İlias Venezis “Eolya Toprağı” kitabının sonunu şöyle bitirir:
“Ninem kafasını eğip hayatı boyunca onu koruyan sineye yaslıyor başını. Bir şey engelliyor, yerleşemiyor rahatça: ihtiyarın gömleğinin içinde bir kesek var sanki.
-Ne var burada? diye soruyor hemen hemen kayıtsız bir edayla.
Ninem elini kıyafetinin altına sokuyor ve bedenine değen, yürek atışlarını duyan küçük yabancı bedeni buluyor.
-Bu ne?
-Bir şey değil, diyor dedem çekinerek, suçlu bir çocuk gibi. Bir şey değil. Biraz toprak.
-Toprak!
Evet, memleketlerinden biraz toprak. Gittikleri yabancı ülke de bir fesleğen ekmek için, diyor. Hatırlamak için.
İhtiyarın elleri yavaşça açıyor toprağı sakladıkları mendili. Eşiyorlar içini, ninemin elleri de okşar gibi eşiyor toprağı. Gözleri yaşlı, öylece duruyorlar.
-Bir şey değil, diyorum. Biraz toprak.
Toprak, Eolya toprağı, memleketimin toprağı.”
“Mübadelenin Öksüz Çocukları” kitabının 34. sayfasında “özlem” anlatılıyordu:
“Peki Zehra hanım doğduğu yerleri özlüyor muydu?
Sordum.
Soruma sorularla karşılık verdi: ‘O güzel memleket özlenmez mi, aranmaz mı? Şifalı suları özlenmez mi? Size memleketimi nasıl anlatsam bilmem ki. Orası benim ana vatanım, vatanımı nasıl anlatsam size bilmem ki…”
- sayfasında…
“Girit’i gördükten sonra üzüntüm daha da arttı. Mübadele de annemin çektiği acıları, babamın üzüntüden ölümünü daha iyi anladım. Vücudumuzdan bir yer kopmuş gibi. Ama yurdumuza kavuşmak için bu fedakarlık gerekiyormuş.”
Aynı kitabın 152. sayfasında:
“Mübadele yabancılaşmadır. Geldiğin yere yabancısın, dağa taşa yabancısın.” - sayfasında:
“Giritli Rumların Anadolu’dan gelen Rumları hiç beğenmediklerini, ‘Nerede bizim kibar Girit Türkleri’ dediklerini sık sık anlatırdı…
Özetle ne gelen Türkler ne de giden Rumlar özlemlerini bırakabilmiş ve yeni yaşam yerlerine sığabilmişlerdi.
“Maria-Göç Acısı” kitabında Ertuğrul Aladağ 98. sayfada şu sözleri Apostol’un ağzından söyletir: “O nedenle bu sömürge savaşında Anadolu’yu İngiltere’ye yedirmezler. Amerikan başkanı ne demişti: ‘Yunan askeri Anadolu’ya girerse, Anadolu’yu bir daha geri alamayacak şekilde kaybeder!’ Yani, YUNAN ASKERİNİN ANADOLU’YA GİRİŞİ DEMEK, ANADOLU’NUN YENİDEN TÜRKLERİN ELİNE GEÇMESİ DEMEKTİ.”
Çocukluğuma gittim. Kışın evimizin kliması mangaldı. O mangalı hazırlamak ta öyle kolay bir şey değildi. Ateş öyle kor olacak ki mangala alındığında üstü kül ile kaplandığında duman çıkmayacak. Duman çıkarsa ölüm riskiniz var. Külün altında kor sıcaklığında ateş için için yanarken size de keyfini sürmek kalıyordu. Evin kadını sevdiklerine kahvesini mangalda yapardı. Lezzetini unutmanız mümkün olmazdı. Külün altında pişen közlenmiş patatesi ise lezzetinden yiyemezdiniz. Külün altında saklanan ve için için yanan o korun sıcaklığını, her daim hüznünü içinde taşırken bakışlarıyla dışarıya veren kadınlara çok yakıştırmışımdır. Mübadeleyi düşünürken nedense aklıma mangal ve hüzün geldi. Ayvalık bir anlamda mübadeleyle kuruldu ama mübadeleyi bugün bile gönlünde sakladığı hüznünün içinde yaşayan bir tek Girit’ten gelen insanlarımız, kaldı… Bugün bile onlar için ağızlarından “yarı gavur” sözünü kaçıran öyle çok insanoğlu var ki…
Bugün Ayvalık’ta “dışarlıklı” sözünü kullansanız nüfusun neredeyse yarısı ayağa kalkar, isyan eder.. Ama diğer yandan yöre insanını anlamak içinde kafayı yoran çok az insanımız vardır.. Birisi toprağına, otuna, balığına, zeytin ağacına sevda yakar, birileri de evine, arabasına…
Ayvalık kaynaşır mı?
