Bugün Ayvalık için sıradan bir gün değildi. Ziyaretçileri önemliydi. “MOSKOVA DEVLET ÜNİVERSİTESİ’NDEN ÖĞRENCİLER, OSMANLI TARİHİ ARAŞTIRMALARI İÇİN AYVALIK’A GELDİ… Yelena Aleksandrova Oganova ve Prof.Dr. Taşansu Türker eğitmenliğinde yaklaşık iki hafta boyunca Ayvalık’ta kalacak olan Moskova Devlet Üniversitesi Türkoloji Bölümü öğrencileri, yılın büyük bir bölümünü Ayvalık’ta geçiren Tarihçi İlber Ortaylı’dan da dersler alacaklar.” Ayvalık belediyesini ziyaret ettiler. Belediye başkanımız, kaymakamımız, bütünşehir belediye başkanımız ziyarette hazır bulundular.
Bildiğiniz üzere merhum Prof. Şinasi Tekin hocamız görevli olduğu Harvard Üniversitesinin yaz okulu üzerinden Koç grubunun desteği ile Cunda Adası’nda 1996 yılından başlayan “Osmanlıca Yaz Okulu” açmıştı. Hocamız Yakın Doğu dilleri konusunda yetkin bir kişilikti.
Ayvalık deyince Cunda’yı da beraberinde düşünmemek olmuyor. Ayvalık-Cunda-Küçükköy üçgeni düşünüldüğünde yerli halk yanında Rumu ve özellikle Rum Ortodosk ruhani gücü düşünmemek ise mümkün değil…
Bunları düşündüğünüzde ise Ayvalık’ın Rum Ortodosk kilisesinin, hem Rusya(Doğu) Ortodosk kilisesinin hem İstanbul’daki Ortodosk Kilisesinin etki anlamında ortaya çıkan baskısı altında ne derece önemli olduğunu görmek gerekiyor. Bu önemin altında yatan da Ekümeniklik payesidir.
Ayvalık, 17. yüzyılın ikinci yarısından sonra dünya ekonomisinde varlığını hissettirmeye başladığı andan itibaren misyonerler mücadelesinin kıyasıya yaşandığı bir bölge olmuştur. Rus Ortodoks ile İstanbul Rum Ortodoks cemaatlerinin güç kavgalarında Ayvalık’ın özel bir yeri vardır. Ruslar, 1774 yılında Osmanlı ile imzaladıkları Küçük Kaynarca Antlaşması’nda Ayvalıklı Rum iş adamları için özel madde koydurmuşlardır. Rum İş adamları bu madde sayesinde o yıllarda müthiş büyük paralar kazandılar ve bir anlamda finans kapital dünyanın başlangıç noktası konumuna getirdiler, Cunda adası ve Ayvalık’ı…
İstanbul’da var olan Patrik Bartheolomos’un Ekümeniklik payesi İstanbul varlığı ile söz konusudur. Patrikhanenin, İstanbul’un dışına taşınma durumunda bu payenin alınması ve kullanılması mümkün değildir. Dolayısıyla Rum Ortodosk cematinin lideri olan Patrik Bartheolomos gücünü İstanbul’dan almaktadır. Burada güçlenmesi onlar için çok önemlidir. Bu güçlenmede Ayvalık, özel bir konuma sahiptir. Bugün Cunda adasında var olan ve patrikhane konumunda olan Taksiyarhis kilisesinin onarılması sıradan ve basit gerekçelerle açıklanabilecek bir süreç değildir. Yine bu bağlamda Ayvalık ve Cunda Adası’nda yer alan Rum Ortodoks cemaatine ait manastır ve yıkık durumdaki dini yapıların gündemde yerini alması olayı da yakından takip edilmelidir. Yine unutulmamalıdır ki Ayvalık’ta ki Taksiyarhis Kilisesi de yakın zaman dilimi içinde sessiz sedasız bir şekilde Metropolit ilan edilmiştir. O nedenle Ayvalık ve ekonomiyi düşündüğümüz de bu gücün varlığını ve etkisini devre dışı bırakırsak hiçbir zaman ayaklarımız yere sağlam basmaz. Ayvalık’ta dün de bugün de dönen tüm gizli kapaklı dolap içindeki oyunların hepsinde bu güçlerin etkisi çok büyüktür. Yine diyoruz ki Cunda’da ki Metropolit’in(Anadolu’da papaz yetiştiren ilk okuldur) ünlü Saint Simon Meclisi’nde ki sandalyesinin de halihazırda boş tutulması da dikkatlice takip edilmelidir. Biz ediyoruz, da… Küresel zenginlerimizin Ortodosk sevdası da gözümüzden kaçmıyor…
u çerçeve içinde yerel halkın hızla fakirleştirilip malını satar hale gelmesi ise bu tablo içinde belirleyici unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette Ayvalık’ın geçmiş tarihinde Rumların özel bir yeri her zaman var olacaktır. Bu özel yer anlayışı, Ayvalık’ın sahiplenilmesi doğrultusunda gelişme ile paralellik gösterirse işte o zaman Ayvalık’ta büyük sıkıntıların yaşanılması da kaçınılmaz olacaktır.
