Olmaz olmaz, dememeli.
Ta en başında, bugünler görülemedi.
Bundan sonrasına dair
iyi hesap edilmeli.
Ne olur ne olmaz; bu bilinmeli, kestirilmeli.
On sekiz yıldır, nerelerden nerelere geldik,
bir düşünmeli.
Kuru yapraklar gibi
sert yelin önünde,
artık sürüklenmemeli.
Ne hayal üretmeli,
ne de kötümserlik;
gerçek neyse,
öyle ya da böyle;
ona göre yürünmeli.
Yeryüzünde başka bir ülkede var mıdır acaba,
kendi içinden kendine karşı yürütülen onca amansız ve
karanlık çabayla;
Kurtuluşundan, kuruluşuna;
kurtarıcısından, kurucusuna;
bağımsızlık, egemenlik davasına;
özgürlüklere, temel insan haklarına;
fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür olmaya;
her söz bir küfür, her bir kelam kaba saba.
Memleket sanki, örgütlü bir kötülükle karşı karşıya…
Her yönüyle,
hem Mütareke Devri’nden,
hem de 9 Eylül 1922
İzmir öncesinden.
Muhipler Cemiyeti’nden,
Sarayın Kuvayı İnzibatiye’sinden…
Zamanın işbirlikçiliğinden bugüne,
zamanenin “ağız birliği” etmişçesine;
ne Kurtuluş Savaşı var,
ne yedi düvel;
ne Sevr anlaşması var,
ne de Mondros!
Ne İstanbul işgal edildi,
ne de İzmir yangını!
Ne Samsun’a çıkış var,
ne Bandırma Vapuru!
Ne Amasya var, ne Sivas’ı ne de Erzurum’u!
Ne İngilizler, Fransızlar,
ne de İtalyanlar var?
Ne de emperyalizmin maşası işgalci Yunanlılar?
Hepsi ama hepsi hayali, kafadan uydurulmuşlar!
Tövbe! İngilizler mi? Dosttular, işgalci değil!
Padişah Vahdettin, İngiliz işbirlikçisi hiç değil!
Haşa! İngiliz zırhlısına sığınmış, kaçmış da değil!
Vatan parçalanmış, millet fakr-ü zaruret içinde
değil!
Değil, bunların hiçbiri gerçek değil!
Mustafa Kemal?
Atatürk hele, hiç değil!
“Vatan bir bütündür, bölünemez.” demedi!
“Milletin istiklalini yine milletin azim ve
kararı kurtaracaktır.” da demedi!
Değil kardeşim, değil!
Sakarya kan akmadı, İnönü’de savaşılmadı;
Dumlupınar, Kocatepe, Büyük Taarruz hikaye!
Millet meclisi ve egemenlik kayıtsız şartsız ulusun;
Cumhuriyetle halk iradesi, halk idaresi kurulsun!
Çağdaş uygarlık, bilim, kalkınma olsun!
Millet kendi diliyle yazsın
ve okusun.
Ve fakat değil işte,
hiçbiri değil!
Ağrı Dağı mı, ne yükseği; küçücük bir tepecik!
Kızılırmak, Sakarya, Dicle, Fırat birer derecik!
Bandırma Vapuru da kocaman bir Titanik;
İngiliz zırhlısı ve bugünkülerse bir “gemicik!”
Dünya dönmüyor, yuvarlak da değil dümdüz!
Dört ne demek, mevsim tektir, o da sadece güz!
Doğudan değil Güneş, batıdan doğmaktadır!
Sular mı, o aşağıdan yukarıya akmaktadır!
Renkler çeşit çeşit değil, hepsi aynı, o da “ak!”
Dünü bırak, yüz yıl atla, yalnızca bugüne bak!
Genç dediğin ayran içer; değilse kafası kıyak!
Ne günlere kaldık, böyle başa böyle tarak!
Bu kafayla, iyisi mi;
“olmaz olmaz” dememeli.
Baş çelişki mi?
“Demokrasi ve anti demokrasi.”
Geride kaldı meşrutiyet; bugün sanki mutlakiyet!
Bu durumda, demokrasi hattı genişletilmeli.
Dar düşünüp de şahsi hırslara yenilmemeli;
yenilenlere ise fırsat, meydan verilmemeli.
Kimilerinin de ellerindeki makam ve mevkileri
koruma hırsını “birlik beraberlik” nakaratına
dönüştürmesi de asla görmezden gelinmemeli.
Fırsatçılığın öne çıkmasına izin verilmemeli.
“Birlik beraberlik” fikri, kimsenin kendi yerini
güçlendirmesine
feda edilmemeli.
Memlekette iktidarlara sahip olanlarda belli
“hacı gözü yok”
niyetleri de niyet değil.
Gerçek şu ki, bu gitmeler, gitmek değil.
Zembereği boşalmış,
freni de tutmaz;
nerede, nasıl duracağı
hiç belli değil!
Gitmemek üzere programlandıkları,
artık sır değil!
Hak, hukuk ve adalet,
işler değil.
Sandık-seçim milletin iradesiydi hani;
oyun da kuralları ile
oynanabilir gibi değil.
Kazanmaları için seçim; yoksa gerekli değil.
Huzur, güven ve sükun,
ara ki bulasın;
bugün dünden, yarın bugünden emin değil.
“Beter” olan, normali oldu artık memleketin;
“beter”e karşı durmamak mümkün değil.
Özetin özeti “hal ve gidiş” tekin değil.
Baş çelişki “demokrasi-antidemokrasi”
Bugünden tezi yok,
büyük düşünmeli.
Yarın gerçeği bugünden görülmeli.
Beterin de beteri var;
bu bilinmeli.
Düşünmek, görmek,
bilmek yetmez.
Gereğini bulup yerine getirmeli…