Bilmiyorum…
Kaynaşmak için “anlamak” gerekir..
Bugünler de “anlamak” tu kaka…
Herkes işin kolayında…
Cunda’da yaşayanların elinden toprakları alındı…
Cunda’da yaşayanların ellerinden balık tutma alındı…
Cunda’da yaşayanların elinden neredeyse Cunda alındı da…
Gıkları çıkmadı… İsyanlarını kimse duymadı…
Diğer yandan…
Kolaycılığa alışan, alıştırılan insanımız eliyle de paranın ucu gösterilerek kıllı midyemiz, papalinamız, pamuk cinsi(eti lezzetiyle çok ünlü) köpek balığımız, karadikenimiz, deniz hıyarımız, kalamarımız, mercanlarımız, gupeslerimiz, pinamız ha bitti, ha bitecek durumda..
Betona olan zaafımız ile ot zenginliğimiz ve Girit’ten gelen tohumlarımız bitti. Dikenli incirimiz masal oldu. Güney Afrika bir kara çalı bitkisi ile 10 milyar doların, kızıl çalı çayı üzerinden de 20 milyar dolar üzerinde bir ekonomi yaratıyor… Biz ise çaresiz bıraktırılan insanımız eliyle öldürüyoruz.
Neredeyse bir anektod oldu… Ayvalıklıyı tanımak istersen.. Deniz kıyısında oturanlara bak! kim denize sırtını dönüyorsa o Ayvalıklıdır.
Dedim ya… Anlamak önemli…
Birini aşk ile seviyorsun, an geliyor ayrılıyorsun ve onu unutabilmek için bir ömür bazen az geliyor insana… Vatan bellediğin toprakları unutmak öyle kolay mı? Orada kalıyor, anıların, birikimlerin ve atalarının mezarları… Nasıl otursun, Ayvalıklı denize karşı.. Başını kaldırdığında karşı kıyıyı görecek… Atasının mezarını, hatıralarını düşünecek…
‘’Benim Giritli limon ağacım
Seni nerelere dikeyim
Dikeyim, dikeyim
Seni kalbime dikeyim…’
Sen, rakı balık Ayvalık peşindesin, o yine vatanım elimden giderse derdinde…
Sen, paran ile yok etme derdindesin o kültürüyle yaşama ve yarına gidebilme peşinde…
Sen “çığ” olsun derdindesin… “Çığ” olsun ki altında kalıp yok olsunlar hayalindesin… Onlar var olabilme derdinde..
Girit ile Midilli adası arasında Namık Kemal farkı vardır. Namık Kemal Midilli Adası valisi olduğunda oradaki Türklerin kimlikleri yönünden perişanlıklarını görünce ilk olarak okul yapar. Ve çocuklarımıza Türk kimliğini ve Türkçeyi öğretir. Cunda Adası’nın idari yapısında ki tersliği görür ve İstanbul’u uyarsa da Ayvalık ve Cunda da ki Rumlar birlik olur ve Namık Kemal’i Rodos adasına tayinini daha sonra çıkartır. Bu esnada Girit Adası’nda Fotiyadi Paşa vali olarak görev yapar. O yıllarda toprakların 2/3’ü tapularıyla birlikte Girit Türklerinde olmasına rağmen paşa Girit mahkemelerine bağımsızlık kazandıracak bir özel nizamname hazırlar ve bunu Osmanlı Hükümeti’ne kabul ettirir. Paşa’nın bu Rumlardan yana olan tavrı nedeniyle bazı Türkler dinini bile değiştirir. Girit adası artık kaybedilme yoluna girmiştir. Fotiyadi Paşa öncesinde Atina büyükelçisi olup Avrupa devletlerinin isteği üzerine adaya vali olarak atanmıştır. Namık Kemal, Midilli adasından durumu görür ve padişaha sürekli yazılar yazar ve sonunda bu kimliksiz ve kişiliksiz paşayı 1885 yılında görevinden aldırır. Aldırır ama atı alan üsküdarı çoktan geçmiştir.