Bu konuları süreç ilerledikçe daha etkili bir şekilde inceleyip değerlendireceğiz. Peki! bu süreç içinde Mesut başkan ne konumdadır, diyecek olursak hemen şu cümleyi düşebilirim. Bugünkü ziyaret ve bu 15 günlük eğitim ile Mesut başkan Boşnak kimliği ile Rum Ortodosk ruhani gücün itici etkisi içine girmiştir. İtici etkinin yansımalarını çok yakından çok sıkı bir şekilde birlikte takip edeceğiz. Mesut başkanı uygulama safhasında teslim alma girişimlerine karşı hep birlikte uyanık ve tetik olmak zorunluluğumuz vardır.
Bu konuya ilişkin birkaç önemli bilgi notunu yazmadan önce Osmanlı döneminde Cunda-Ayvalık ilişkisi üzerine bir bilgi notu düşmek istiyorum. “Ayvalık Rumları, Cunda’ya kokulu ada anlamına gelen “Moshonis” demişlerdir. Cunda, Osmanlı döneminde bir kaza merkezi olarak Midilli Mutasarrıflığına bağlıdır. Ama din işleri bakımından da Ayvalık Metropolitliği içinde yer alır. Gümrüğü Ayvalık’tan ayrıdır. Midilli ile arası yaklaşık 10 mildir. Temel ihraç ürünleri zeytinyağı, sabun, şarap ve balıktır. Cunda adası’nın bir başka özelliği de burasının önemli bir kaçakçılık merkezi olmasıdır. Kaçakçılık çok yaygındı ve önlenemiyordu. Ayvalık’ta zaman zaman çıkan huzursuzluklarda Cunda’daki kaçakçılığın önemli bir rol oynadığına şüphe yoktur.”( Zeki ARIKAN’nın notlarından alıntılanmıştır.)
Midilli Mutasarrıflığına Namık KEMAL’in atanması ada halkı için kırılma anıdır. Namık KEMAL bazı sorunların çözümü için bu göreve atanmıştır. Göreve başladığı 18 Aralık 1879’dan itibaren Midilli’deki görevi sırasında kaçakçılıkları önlemeye çalıştı. Hazine gelirini arttırdı. 20 Türk ilkokulu açtı. Türk’lerin hayat seviyesini yükseltti. Adalarda yaşayan Türk ahalisinin sorunlarını dile getiren bir rapor hazırlayıp Bâb-ı Âli’ye sundu.1882’de Nişan-i Osmanlı madalyası ile ödüllendirildi.
Namık KEMAL bey, Cunda adasının Midilli’ye bağlı olmasındaki yapaylığı kavramış ama bu yapaylığa bir anlam veremiyordu. Bu durum aslında Midilli’nin iç yönetimine ve gereksinimine de uygun değildi. Anlam veremediği nokta ise Midilli adasında Yunda’dan daha büyük köyler vardı ve bu nedenle bu küçük adanın Midilli sancağına bağlı bir kaza merkezi olması anlamsızdı. Bu sorunu sık sık dile getirmiştir. Adanın Ayvalık’a bağlanması yolunda yaptığı bütün girişimleri sonuç vermemiştir. Oluşturulan ve bir türlü anlam verilemeyen bu yapaylık, sonunda Midilli’nin elden çıkmasını sağlamıştı. Bu süreçte Yunda yerlileri ile adanın ileri gelenleri de Ayvalık’a bağlanmak istemiyor, hükümete yazdıkları dilekçelerinde bu durumu açıkça dile getiriyorlardı.
