Yoksa siz hala kendinizi tek parça mı sanıyorsunuz? Eğer olumsuz çocukluk çağı deneyimlerinden bahsediyorsak ve bu dönemden izler taşıyorsanız bu alanda yapılan araştırma ve çalışmalar pek de böyle olamayabileceğine işaret ediyor maalesef ki. Dokunulmamış çocukluk çağı travmalarımıza ait bilinç durumlarını simgeleyen çocuk parçalarımız bugün yazımıza konuk oldular anlayacağınız.
Beyin üzerinde bolca konuşmayı hak eden oldukça ilginç bir organ. Deneyimlerin alışkanlıklara alışkanlıkların karaktere nasıl dönüştüğüne dair sözleri hatırlarsınız. Kişilik nörolojisi olarak değerlendirecek olursak bu sözler oldukça anlamlı görünüyor. İstikrarlı bir şekilde ateşlenen nöronların birlikte nöral yolak oluşturdukları biliniyor çoktandır. Ve uzun süreli bir istikrarla sürerse bu artık hakim kendiliğinizin haritası haline geliyor. Yani “bu benim, ben bundan hoşlanırım, ben bunu asla yapmam” dediğiniz şey oluyorsunuz, ki bu sizi rahatlatıyor da bir yandan. Ülke sınırları gibi kendilik sınırlarınızı biliyor, tanıyor, koruyorsunuz kendinizi düşman saldırılarından. İşte size konforlu ve güvenli alan…
Bunun kar/zarar hesabı daha sonra ele alabileceğimiz konumuz olsun. Şimdi dikkatinizi çekmek istediğim konu başka. Deneyim-alışkanlık-karakter döngüsünün deneyim ağında bazı vip düzeyinde kayıtlar oluşuyor beyninizde; güçlü duygularla kayıtlananlar. Yaşadığınız deneyimin ani gelişmesi ve güçlü duygusal yankılar yaratması ki bu travma da olabilir, nöral ateşlemeyi güçlendiriyor ve adeta beyninize damgasını vurabiliyor.
Güçlü deneyimler ve farklı bilinç durumları ilişkisi açısından bakacak olursak durumu şöyle izah etmek yerinde olabilir. Bu bütünsel bir benlik halinde yaşayıp giden benzetmeye konu olan ülkemizin ( bu arada benzetmelerimin gerçek ülke ve vatandaşlarıyla ilişkisi yoktur) aslında ülkenin yönetim şeklinden hoşnut olmayan insan toplulukları tarafından gündeminin değişebildiğini düşünün. Zaman zaman yönetimin haberi olmayan ve uluslararası basında imajını zedeleyen tutum ve davranışlar sergileyebilirler. Bu insan toplulukları yaşadıkları olumsuz deneyimlerle öfke dolu, gergin, kızgın, ürkek, korkmuş bir halde olabilirler. Ve bu güçlü duyguları tetikleyen her durumda zarar verici eylemlerle karşılık verebilirler.
Peki bu insan topluluklarının suçu mu? Elbette ki hayır. Güçlü duygularla yerleşen her çocukluk anısı o anın zihinsel haritasından oluşan bir kendilik yaratabiliyor. Üstelik yönetici kendilik bu çocuk parçanın farkında olmazsa onunla iletişim kurmazsa, onun duygu ve düşüncelerini kucaklayamazsa durum daha da şiddetlenebiliyor.
Sonra bir bakıyorsunuz anlamsız bir alınganlık, ani bir öfke patlaması, hırs kasırgası ve pire için yorgan yakar halde bulmuşsunuz kendinizi. Daha doğrusu kendinizi bulmuş değil kaybetmiş halde olarak. Yönetimi başkaları devralmış, belki de ilişkileriniz kopma noktasına gelmiş bir halde…
Tanıdık geliyor mu size de? “O laf nasıl ağzımdan çıktı inanamadım.” “Fazla tepki gösterdiğimi sonradan fark ettim.””Aslında o kadar alınacak bir şey yokmuş gerçekten.” ”Söylenecek o kadar söz vardı, neden sustum ve söyleyemedim, içimde biriken cümleler gece beni uyutmadı” İstediğimiz biz olarak tepki veremediğimiz bir çok an vardır böyle..
Biz çok kültürlü mozaik gibi birer ülkeyiz insanlar olarak. İçimizdekilerin acısını, kederini, üzüntüsünü paylaşmaz ve kucaklamazsak sağlıklı ve bütüncül ruh ve beden sağlığımız ve bizi besleyen sağlıklı dış ilişkilerimiz olmayacak gibi görünüyor üzgünüm ki. Kendi içimizde bir bütünlük sağlayamazsa kişiliklerimizin sağlıklı olmasını ne kadar bekleyebiliriz ki..
Çözümler mi? Çözümler çok yakında yeni yazılarımda, öğrendiklerim ve deneyimlerinin ışık tutması umuduyla