Doğada her şey karşıtı ile vardır.
Yani karşıtlar, yan yana ve birliktedir; ancak sürekli mücadele içindedir:
Sıcak-soğuk, gündüz-gece, büyük-küçük, zayıf-güçlü, sert-yumuşak vb…
Bunların tamamı, aynı zamanda da birer “çelişki”dir.
Çelişki, maddenin içindeki karşıtlıktır.
Bu karşıtlıktan hareket doğar.
Çelişki, bu harekettin kaynağıdır.
Yani maddenin hareketi, içinde barındırdığı karşıtlıktandır.
Doğada olduğu gibi, yaşamda da, toplumlarda da çelişkiler ve bu çelişkiler arasında hep mücadele vardır.
Bu durum da gelişmeleri ve sıçramaları yaratır.
Bu nedenle, toplumlardaki bütün gelişmelerin motoru ve itici gücü, bu çelişkinin varlığı ve mücadelesi ile açıklanır.
Yani doğadaki ve de toplumdaki her hareket, içinde barındırdığı “çelişki”den kaynaklanır.
Toplumsal alandaki çelişkinin en belirgin hali, sınıfların varlığı olup, günümüzde de bunun ifadesi “emek ile sermeye” çelişkisidir.
Sömüren ile sömürülen çelişkisi, ezen ile ezilen çelişkisi, varsıl ile yoksul vb çelişkilerdir.
Kapitalist toplumda
çok sayıda çelişki vardır.
Bu çelişkiler çözüldükçe, toplumu rahatlatır.
Bu çelişkilerin en büyüğüne “baş çelişki” denir.
Baş çelişki, insanlık ve toplum yararı adına mutlaka çözülmesi gereken çelişkidir.
Bu, ilerlemenin de gereğidir.
“Baş çelişki”ye bağlı olan alt çelişkiler de vardır ki bunlara da “yan çelişkiler” denir.
“Baş çelişkiler” aslında uzlaşmaz çelişkilerdir:
“Emek-sermaye” çelişkisi gibi…
Demokrasi ile diktatörlük çelişkisi gibi…
“Yan çelişkiler” ise uzlaşır çelişkilerdir.
Konu, ülkemiz elbette.
Bir süreden beri iktidar, anayasada belirlenen siyasal hukuk düzeniyle derin bir çelişki ve karşıtlık içinde.
Anayasada açıkça yazılı olan “laik/demokratik/sosyal hukuk devleti” olma hükümleri fiilen işletilmemekte.
Öyle ki, değiştirilemez/değiştirilmesi teklif bile edilemez olan kuruluş ilkeleri de yok sayılıp görmezden geli nmekte.
Ulus egemenliği, güçler ayrılığı ilkesi, temel haklar ve özgürlükler, basın/medya, anlatım/ifade hak ve özgürlüğü, hak arama ve hak alma başta olmak üzere her türlü ekonomik, sosyal, siyasal örgütlenme, düşünceyi ifade etme gibi en temel demokratik haklar ve özgürlüklerden her geçen gün daha da gerilere gidilmekte.
Fiili ve keyfi bir yönetim anlayışı gitgide, anayasal ve meşru olanın yerine geçmektedir.
Hukukun üstünlüğü terk edilmekte.
Bu durumda her türlü siyasal/ekonomik ve sosyal eleştiri ile demokratik meşru siyasal iftira ve muhalefet etme hakkı da neredeyse fiili ve keyfi olarak kullanılamaz hale gelmektedir.
Peki, bu durumda, bu koşullardan hareketle, ülkede “baş çelişki” ya da “temel çelişki” nedir?
CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun özellikle ve isabetle belirtiği gibi baş çelişki “demokrasiden yana olmakla, diktadan yana olma” yani “demokrasi ve dikta” arasındaki çelişkidir.
Kılıçdaroğlu’na göre bu durum, öyle partiler arasındaki bilinen, klasik rekabet ve öne geçme siyaseti mücadelesini sürdürme olarak görülmemelidir.
Çözüm de “acil demokrasi” mücadelesindedir.
Peki bu çözüm nasıl gerçekleştirilir?
Elbette barışçı/demokratik/meşru, etkili siyasal mücadele ve özgür, adaletli seçim/sandık iledir.
Bu mücadelenin siyasi merkezi ise en başta, Cumhuriyetin
ve demokrasinin kurucu partisi CHP olmak üzere bütün demokrasi müttefikleriyle birliktedir.
“Baş çelişki”nin yanı sıra elbette birçok “yan çelişkiden de söz edilebilir.
Parti içi siyasi mücadele, yer siyasette kişisel yükselme, yer elde etme, senlik benlik iştahı içinde hizipleşme vb denilebilir.
Peki bu baş çelişkinin çözülmesi için mücadele verilirken, iç siyasi önderlik ve örgütsel yapıdaki arızalar gibi uyuşmazlıklar, nasıl görülmelidir ve nasıl
değerlendirilmelidir?
Bu yan “çelişmeler” karşısında yine
de eleştiri ve özeleştiri, işletilebilmelidir.
Yukarıdan aşağıya, merkezden yerele, yetki nerede ve kimlerdeyse, sorumluluk da oralardadır.
İstismara da gidilmemelidir.
Parça, bütüne feda edilmemelidir.
Araba, atın önüne geçirilmemelidir.
Aslolan “acil” demokrasi” mücadelesidir.
“Demokrasi ve dikta çelişkisi” demokrasi yararına mutlaka çözülmelidir, çözülecektir.
Mademki “baş çelişki” bellidir.
Gerisi hikayedir.