“Cunda bir kaza merkeziydi, ama doğru dürüst bir hükümet binası yoktu. Hükümet konağı topu topu dört küçük odadan oluşuyordu. Mahkemeler kahvelerde görev yapmak zorunda kalıyordı. Hükümet binası sorununa çözüm aranırken Despot Kulesi olarak bilinen Metropolit Agatonkiya’nin binlerce altın harcayarak yaptırdığı binanın satın alınması gündeme geldi. Böylece kaza merkezi düzenli bir hükümet binasına kavuştu.”(Zeki ARIKAN’nın notlarından alıntılanmıştır.)
13 Nisan 1909, 1908 yılında ilan edilmiş Meşrutiyet’e karşı yapılan 31 Mart gerici isyanın olduğu gündür. Bu eylem bastırılır ve hemen CUNDA belediyesi, Midilli adasından bağı kopartılarak Karesi(Balıkesir’e) vilayetine bağlanır. Olayın kırılma anı budur. Eğer o gün İttihat ve Terakki yönetimi tarihi bir karar ve hamleyle hemen Cunda’yı idare yönünden bağlı olduğu Midilli Mutasarrıflığından alıp ve yine ilçe olma hakkını da almak suretiyle bucak-belediye olarak Karesi Mutasarrıflığına bağlamasaydı Lozan da Cunda adasını da kaybedecektik. Bu nedenle ileriyi gören çok yerinde ve önemli bir karar olarak görmek zorundayız. Bugün bölgemizde bu anlamda bu sessiz savaş bütün ağırlığı ile sürmektedir.
Şimdi gelelim Boşnak olayına…
Padişahın yeşil sancağı, İngilizlerin alaycı, aşağılık politikalarının sembolü haline getiriliyor. İzmir civarı, Bursa yöresi İngiliz destekli Yunan’ın açık işgalinde dahi tam bir teslimiyetle, yerel eşraftan ve din adamlarından oluşan heyetler aracılığıyla işgale davet ediliyor. Kuvva-i Milliye’ciler, Müdafa-i Hukuk Cemiyerleri üyeleri, destek yerine kovulma, ihbar edilme düzeyinde ihanetlerle karşılaşıyor. Atatürk önderliğindeki Ankara hükümeti kuvvetlerine, Ege’den ilk açık destek, Rumların yerlerine yerleştirilmiş Boşnaklardan geliyor. İlk direnişi Ayvalıklı Boşnak müfrezeleri başlatıyor. Maraş’ta Fransız üniformalı Ermeni askerlere Sütçü İmam’ın sıktığı kurşun, İzmir’in işgali sırasında Hasan Tahsin’in İngilizlere sıktığı kurşun, nasıl kurtuluş yolunun ilk nüveleri idi ise Boşnaklar’ın Ayvalık direnişi de öyledir. Doğan Avcıoğlu Milli Mücadele tarihi adlı kitabında şu şekilde aktarıyor: “Oysa Ayvalık ve çevre halkı direnmeye hazırdır. Direnişi söndürmeye çalışan İngiliz temsilcisi, Balıkesir Mutasarrıfı’nı çağırtarak ondan zeytinliklerin boşaltılmasını, vapurla Bursa’ ya gönderilmek üzere askerî birliklerin teslim olmalarını Rumeli göçmenlerinin, Rumlar eski evlerine döneceklerinden buradan çıkmalarını ister. Hadkinson’un tercümanlığı ile konuşan bir Yunan subayı da, Ayvalık Rum halkının, zeytinliklerinde ve tarlalarında serbestçe çalışabilmesini sağlamak için işgalin yapıldığını Çetinkaya Kuvvetlerinin çekilmesi gerektiğini bildirir. Rumeli Göçmenleri yeni evlerini ve tarlalarını kolayca bırakmak niyetinde değillerdir. Ordu birliklerinin de desteği ile adım adım döğüşürler. Akbaş cephaneliği baskınıyla bilinen Edremit kaymakamı, Köprülü Hamdi Bey, Burhaniye Kaymakamı Özdemir Salim gibi Millici güçlerin başına geçer. Ayvalık’a doğru yapılan başarılı bir saldırıyı Hamdi Bey 16 Haziran’da şöyle anlatır: Düşmanın topçu ve makineli tüfek ateşi altında ilerleyen kendini esirgemez arkadaşlarımızın hareketi, her çeşit övgünün üstündedir. Eylemlere katılan Edremit Bölüğü ile Boşnakların canlarını feda edercesine çalışmalarını özel olarak belirtiyorum. Edremit’in soylu çocukları 4,5 saat süren büyücek bir savaş ile adlarını tarihe geçirdiler.Yitiklerimiz pek önemsizdir. Tanrı’nın desteği ile düşman yenilecek ve vatan kurtarılacaktır.” (Doğan Avcıoğlu Milli Mücadele Tarihi syf. 1245)
