Victor Hugo, Sefiller’de: “Tanrı, hiçbir çocuğu kötü olsun diye yaratmaz! Onu kötü yapan, kötü eğitimdir. Kötü anne-baba, kötü çevre, kötü yönetim balçık gibidir. Zavallı yavruları da çekip yutar” der.
Dönüp dolaşıp eğitime geliyoruz.
Türkiye’nin gerçek beka sorunu eğitimdir.
Çünkü eğitim bakımından “olmamız gereken yerde” bulunmuyorsak tüm tehditler ülkenin bu açığından gelir.
İyi eğitim veremezsek çocuklarımızı kaybederiz.
Çocuklarımızı kaybettiğimiz zaman geleceğimiz akıp gitmiştir farkında olmadan.
Ve işte o zaman yurdun dört tarafı da savunmasız hale gelir.
Eğitim olmadığı zaman; bitirilen okul ne olursa olsun aklını heba etmiş, beyni yıkanmış generalle de karşılaşabilirsiniz, hakim savcıyla da, öğretim üyesi veya kaymakamla da.
Bir süre sonra karşınıza devleti içten yıkmaya teşebbüs eden biri olarak karşınıza çıkabilirler ki, Hugo’nun dediği o balçık unutulduğundan, şaşarsınız, şaşarız!
Eğitim işte bu açıdan bakıldığında sadece okul bitirdiğinizi gösteren diploma da değildir.
Eğitim beşikte başlar.
Görmekle, yaşamakla öğrenilir. Gerçek eğitim tüm hayat boyu süregelen ve en önemlisi okumayı, araştırmayı, düşündürmeyi gerektiren bir uğraştır.
Çocuklarımıza ne verirsek onu yaratırız.
Bir şey vermiyorsak da Hugo’nun dediği gibi balçık herkesi ve hepimizi yutar.
O nedenle, aklını kullanmak ve akıllı olmak isteyen bir devlet, toplumla beraber kesintisiz eğitim seferberliğinde olmalıdır. Aynı sebepten, eğitim, günlük siyasete ve popülizm endeksli bakış açılarına kapanmalıdır.
Eğitim sisteminin şakaya gelir yanı yoktur.
Lakin ne yazık ki Türkiye’de onlarca yıldır eğitim sistemi ileriye gideceğine gerilemektedir.
Liselerin başarı ortalamalarından tutun, üniversite giriş sınavlarında çözülen doğru cevap sayılarına, liseden beter hale gelen ve sayısal olarak hiçbir aklın açıklayamayacağı yoğunluktaki sayıya ulaşan tabela üniversiteleri ile işsiz diplomalı gençliği katlayarak geleceğe taşıyorsak eğer; geleceğin pek çok beka sorununa yol açacağı kuşkusuzdur.
Eğitim, ortak payda, gerçek ile doğru, evrensel normlar ve bilimsel düşünceyi motive eder şekilde akılcılıktan sapmadan yarınları inşa etmelidir.
Acıdır, Türkiye’de herkes her konuda fikir sahibi iken ve gayet rahat bir şekilde konuşup tartışabilirken çoğu kişinin bilgi sahibi olmadığı, kitap okumadığı, günlük sokak sohbetiyle kafasının şekillendiği ve karar verme mekanizmalarının da benzeri şekillerde işlediği artık malumun ilanı haline gelmiştir.
Liyakat sahibi olanlar görmezden gelinirken boşluklar etkisiz/donanımsız kişilerle doldurulmuş ve bu yapılırken de her noktaya “benden-senden” politikası hakim olmaya başlamıştır.
Hal böyle olunca da zaman içinde doğrular ortadan kalktığından yanlışların hakim olduğu bir yaşam tarzı tüm gündelik hayatı sarmalar hale gelerek olağan ve sıradan bir görünüme ulaşmıştır.
Bakınız yaklaşık iki ay önce bir rapor açıklandı.
“Geleceğin Türkiye’sinde Yüksek Öğretim” adlı bu bilimsel araştırmada iyi bir yükseköğretime sahip olmak için altı çizilen temel ilkeler de yer aldı.
Aslında araştırmaya konu edilmesine ve altının çizilmesine dahi gerek olmayan bu temel ilkelerden sadece ikisini hatırlayalım mı?..
“Bilimsel özgürlük ve kurumsal özerklik.”
Türkiye, yükseköğretiminde bu iki temel ilke nerede?..
Var mı, gerçek manada oldu mu hiç, bugün nasıl?..
Geçmişe göre yükseköğretim çıtası iyiye mi gidiyor, kötüye mi?..
Eskiden insan kalitesinde sorunlar yine varolsa da tüm medyanın gündemine oturan ve “eğitim seviyesi yükseldikçe bana afakanlar basıyor” diyen bir rektör yardımcısı duymuş muyduk hatırlamıyoruz.
Ama yine de şaşmamak gerek artık..
“Şeriat gelsin de isterse Türkiye batsın” diyen fesli de tarihçi(!) sayıldıktan sonra…
Türkiye’nin temel sorunu her daim olduğu gibi bugün de eğitimdir.
Ya eğitimdeki zayıflık balçığına seyirci kalacağız ve beka sorunu tam da bu açıktan bizi vuracak…
Ya da akıl ne, çağdaşlık neyi gerektirir, dünya nereye gidiyor, bunu hatırlayıp senden-benden itiş kakışını bırakıp eğitimi, hukuku, bilgiyi takip edeceğiz.
Tercihler sonucu belirler.
Tercihler kaderimizi etkiler.