Ergenlikten gençliğe yol aldığım 90’lı yıllar nedense istikrarsız zamanlar olarak aklımda kalmış. Yaşadığım dönemde gelecek kaygısıyla zirve yapan karamsarlığımın etkisiyle mi böyle hissediyordum ya da ülkeyi esir alan istikrarsızlık rüzgârlarından mı etkileniyordum hala çözebilmiş değilim. Bildiğim, özensiz ve birkaç adım ötesini hesaplayamayan bir anlayışın yaşamın her alanını kuşattığıydı.
Böyle bir ortamda beni umutlandıran ve güzel hisler uyandıran yegâne şey Efes Pilsen’di! Yanlış anlaşılmasın içkiyle aram hiç yok, birasından değil basketbol takımından söz ediyorum. O günlerde Efes Pilsen’in Avrupa maçlarını sabırsızlıkla bekliyor, kısıtlı kadrosuyla rakiplerini bunaltan mücadelelerini keyifle takip ediyordum. Belki abartı gelebilir ama 1990’lı yıllarda Türkiye’de yapılan en iyi iş bana göre Efes’in alan savunmasıydı. Öyle dev bütçeler ve büyük yıldızlarla kazanılan bir başarı değildi üstelik. Yıllardır ezildiğimiz Avrupa takımlarına karşı mütevazı bir kadronun sabır ile inat karışımı bir direnişiydi. Takım sporlarında böylesi uzun soluklu bir özgüveni daha önce yaşadığımızı hatırlamıyorum.
Her şey, yıllarca Efes Pilsen’in altyapısında önemli başarılar elde eden Aydın Örs’ün 1991 yılında takımın başına geçmesiyle başladı. Daha önce A takım tecrübesi bulunmayan Aydın Örs için 1984 yılından sonra 7 sene şampiyon olamamış takımın başantrenörlüğü çok zorlu bir görevdi. Ama dezavantajların yanında bu hamleyle Efes Pilsen, kadrosunda bulunan Ufuk Sarıca ve Volkan Aydın gibi yetenekli oyuncularına A takımda kendini gösterme imkânını sunacak, gelecek yıllarda hem ülkemiz hem de dünya basketbolunu etkileyecek birçok yıldızın yetişmesine vesile olacaktı.
Yaklaşım çok doğruydu, becerilerine güvendikleri ve iyi tanıdıkları birini tercih etmeleri Efes açısından mantıklıydı. Gerekli olan ise Aydın Örs’ün kendi anlayışını oluşturma sürecinde gösterilecek sabırdı. Neyse ki başarı için çok beklenilmedi ve o sezon finalde bir başka müessese takımı olan Paşabahçe 3-1 ile geçilerek şampiyonluğa ulaşıldı. (Paşabahçe’nin aynı yıl Türkiye Kupası’nı kazanmasına rağmen kapandığını hatırlatalım.)
Ertesi yıl da işler yolundaydı. Ligde 30-0 playofflarda 10-0’lık inanılmaz bir seri ile şampiyonluk geldi. Saporta Kupası’nda ise Türk basketbol tarihinde ilk kez takımımız finale yükselmişti. Fakat İtalya’nın Turin kentinde oynanan ve olaylı geçen final maçında Yunan temsilcisi Aris’e 50-48 yenilmekten kurtulamamıştık. 1993’te kazanamadığımız şampiyonluğu 1996 yılında yakalayarak yine bir ilki gerçekleştirmiş finalde Bogdan Tanjeviç’in başında olduğu ve bünyesinde Fucka, Gentile, Bodiroga gibi büyük yıldızları barındıran Stefanel Milano’yu geçerek Koraç Şampiyonluğuna uzanmıştık.
Koraç Şampiyonluğuna kadar Türk takımlarının en büyük başarısı Eczacıbaşı Bayan Voleybol Takımı’nın 1980’de Kadınlar Şampiyonlar Kupası’nda finale çıkmasıydı. 1988’de ise Galatasaray Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı finale kadar yükselmişti. Ancak Efes Pilsen kimsenin yapamadığını yaparak ilk defa bir Avrupa Kupasını ülkemize getirme başarısını gösterdi. Efes’in açtığı yolda son 20 yılda futbolda 2, (UEFA ve Süper Kupa) basketbolda 4 ve voleybolda 12 Avrupa kupasının yanında 4 de Dünya Kulüpler Arası Voleybol Şampiyonluğu kazanan Türk takımları ülkenin yüzünü güldürdüler. Ayrıca Galatasaray Tekerlekli Basketbol Takımının 5 kez IWBF Şampiyonlar Kupası ve 4 kez de Kıtalararası Kitakyushu Şampiyonlar Kupasını kazandığını unutmamak gerek.