O nedenle Osmanlının bitik olduğu süreçte Anadolu’nun savaşacak dermanının ve heyecanının olmadığı bir süreçte İttihat ve Terakki’nin devlet yönetimini terk etmeden yapmış olduğu o çok kıymetli hamlelerin eşliğinde önce batı da başlayan o Kuvvayi Milliye hareketi daha sonra Atatürk’ün önderliğinde bütün ülke de büyük bir heyecan ile sahiplenilir ve zaferle sonuçlanır. Osmanlıyı bakın nasıl anlatıyorlar. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Kurzon tanımlıyor: “Savaşı Almanlar kazanırsa onların sömürgesi olursunuz. Biz kazanırsak mahvoldunuz.” İşte 20. yüzyılın başındaki Osmanlı budur. Bu acıklı kaos içerisinde Boşnakları değerlendirmek o dönem olaylarında Boşnakları bilmek Türkiyeli Boşnakların konumları için adeta mihenk taşıdır. Boşnakların Küçükköy’e yerleştirilmesi de bu anlam da çok önemlidir. Uzatmayalım, Rum Ortodosk ruhani güç, Boşnakları sevmez. Onların sevgisi şimdilik uzakta dursun, biz bugüne bakalım. Bugün Ayvalık içeriden bakıldığında kendi bokunda boğulan bir yer olarak görülse de bazılarımız tarafından Ayvalık’a dışarıdan bakıldığında dünya sahnesinde çok önemli bir yer konumundadır. Bizim içinde bir sevdanın adıdır, Ayvalık… Ayvalık bu anlamda “evin salonu” değil kendisidir ve paha biçilemez bir değerdedir. Biz birlik olamazsak, gençlerimizi üretici yapamazsak, zenginliğimizi biz yönetemezsek işte o zaman korkarım ki bu kentin uzağına düşeriz yani elimizden alırlar…
Dün yaşadığımız ve anılarımız olan bu yere yarın misafir olarak dahi giremeyiz…
Bugün bizler “Ayvalık gençleri” (Şayan’ın kullandığı bir tanımdır) olarak bizler ne kadar diri olursak inanıyorum ki Midilli adasında ki komşularımız da o kadar diri olacaktır. Bazı konularda artık Midilli halkıyla birlikte düşünmeyi ilke haline getirmeliyiz, diye düşünüyorum. Bizler suyun iki yakasında ki iki halkız… Birbirimize değer vermek zorundayız.
İlerleyen günlerde bizleri kaşımak isteyen çok olaylar olacaktır. Ortak paydalarımızı geliştirmek ve yine zenginliklerimizi koruyarak ve genç nüfusumuza iş olanakları sağlayarak sağlıklı ve gelişmiş ve paraya yenilmemiş bir orta sınıf önderliğinde sağlıklı üreten ve tüketen bir Ayvalık’ı yeniden kurmak zorunluluğumuz vardır. Dünyanın ilgisini bu gücümüz ile ekonomiye dönüştürerek ayakta kalmanın heyecanı içinde olmak zorundayız.
Sevgi ve saygılarımla…
*Bir not düşelim: Ekümenik olayı devletimizin elinde dikkatli kullanıldığında çok etkili bir silahtır. Ortodoksların teolojik anlayışlarına göre Patrik, ‘EKÜMENİK’ yani tüm dünyadaki Ortodoksların lideri durumundayken ülkemiz, Patriği, İstanbul’daki yaklaşık 3 bin Ortodoks’un lideri olarak tanımlıyor. Ve özellikle kutsal Patriği seçecek olanların hepsinin Türk vatandaşı olma koşulu ise işin onlar tarafından tuzu biberi bizim tarafından da Ruslara ve özellikle dünyaya karşı büyük bir koz oluyor. Patrikhane, Ekümenikliği İstanbul’da yani
Constantinople’de olmasından alıyor. İstanbul’dan taşınması ise tahmin edemeyeceğimizden büyük krizlere yol açar… Peki taşınır mı mümkün değil… Hele ki şu ortamda Ekümenikliğin Ruslara geçmesi ise korkunç olur. Yani elimizdeki fitilin ateşlenmesinin önemi ne kadar büyük değil mi?