Toplum olarak huzursuzluk çıkaran insanların verdikleri mesajları genellikle doğru okuyamıyoruz. Yeni kuşakları geleceğe hazırlarken ısrarla faydasız, kısır söylem ve davranış biçimlerinden medet umuyoruz. Ders alamadığımız ama ısrar ettiğimiz klasik düşünceler ise hiçbir işimize yaramayarak yerimizde saymamıza neden oluyor. Oysa problemli diye tarif edilen birçok gencin temel sıkıntısı başarı duygusunu hayatlarının hiçbir alanında tatmamaları ve kendilerini değerli görmemeleri. Bu yüzden varoluşlarını anlamlı kılacak davranış ve düşüncelerden uzaklaşıp anlamsıza doğru yol alırken, kurallar ve ahlaki değerleri de pek umursamıyorlar.
Son zamanlarda Dursunbey’de olmaz dediğimiz birtakım olumsuz hadiseleri yaratanların fiziksel şiddete yönelik tedbirlerle bastırılmaya çalışılması sorunun çözümüne ne derece katkı sağlayacak, bekleyip göreceğiz. Bir bölümünü uzun zamandır gözlemlediğim ve okul yıllarından bu yana sorunlu damgası yiyen bu çocukların yaşamlarında sıradanlaşan şiddet eğiliminin yine şiddet uygulayarak çözülmeye çalışılması, kanaatimce sadece topluma zaman kazandırmakta. Oysa küçük yaşlarda özelikle risk grubundaki bu çocukların yeteneklerini ve ilgi alanlarını keşfetmeleri sağlansaydı, hayatın belli bir alanında da olsa başarı duygusu tattırılsaydı belki de çok daha olumlu sonuçlar elde edilebilirdi. En azından toplum olarak sorumluluklarımızı yerine getirmenin huzurunu yaşar ve gelecek adına farklı eylem planlarının oluşturulmasında motivasyon sağlardık.
İşte tam da onlardan biridir Bahadır. 15 yıllık kısa ömrünü tek bir kelime ile özetler : “Başarısız.” Başarısız biri için hayatta çok da bağlayıcı nedenler yoktur. Başını belaya sokacak eylemlere gözü kapalı girmekten çekinmez. Birçok olaya karışarak arkadaş muhabbetlerinde keyifle anlatacağı olayları art arda sıralamıştır. Daha acımasız olmak için, daha da güçleneceği, yetişkin olacağı günlerini sabırsızca beklerken, hayatı bir öğretmenin sevgi dolu dokunuşuyla aniden değişiverdi. Oysa hikâyenin sonu genellikle böyle bitmezdi. Yedisinde neyse yetmişinde de öyle olmalıydı ya da böyle gelmiş, böyle gitmeliydi. Ama bu sefer değil! Yüreği çocuk sevgisiyle dolu bir öğretmeni: “Bu böyle gitmez.” dedi. Çocuğun gözünün önünde, avucunun içinde olan potansiyelini, ona sevgiyle ve değer vererek gösterdi.
Dursunbey Çok Programlı Lisesi’nin rehber öğretmeni, lise 1. sınıfta okuyan Bahadır’ın defterindeki öğrenciye göre karalama olan çizimleri gördüğünde Bahadır’da farklı özelikler olduğunu anladı. Hacer Öğretmen önce kendisi için bir bisiklet resmi yapmasını istedi. Daha sonra Bahadır’ın yaptığı resmi rehberlik panosuna astı. Panoya asılan resim Bahadır için yepyeni bir dönemin başlangıcını temsil ediyordu. Öğrenci daha sonra da birkaç haftalık bir hazırlıktan sonra Balıkesir Güzel Sanatlar Lisesi için açılan ek kontenjan sınavında 1. oldu.
Bugüne kadar kötü ve sorunlu bir öğrenci olarak anılıyordu Bahadır. Lise 1. sınıfı tekrar ettiği yıl karşısına duyarlı bir rehber öğretmen çıkması onun şansıydı. Artık başarısızlıklarının arkasına sığınıp geleceği düşünmeden kaygısız yaşama hakkını kaybetti. Şimdi onu tarif ederken en başa yerleştireceğimiz kendi anlamını bulduğu bir alana sahip. Bahadır gibilere dayatılan, emsal teşkil etmesi istenen farklı başarı öykülerinin en azından onlara uygun olmadığı anlaşıldı. Başkalarının başarı hikâyeleri biraz da onların gittiği yol ile ilgiliydi zaten. Oysa Bahadır’ın yolu ve yetenekleri farklıydı. Şimdi Bahadır’ın başarılarını anlatma zamanı, şimdi Bahadır’ı başkalarına anlatıp, onun yolundan gidecekleri keşfetme zamanı. Artık başaracağı bir yolu var ve bugünden sonra varlığı çok daha anlamlı.
Bir umut hikâyesidir aslında Bahadır. Çocukları basmakalıp seçeneklerle sınırlamadığımızda, onlara değer verdiğimizde, başarılarına, yapabileceklerine odaklandığımızda hayatlarının nasıl da değişiverdiğini gördüğümüz bir hikâyenin kahramanıdır Bahadır. Ve onun gibi binlercesine ne yapıp edip ulaşmalıyız. Görünene değil de görünenin ardında var olanlara ulaşmayı başardığımız gün binlerce Bahadır’ın hayatına dokunabilir ve ufacık bir dokunuşun nasıl mucizeler yarattığını görebiliriz. Yollarımızı kesiştiren ufacık anlar ne kadar kıymetliyse, ne kadar hayat değiştiriciyse; yol ayrımlarımız, önyargılarımız, insanları sadece davranışlarına bakarak değerlendirmelerimiz de bir o kadar hayat kurutucu. İnsan öğütmek değil eğitmek olmalı sloganımız. Tıpkı “Deniz Yıldızı” hikâyesinde olduğu gibi. Her eğitimci ortak olmalı bu işe. Şartlar ne kadar olumsuz olursa olsun ne kadar “deniz yıldızı”nı kurtarırsak o olacak karımız.