkıcı depremler, diğer doğal afetler, bilinçsiz yapılaşma ve yağmalama gibi etkilerle tarihi aydınlatacak birçok somut kanıt ya toprak altında kalmış ya tahribata uğramış ya da yok olmuş.
Tarihi yapıların ve kazı çalışmalarında elde edilen buluntuların incelenmesi sonucunda gün yüzüne çıkan ve çıkmaya devam eden insanlık tarihi, aynı zamanda kendimizi tanımamız anlamına geliyor. Çünkü insanlığın bilinmeyenleri, geçmişin izlerinde hala gizemini koruyor.
Öğrenmenin yolu merak etmektir.
Geçtiğimiz hafta Balıkesir’de Mysia ve Çevre Kültürlerini kapsayan “Balıkesir Arkeoloji Buluşmaları” adlı bir sempozyum düzenlendi. Akademisyenlerin dışında halk katılımının yok denecek kadar az olmasına üzüldüm. Oysa bilim insanlarının özveri ile yaptıkları bu araştırmalar sayesinde kendimizi tanıyoruz.
İlkel uygarlıkların merkezinde kurulan kentler, insanların yaşamak, çalışmak ve ticaret yapmak için bir araya geldikleri ve birbirleri ile etkileşim kurdukları önemli yerler olmuş. Devlet, din ve dil gibi ortak konularda birlik anlayışının oluşması ile bürokratlar, rahipler ve yazmanlar bu toplu yaşamın gerekliliği olarak ortaya çıkmış. Krallıkların ve devletlerin siyasi yapıları, uygarlıkların yükselmesinde önemli bir etken olurken dönemin özelliğini taşıyan birçok eserin de günümüze kadar gelmesini sağlamış.
Mysia, Troas, Thrakia
İki gün boyunca değerli akademisyenlerimiz, Balıkesir İlimizin de içinde bulunduğu Mysia Bölgesinde ve komşu bölgeler olan Troas ve Thrakia’da yapılan kazı çalışmalarından elde edilen bilgilerin sunumunu yaptılar. Disiplinler arası çalışma ile elde edilen tarih öncesi ve sonrası uygarlıklarına ait dil, inanış, yaşam şekli, hastalıklar, yönetim, müzik ve eğlence gibi birçok konuda sunulan bilgiler, merak edenler için ilgi çekiciydi.
Korunamayacaksa gün yüzüne çıkmasın.
Bu söz, sempozyuma davetli konuşmacı olarak katılan arkeolog bir hocamıza ait. Toplum olarak kültürel mirasa karşı koruma bilincimizin gelişmemiş olması, hocamızın bu konudaki kaygısını destekliyor olmalı. En çok da antik tiyatrolarda yapılan konserlere içerleyen hocamız, “Bunun mantığını bilen var mı?” diye bizlere düşündürücü bir soru yöneltti.
Gez, gör, yaşa ve hisset.
Ufkumuzu genişleten iki günün ardından verimli toprakları kadar geçmişin somut izlerine de sahip olan Balıkesir’in Balya, Havran, Edremit ve Burhaniye ilçelerine düzenlenen kültürel kent gezisi, şiddetli yağmura rağmen hafızalarda kalacak olan güzel bir etkinlik oldu.
Balya (Akbaş Müzesi), Havran (Kent, Atatürk ve Seyit Onbaşı Müzeleri, Terzizade Konağı, Nermin Hanım Zeytinliği), Edremit (Güre İda Madra Jeopark Müzesi) ve Burhaniye (BAÇEM) ziyaret noktalarımızdı. Gezdik, gördük, bilgilendik, eğlendik ve yaşadığımızı hissettik.
Kolektif toplum bilinci ile koruma.
Tarih öncesi ve sonrası yaşamış olan tüm uygarlıklara ait somut, soyut, taşınabilir ve taşınamaz olan kültür mirasları, hem geçmişe hem de geleceğe ışık tutuyor. Bu bağlamda kültür miraslarımıza karşı olan duyarlılığımız, insanlığın devamlılığı için de son derece önemli. Zira bilimsel araştırmalar doğrultusunda gün yüzüne çıkarılan ve geleceğe taşınacak olan tarihimizi tanımak, anlamak, sahip çıkmak ve korumak ancak kolektif toplum bilinci ile mümkün olabilir.