Fransız filozof Emile Brehier’e göre; “Bilgi, eşyanın yüzeyinde dolaşmaz, bilgi, varlığın içerisinde ve derinliklerindedir. İnsanlığı geliştirir ve yaşam mücadelesinde eşyaya, olaylara egemen olmasını sağlar”
Geçerli ve güvenilir bilgi üretmenin; akla, nesnel gözleme ve deneye dayanan, bilim olduğunu söylemeye gerek bile yok. Zira insanlık, bilim insanlarının gerçekleri bulma eylemleri sayesinde yaşam alanımız olan dünyayı tanıyor, bilimsel araştırmalar sonucu teknolojik gelişmeleri takip ediyor, bireysel ve toplumsal gelişimini sağlıyor ve yaşam biçimini iyileştirerek sosyalleşiyor.
Zira insanlık yararına üretilen ya da kullanılan bilimsel bilginin, ne sakıncası olabilir? Kaldı ki bilimsel bilgilere itibar edilmesi ve herhangi bir yönlendirme ve baskı olmadan kişinin kendi aklını kullanması, aydınlanma ve özgürleşme için önemli bir etkendir.
Elbette bilgiyi anlamanın, yorumlamanın ve kullanmanın, iyi bir eğitim-öğretim sürecinden geçtikten sonra; okuma, anlama, anladığını uygulayabilme, bilmediğini araştırma, öğrendiklerini sorgulama ve analitik düşünme gibi gereklilikleri var. En azından aklın özgürce kullanılması için.
Kısa bilgilendirmeden sonra gelelim asıl konumuza yani bilime ve bilimsel bilgiye karşı gösterilen akıl almaz tepkiye.
Bu tepkinin altında yatan gerçek sizce ne olabilir? Konu hakkındaki bilgi eksikliği mi yoksa itiraz ederek ve hatta sesini yükselterek üstünlük sağlama düşüncesi mi?
Davranış bilimleri, her iki davranışın da olabileceğini ancak kişinin bilgi birikimi ve yetişme tarzına göre farklılık gösterebileceğini söylüyor.
Aslında bu tepkinin, herhangi bir konuda bilmediklerimize karşı yaşadığımız panikten ve biraz da utangaçlıktan kaynaklanıyor olduğu düşüncesindeyim. Çünkü “Bilmiyorum” veya “Araştırmalıyım” gibi cesur cevaplar verebilecek tarzda eğitilmiyoruz.
Bununla birlikte çocukluğumuzda, büyüklerimize sorduğumuz merak dolu sorularımıza verdikleri yanlış cevapların, zihinlerde nasıl yer ettiğini, onları düzeltmenin ne kadar uzun zaman aldığını ve zor olduğunu, deneyimledikçe fark ediyoruz. Uzmanlar bu durumu, öğrenilenin “Devam eden tesir etkisi” olarak ifade ediyorlar.
Zira mantık, inanılanın aksine olan bilgileri bütünsel bakışla analitik olarak değerlendirme ve doğruluğu tespit edilmiş bilgileri benimsemek için, akla uygun düşünme yöntemidir.
Purdue Üniversitesi’nde, insanların asılsız haberlere ve yanlış bilgilere neden inandığını araştıran psikoloji profesörü Nadia Brashier, “İnsanlara doğrulanmış bilgi verirken, insan hafızasının temel kısıtlarıyla yarışıyoruz” diyor.
Araştırmalar gösteriyor ki; bilimselliğe karşı gösterilen tepkinin sebebi, o bilginin doğru ya da yanlış olmasından çok kişinin, bilmediği veya o güne kadar edindiği bilgi birikiminin yetersizliği sebebiyle sarsılan inancıymış. Ve “Geri tepme etkisi” olarak ifade edilen bu tepki, bilişsel bir önyargı sebebiyle gerçekleşiyormuş.
Oysa bilimsel bilgi, tüm çağlarda insanlığın en önemli itici gücü ve gelişme unsuru olmuş. Zaman içinde araştırmalar ışığında geliştirilen bilgi, bir önce öne sürülen bilgiyi çürütebiliyor. Eleştiriye açık olma özelliği olan bilgi, aklın kullanılmasını, analiz yapılarak bilginin kabul edilip edilemeyeceği konusunda değerlendirme yapılmasını öneriyor bize.
Tüm açıklamalar doğrultusunda sonuç olarak; bilime ve bilimsel bilgiye tepki göstermek yerine, aklın kullanımı ile konuya ilişkin bilgi seviyesinin gözden geçirilmesi, yanlış veya eksik olanın gerçek bilgilerle tamamlanması, bireysel gelişim için fırsat olacaktır.
Kaldı ki doğru ve gerçek bilgiye gösterilen tepki sebebiyle bütünsel olarak zarar görüyor ve gerileme yolunda koşar adım ilerliyoruz.