ÇOCUK VE KRAL
Kralın çıplaklığını
ekilmeyen toprak gördü
namlunun ucundaki kuşlar gördü
Montaj fabrikalarında
boşa dönen çarkları
diplomalı işsiz gördü
Yer utandı, gök utandı
sağır kulaklar duydu
kürsülerden yağan küfrü
Acı bir türküydü savaş
arda kalan felâketi
yoksul aileler gördü
Başlarını kuma gömen
sessiz, korkak gölgeler
inceliği anımsayıp, düşündü
“Kral Çıplak” dedi bir çocuk
birden bire güneş doğdu
karanlığı halk gördü
Su rengini yatağından alıyor
dili diline değiyor yaralı kuşların
bir çocuğun gözlerine bakarken sına kendini
Bülent Güldal
“Cumhuriyet dönemi entelektüel yaşamının Caniler Çağı başlığı altında incelenebileceğini düşünüyorum. Gerçekten de manen ve maddeten ne çok insana kıyılmıştır. Yüklendiği, yüklenmek zorunda olduğu işlev dolayısıyla her tür iktidara karşı olan aydın, daima marjinalde yaşamak zorunda kalmıştır. Bu muhalif kimlik, ömrünü ‘cadı avları’ndan kaçmaya çalışmakla geçirmiştir Türkiye’de.”
-A.Oktay-
Toplumsal barışı ve huzuru istemeyenlerin egemen olduğu uzun bir dönemden geçiyoruz. Dayatmalar altındaki kitlelerin yaşam alanı iyice daraldı. Karlı dağ başlarında aç kalan kurtların doğal yapıları gereği ölümü göze alarak köylere inmeleri gibi, uygarlığı ve vahşeti aynı özde barındıran tüm dayanaklarını yitirmiş insanın da ölüme meydan okumasının tanıkları oluyoruz bu günlerde; kapkaç çetelerinin, diplomalı banka soyguncularının, henüz insan olamamış canilerin vb. lerinin yarattıkları tufanlar midemizi bulandırıyor. Düşleri, düşünceleri, işleri, aşları ve soluklandığı havaları elinden alınanların ‘insan’ kimliğine kavuşmak adına savaşmalarıdır bu durum biraz da. Yetkiş beş yıldır birbiri ardına gelen kuşakların kirli hesaplara alet edilerek harcanmasının hayat tarafından hesabının sorulmasıdır biraz da.
Zamanın her kıvrımında yaşamı felç eden egemen gücün, ortaçağdan günümüze dek getirdiği kurban ve köle kavramları işlerliğini koruyor ne yazık ki. Giyotinin yerini darağaçları, elektrikli sandalyeler, zehirli iğneler, gaz odaları vb. alırken, hiçbir savunması olmayanların tepelerine kara bulutlar gibi çökülerek tekme tokat katledilmelerini de hesaba kattığımızda ne kadar ‘insan’ olunabildiği gerçeği ortaya çıkıyor. Emeklerinden başka satabilecekleri hiçbir şeyleri olmayanların köşebaşlarında tacirleri bekleşmelerini göz önüne getirdiğimizde de ‘kölelik’in anlam bakımından aynı olan biçimiyle karşılaşıyoruz. Eğitim ve aydınlanma hakları ellerinden alınanların bulduğuyla yetinmeye ve şükürcülüğe şartlandırılmalarının akla hayale sığmayan yöntemlerine tanık oluyoruz.
Bu bağlamda bir örnek olabileceği düşüncesiyle, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın 20.8.1985 gün ve 6007 sayılı emriyle, ilk etapta otuz bin adet bastırılarak ülkemin okullarına (özellikle bütün öğretmenlerin okuması öngürelerek) dağıtılan Yaradılış Modeli isimli kitaptan söz etmek istiyorum. Amerika,Yaratılışı Araştırma Enstitüsü bilim üyeleri tarafından oluşturulan bu kitap,yedi doçentimiz tarafından Türkçe’ye çevrilerek evrime ilmi bir alternatif olarak, yaratılışı öğretmek adına ve önemli bir kaynak kitap savıyla ülkemin okullarına ivedilikle ve parasız olarak dağıtılmıştır. Bu noktada dağıttıranın bizden olmayışını, dağıtanınsa bizler tarafından seçilmiş olmalarını göz önüne getirin lütfen! Adından da anlaşılacağı üzere kitap, ilahiyatın ipine daha çok sarılmamızı önermekte ve “bu eğitim sistemi, yalnız Hristiyan ve Yahudi inançlarına muhalif olmayıp, aynı zamanda, çok kişinin de kabul ettiği gibi, sağlıklı bir cemiyetin ve gerçek ilmin de düşmanıdır” söylemiyle akılların duru ışığını okul sıralarında karartarak, yüzyıllarca sürecek sömürülere taban oluşturmaktadır.