Aydın Örslü Efes’in başarısında 1990’lı yıllarla birlikte Eczacıbaşı, Paşabahçe, Beslenspor ve Çukurova gibi basketbola büyük yatırım yapan müessese takımlarının kapanmasının ve kulüp takımlarının da basketbola ilgisinin azalmasının büyük payı vardı. Rekabetin kısıtlı olduğu böyle bir ortamda Efes de daha önce 1. lig tecrübesi olmayan Aydın Örs’ü takımın başına getirme cesareti gösterecekti. Her ne olursa olsun sonuçta Türk basketbolunu büyük bir sekteye uğratan krizin en güzel meyvesi Aydın Örs oldu.
BAŞBAKAN
Aydın Örs takımının başında ilk 6 yılda 5 kez Türkiye Ligi şampiyonluğuna ulaştı. Asıl başarı ise Avrupa kupalarında yaşandı. Ondan önce Efes Pilsen Avrupa’da oynadığı 65 maçta yalnızca 29 galibiyet alabilmişken, Aydın Hoca ile birlikte 1991-1997 yılları arasında 101 Avrupa maçında önemli takımlara karşı 68 galibiyet alarak Avrupa’nın en elit kulüplerinden biri haline gelmişti. Hem ligde hem de Avrupa’da üst üste yakalanan başarılar kendisine uluslararası alanda büyük bir saygıyı da beraberinde getirmişti.
Alışık değildik aslında, sabırsızdık toplum olarak. Ama Aydın Örs ile birlikte sabırla 30 saniyelik hücumları sonuna kadar kullanmasını öğrendik. Yeterli uzunumuz olmadığı için mecburiyetten yaptığımız alan savunmasını öylesine başarılı uyguladık ki, bu taktik mütevazı takımın en etkili silahı haline geldi. Önde Ufuk Sarıca, Petar Naumoski, köşelerde Volkan Aydın ve Larry Richard, ortada ise Tamer Oyguç… 6. Adam denildiğinde aklıma ilk gelen Taner Korucu ise faul problemine kim girmişse onun yerini alırdı. Naumoski’nin Benetton Treviso performansı hariç Efes kariyerinden sonra hiçbir takımda dikiş tutturamayan bu kadro bir araya geldiğinde resmen demir bir yumruğa dönüşüyordu. Öylesine uyumluydular ve birbirlerini öylesine güzel tamamlıyorlardı ki, rakipler çoğu maçta çaresiz 40 dakika kendilerine dayatılan basketbolu oynamak zorunda kalıyorlardı.
Aydın Örs sadece Efes Pilsen’i başarıya ulaştıran, Türk basketbolunu şaha kaldıran büyük bir koç değildir. Sporun çok ötesindedir ve simgesel anlamı vardır. Kaybetmeye alışmış, özgüvensiz bir topluma umut olmuştur. İngiltere’den yediğimiz 8’er gollü mağlubiyetlerin ezikliğini üzerimizden atamamışken Efes ile Türk insanının disipline edildiğinde neler başarabileceğini, hangi noktalara varabileceğini gördük. Bizleri geleceğe kaosun değil sistemin taşıyabileceğini anladık. Aydın Örs bize mücadele etmeyi, teslim olmamayı öğretti. İşte bu yüzden Efes’i çok seviyorduk. Efes her maçta sonuna kadar çabalıyor, en zorlu takımları alt ediyordu. Kazanamadığında bile mücadele ruhu hepimizi etkiliyordu. O dönem Efes’in hangi maçına gitsem nedense avazım çıktığı kadar “Başbakan Aydın Örs” diye bağırasım gelirdi. Olaya biraz farklı bakabilen binlerce insanın aklından benzer düşünceler geçtiğine de eminim.