Cunda adasındaki terslik de şudur: Cunda idari yönden Midilli adasına bağlıdır. Cunda adasında bir olay olduğunda olaya Ayvalık Kaymakamlığı değil Midilli Valiliği müdahale etmektedir. Bu durum karşısında hiçbir suçlu yakalanamamakta ve Cunda kaçakçılığın merkezi, kara paranın kaynağı olarak Yunanistan devletine çok önemli finans sağlamaktadır. 1908 devrimi sonrasında hemen Cunda’nın idari yapısı, Midilli Adası Valiliğinden alınır ve Karesi Valiliğine bağlanır. Bağlanmasaydı, Lozan’da kaybetme olasılığımız çok fazlaydı. Bugün de bu tehlike aralanmak istenen kapının aralığı içindedir. Namık Kemal’in Midilli adasında yaptıkları bu kadarla sınırlı kalmaz. Durumu iyi olan ailelerin çocuklarını da İstanbul’a hukuk ve tıp tahsili yapmaya gönderir. O çocuklar, Osmanlının yıkılacağını görürler ve Türklerin kendi devletinin kurulmasının önemi içinde Türk Ocağı’nın kurulmasında(1913) aktif görev alırlar. Midilli adasında ki Türklerin bir ayağı Anadolu’dadır. Mübadele’nin olacağını önden haber aldıklarından Midilli den ayrılmaları özellikle durumu iyi olanların daha kolay olur. Önce mallarını satarlar ve 4-5 saat içinde gelirler ve Ayvalık kent içinde yönetimi hemen devir alırlar. Bu devir alma konusunda Balıkesir den gelenlerle çatışır gibi görünseler de bir yerde uzlaşırlar. İşin tek acı yanı ise bir anlamda marabalığın batıda devam etmesi için Atatürk’ün mübadeleyle gelenlere 190 ağaç verilsin sözünü uygulatmamalarıdır. 1925 Medeni Kanunun çıkabilmesi için Atatürk mecburiyetten bulunduğu yerde ki eşrafa çevirdiği alanların tapusunu verir. Bu çerçeve de Ayvalık’ta okuma yazması olmayan insanımız 20 ağaç ile yetinmek zorunda kalır. Ayvalık’ta ki adalar ile Rumlardan kalan dini yapılar da yine birilerinin tapulu arazisi olur.
Yani..
Bu toprakların acısı, hüzündür. Hüznü içinde hissedeceksin ki yarının kucaklaşması güzel olsun…
İnsanımız niye göçebeliği sever, hiç düşündün mü?
Düşün…
Eşrafının baskısı insanı öyle alaşağı eder ki bunu bilmeyen anlayamaz. Eşraf kültürü, burjuva kültürü değildir. Bugün de bu sıkıntıyı yaşamıyor muyuz.. Eşraf kültürü, çarıklı erkan kültürüdür. Çarıklı erkan kültürü hep bana hep banadır.
Sen, huzur bulmak için geldin…
Onlar buraya vatan toprağıdır, o nedenle bu acıyı çekeceğiz diye geldiler. Gelirken her şeylerini orada bıraktılar. Anılarını, malını mülkünü ve mezarlarını bırakıp geldiler.
Buraya Midilli ve Girit adasından gelen okuma ve yazması olmayan insanımız burada vatan duygusuyla, Atatürk sevgisiyle tutunmaya çalıştı. Sen batıda marabalığın ne kadar zor olduğunu yaşadın mı ki onları anlayabilesin…
İnsanımızın derdi niye eşitleme olsun… Dimi ya…
Sen mübadele yaşamadın ki…
“Nerden bileceksin!”
“Ayvalık’ı anlamak aşktır!”
“Sana söyledim ve tekrar söylüyorum
Sahile inme dedim
Sahilde fırtına olur
Ve seni alır ve götürür”
“Ayvalık’ı anlamak aşktır!”
“Ayvalık’ta yaşamak ayrıcalıktır!”
Saygılarımla… V. Yılmaz
* Çığ, birbiriyle kaynaşamayan kar tanelerinin meydana getirdiği heyelan…
*İlias Venezis, memleketi olan Ayvalık’ın komşusu Midilli Adası’ndaki Mithymnas mezarlığında Ayvalık’ı gören yere gömüldü. Mezarında vasiyeti üzerine adı yerine tek bir sözcük yazıldı: HUZUR…
*Ahmet YORULMAZ, Gömeç ilçesi mezarlığında uyuyor…