Kılıçtan, kraldan yana olan ve kölelik kavramının varlığından hoşnutluk duyan bir güç, adı ne olursa olsun tedirgin etmiyor mu sizi? Sonsuz ya da sınırsız evrene ve topraktaki kımıltıya dair aklımızı hayata sokmak yasaklanıyor. Durağan bir düşüncenin etrafında binlerce yıldır yorumlanagelen fikirleri incelediğimizde hep aynı söylemle buluşuyoruz: Korku. Biz ısrarla hayatın yenilendiğini söylerken, yinelendiğinde ısrar ediyor onlar. Biz ömrümüzü ganimet bilip adam gibi yaşamak isterken ‘hep bana rab bana’diyor onlar. Parçanın bütünü yönetebileceğini görmezden geliyorlar.Düşüncenin sınır tanımayan yükselişini engellemek isteyenlerin, ideal toplum düzeni ve kalkınma yöntemlerini haremlik-selamlıkta arayanların, cinsiyete göre ayrılmış plajlarda namaz saatlerini anımsatan aygıtlarla ve abdest almayı kolaylaştıracak buluşlarla yeni bir toplum yaratacakları iddiasında olanların çıkarları uğruna saf değiştirdiklerinin tanıkları olmasak, bu da bir düşüncedir deyip saygı duyacağız belki. Hayatın bilgisi ‘kokla beni’ diyen güçlü çekim alanına sahip zehirli çiçeklerin varlığını anlatıyor bize. Bu bilgiden uzak kalındığı sürece kulluğun ve köleliğin görünmez zincirleri dolanıyor boynumuza. İçerden ve dışardan koca bir coğrafya insanıyla talan ediliyor. Bu bağlamda TV.lerde yapılan açık oturumları göz önüne getirelim bir an; adamların ‘ne varsa içinde var’ diye önerdiklerini enine boyuna, derinliğine incelediğimizde kayıtsız şartsız teslim olma önerisiyle karşılaşıyoruz. Öyle ki insanın doğa vergisi düşüncesi ‘günah’ sayılıyor. İletişim araçlarının çığırtkanlığı çamaşır yıkar gibi yıkıyor beyinleri. Söylevlerde özgür akıldan, düşten, düşünceden söz edeni duydunuz mu? Bütün önerilerde ya tanrının ya da egemen gücün sultasında yaşamamızın gerekirlilik olduğu vurgulanıyor.
“Çocukların oyunlarını akıl ve mantığa uydurmaya kalkışmak nasıl saçma bir hareketse, dinleri de batıl inançlardan temizlemeye kalkışmak o derece büyük bir deliliktir” Sanata, bilime, felsefeye uzak tutulan çoğunluğun son yirmibeş yıl içinde doğan çocuklarına ‘furkan’ isminin konulmasına çok güzel zeminler hazırlandı.Yaklaşık elli yıl önce Cumhuriyetin tam bağımsızlık ilkesine sahip çıktıkları için idam sehpalarına gönderilen gençleri düşündükçe içim yanıyor. Özgür düşüncenin ne olduğunu bütün yalınlığıyla kalabalığa anlatan, dostu düşmanı açık seçik tanıtan sanatçılar, bilim adamları, gazeteciler kim vurduya götürüldü, götürülüyor. Suçluların hemen yakalanacağına dair atılan nutukların ardından geçen yıllar, aydınlanma düşmanlarını tanımamıza fırsat veriyor gerçekte. Kapitalist ülkelerin, çok uluslu şirketlerin ve uluslararası bankacılık sistemlerinin yetmiş beş yıldır uygulattığı istikrar paketleriyle vardığımız liman şimdilik burası…