Bilgiye ulaşmanın şimdiki kadar kolay olmadığı dönemlerde günlük gazete okumak ne de mutluluk vericiydi. Gazeteye hep son sayfadan başlar, asparagas olduğunu bile bile büyük yıldızların takımlarımıza transfer haberlerini heyecanla takip ederdik. Andreas Möller ve Matthias Sammer Fener’e, Pierre Littbarski Galatasaray’a geliyor; Mehmet Ali Yılmaz Van Basten, Gullit ve Rijkaard’ı Tranzonspor’a getiriyordu! İşlem tamamdı, Türkiye’de oynamaya sıcak bakıyorlardı, ateşli seyircilerimizin karşısına çıkmaya can atıyorlardı, o oyuncu bitmişti falan filan…
Şimdiki nesil, gazete başında yeni transferlerle güçlenen takımlarının ilk on birlerini elinde kağıt kalem yazan futbol tutkunlarını pek bilmez. Ya da gazetelerin verdiği lig fikstürünü yıl boyu cebinde taşıyıp hayat telaşesinden her uzaklaştığında alıp dikkatlice inceleyenleri. Radyodan maç dinleyenlerin, spiker “Sarı Fırtına, fuleli adımlarla deniz tarafına bakan kaleye doğru iniyor” dediğinde yaşadığı heyecanı ve gözünde canlanan ahenkle dalgalanan sarı saçlarını… Golün hepsi değerliydi ama doksan tabir edilen çataldan olanı çok daha makbuldü o zamanlar. Adam eksiltmekte de neymiş! Çingene Arif bir bastı mı çalımı adamın aklını alırdı! Defans kalabalığında kendini unutturan Tanju orta şut karışımı topa ayağını uzatıp rakibi sobelerdi. Orta yuvarlağın kendi yarı alanına bakan diliminden diagonal paslarla atağa kalkar, kalemizdeki her tehlikeden sonra derin bir oh çekerdik.
İşte böyle renkli terimlerin içinde futbol sevgimizi yaşayan coşkulu sporseverlerdik biz. Tertemiz sevdamızı tirajını arttırmak için kullananlar sürmanşetlerinden yıllarca birçok oyuncuyu ülkemize getirdiler. Hepsi çok heyecan vericiydi ama bir tanesi çok farklıydı. Ondan sonra Galatasaray’a Zidane, Lacatus, Mutu, İnsua gibi birçok yıldız yazıldı çizildi, fakat hiçbiri Belodedici gibi takıntı haline gelmedi.
O yıllarda özelikle Doğu Bloku ülkelerinin takımları ve sporcularına büyük hayranlık duyuyorduk. Bu hayranlığı zaman zaman abartarak fobiye dönüştürdüğümüz de oluyordu. Beşiktaş 1986-87 sezonunda Şampiyon Kulüpler Kupası çeyrek finalinde Dinamo Kiev ile eşleşmişti. Maçtan önce gazetelerde çıkan haberleri çok iyi hatırlıyorum, resmen hem takımı hem de kendimizi psikolojik olarak bitirmiştik. Uzay takımıydı, 2000’lerin futbolunu oynuyordu, Sovyet Milli Takımı’na futbolcuların tamamına yakınını veriyordu, efsane teknik adam Lobanovski’nin kondisyon yüklediği takımı 90 dakika hiç durmadan koşuyordu, Belanov dünya yıldızıydı gibi gibi… Bir de üstüne maçın yoğun kar yağışı nedeniyle iki kez ertelenip sonra da İzmir’e alınması motivasyonumuzu iyice bozmuştu. Bu şartlar altında 14 Mart 1987 günü Atatürk Stadı’nda oynanan maçta hiçbir varlık gösteremeyerek 5-0’lık ağır bir yenilgi aldık. 4 gün sonra Kiev’deki rövanş maçında daha kötüsü olmasın diye kendi sahamızı terk etmeden 2-0’a razı olduk. Bizi eleyen uzay takımı Dinamo Kiev ne hikmetse yarı finalde yeryüzüne ayak basmış, Porto karşısında tutunamayıp kupadan elenmişti.
Kapalı bir kutu olan Doğu Avrupa ülkeleri spora inanılmaz önem veriyorlar ve büyük sporcular yetiştiriyorlardı. Bu ülkelerin sporcuları, Avrupa’daki meslektaşları lüks bir yaşam sürerken takımlarının işçileri, rejimlerinin reklam yüzüydüler. Futbolda 1986’da Barcelona’ya karşı kalesinde devleşerek 4 penaltı atışını da kurtaran Ducadamlı Steaua Bükreş’in, 1991’de son yıldızlar karması Kızılyıldız’ın şampiyonlukları hayranlığımızı daha da arttırmıştı.
1986 yılında Steaua Bükreş formasıyla Şampiyon Kulüpler Kupasını kazanan Migrad Belodedici, 1988 yılında Nikolay Çavuşesku rejiminden kurtulmak için Yugoslavya’ya sığınmıştı. 1991 yılında bu sefer Kızılyıldız formasıyla Avrupa’nın en büyük kupasını kaldırdı. Avrupa’nın dev kulüplerinin yanında amatör ruh ile mücadele edilerek kazanılan iki şampiyonlukta da pay sahibi olan Belodedici’ye sempatimiz çok daha başkaydı. O dünyanın en iyisiydi, topu onun kadar iyi oyuna sokan bir başka libero yoktu. Üstelik Türkiye’ye gelmeye de can atıyordu. Yakında geliyordu, süre veriyordu! Ülkemize gelmek için yanıp tutuşan Beledodici’nin rötarı hakkında birçok senaryo aklımızdan gelip geçiyordu. En çok inandığımız ise paragöz Yugoların fiyatı arttırmaya çalışmasıydı.
Yapılan haberlerden sonra kulüp büyük bir baskı altına girdiği için mi yoksa bizim gibi bu haberlere inandığından mı bilinmez, Galatasaray Başkanı Alp Yalman 1991 yılında özel uçağa atlayıp soluğu Belgrad’ta almıştı. İşte Belodedici sevdamız o seyahat sonrası gerçeklerle yüzleştiğimizde bitti. Ne kulübü ne de kendisi Alp Yalman’a yüz vermemişti. Belodedici Türkiye’ye gelmeye sıcak falan da bakmıyordu! Israrlarımız karşısında isyan eden Kızılyıldız Kulübü yetkilileri altını çizerek Galatasaray’ın çabalarının boşuna olduğunu ve futbolcularını satmayacaklarını ifade ediyorlardı.
İçimizdeki ukdeydi Belodedici. Kariyerinin sonlarında belki ülkemize gelir diye umarak transfer defterini kapadık. Ama o son zamanlarında bile ülkemizde değil Meksika’da top koşturmayı tercih etmiş, daha sonra da ülkesinde Steaua Bükreş formasıyla futbol hayatını sonlandırmıştı. Bu vakitten sonra da zaten gelmesin ülkemize! Gelirse tüm ülke anlaşmışçasına yüzüne bakmayacağız ve trip atacağız, bunu iyi bilsin.