DÖRTLÜ FİNAL TAKINTISI
1994’de tecrübesizlik ve talihsizlik sonucu Barselona’ya elenerek kursağımızda kalan dörtlü final özlemimiz 3 Nisan 1997 Perşembe günü tuhaf bir takıntıya dönüştü. O gün önce Tofaş, Koraç Kupası finalinde ilk maçta Selanik’te 11 sayı farkla mağlup ettiği Aris’e Bursa’da 17 sayı farkla elenerek tarihi bir fırsatı değerlendiremedi. Ardından Fransız temsilcisi Asvel karşısında Efes Pilsen ile teselli bulmayı bekliyorduk. Ancak Brian Hovard’ın müthiş oyununa engel olamayarak dörtlü finallerin kapısından ikinci kez döndük. Oysa kazanılan Koraç Kupası’ndan sonra Avrupa liginde harika maçlar çıkaran ve grubu ilk sırada bitiren Efes için Asvel rakip bile olamazdı. O gün takımlarımızın üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Üst üste gelen kötü sonuçlar basketbolumuzu derinden etkilemiş, Koraç Şampiyonluğu sonrası oluşan büyük özgüven Kaf dağının ardına uçup gitmişti. Basketbol sevdalılarının “Kara Perşembe” olarak adlandırdığı gün işler yolunda gitseydi inanıyorum ki Türk basketbolu için her şey çok daha farklı olacaktı.
Efes Pilsen 1998’de Benetton’a ve 1999’da Zalgiris’e çeyrek finalde elendiğinde Aydın Örs’ün kredisi tükenmişti. 1999-2000 Türkiye Basketbol Ligi’nin hemen başındaki kötü sonuçlardan sonra takımı daha önce yardımcılığını yapan, Türk Telekom ve Karşıyaka’da önemli başarılar yakalayan Ergin Ataman’a devretti. Bu değişiklik sonrası Efes, ligde Tofaş’a boyun eğse de Avrupa da başarılı sonuçlar almış ve Selanik’teki dörtlü finallere gitme başarısı göstermişti. Ancak yarı finalde Panathinaikos’a 81-71 yenilmekten kurtulamamıştı. 2001’de de Avrupa’da Suproleague organizasyonunu tercih eden Efes Pilsen dörtlü finallere Şubat ayında görevinden istifa eden Ergin Ataman’ın yerine Oktay Mahmuti yönetiminde gitmiş ancak yarı finalde yine Panathinaikos’a yenilerek finale çıkamamıştı.
2001 yılında ülkemizdeki büyük ekonomik kriz sonrası her alanda olduğu gibi basketbolda da yıllarca peşinden koşulan hedeflerden vazgeçilmiş, daha önceki yıllara göre mütevazı kadrolar oluşturularak Final Four baskısı takımın üzerinden kalkmıştı. Basketbola ilginin azaldığı bu dönemi yine iyi değerlendiren Efes Pilsen baskının olmadığı ortamda 4 yıl üst üste ligde şampiyon olacaktı.
DAHA KÖTÜSÜ
Aradan geçen 18 yıllık Aydın Örssüz dönemde şimdiki adıyla Anadolu Efes Takımı ne kadar iddialı kadrolar kurarsa kursun kafalarda hep soru işaretleri var. Alt yapıyı bir kenara bırakacak olursak A takımını tekrar şahlandırma ve eski başarılarına ulaştırma çabaları için yapılan her hamle sonuçsuz kalıyor. Avrupa’nın en iyi koçlarından olan İvkovic bile teslim bayrağını çekti. Oluşturduğu başarılı sisteme rağmen biraz tökezlediğinde en büyük düşmanı olan sistemsizliğin kurbanı oldu Aydın Hoca. Daha düne kadar anlatacak en büyük hikayemiz 1981 yılındaki Balkan Şampiyonluğuyken Aydın Örs ile birlikte Avrupa’nın devlerine kafa tutmaya başlamıştık. Avrupa’da başarının hayali dahi kurulmazken basketbolumuzda oluşturduğu özgüven ne yazık ki kendi sonunu hazırladı Aydın Hoca’nın. Hep daha fazlasını isteyen ve gözü doymayan başarı odaklı fanatik anlayış en sonunda onu harcadı.
Vefasızız işin özü. Ne kadar vefasız olduğumuzu anlamak için sanal ortamda Aydın Örs ile ilgili yapılan yorumlara göz atmak yeterli. Çağdışı ve sıkıcı bir basketbol oynatıyormuş, Naumoskisiz bir hiçmiş, az gülüyormuş falan filan… Yıllardır devasa bütçelerle kurulan kadrolar, büyük yıldızlar, koçlar… Bıraktım başarıyı ortada Türk Basketbolunu ayağa kaldıran Aydın Örslü Efes Pilsen ruhunun zerresi yok. Avrupa’da her maçı gurur mücadelesine çeviren ve özelikle Yunan takımlarının kabusu haline gelen, teslim olmayan, savaşan ve bizleri gururlandıran. İnsan sormadan edemiyor, Aydın Örs ile 19 senede bundan daha mı kötüsü olurdu?