Kızın saçları güneş ışıltısında başaklar ile rengi yarışacak kadar doğal bir sarılıktaydı. Bu sıcak coğrafya da böyle bir ten rengi görülmemişti. Gözler ise ormanları kıskandıracak gibiydi. O gözler içerisinde bilinmedik rüyalara dalabilirdiniz.
Işıl ışıldı kız büyüdükçe kadınlık çizgileri yerleştikçe ışıltısı daha da artıyordu. Fakat yaşadığı çevrede kabul görmeyen bir hali vardı. Çünkü bu ten, bu göz rengi normalin dışındaydı, genele uymuyordu. Her ne kadar iyi özelliklere sahip bir insan olsa da kıskanılıyor, kıskanıldıkça ötekileştiriliyor ve yalnız bırakılıyordu. İnsanın yaradılışında vardı. Aynı olmayanı dışlamak, farklı olanı ötekileştirmek.
Kız hayatı boyunca öteki olacaktı. Öteki olmak hem görünüş hem düşünce olaraktı. Sadece görünüş olarak öteki olsa bir şekilde telafi edilebilirdi düşünceleri çoğunlukla aynı olsaydı. Görünen narin kızın içinde görüntüsüyle uyuşmayacak kadar güçlü doğru bildiğini savunan bir karakter barındırıyordu. İşte bu durum onu hepten farklı kılıyordu, hepten ötekileştiriyor ve yalnızlaştırıyordu.
Kızın bu yalnızlığı bir yandan en büyük hazinesi oldu. Zamanını okuyarak dünyayı, farklı hayatları ve yaşamları tanımaya çalışarak büyüdü. Diğer yandan kendisinin, güzelliğinin ve zekasının farkında olmadan yetersizlik hissi ile büyüdü. Sanki hayatında iyi şeyleri değil hep zorlukları olumsuzlukları hak ediyormuş gibi geliyordu.
Aslında bir kehanet gibiydi yaşam. Bir olumsuzluğu aştığında yeni biri geliyordu. Ama bu narin kız çok inatçıydı, hiç pes etmiyordu. On sekizinden sonra şansının döneceğine inanıyordu. Düşünceleri değiştikçe her olumsuzluğu aştıkça yeni ve daha güzel bir kapının açıldığını fark etmesi uzun yıllarını aldı denilebilir.
Ergenlik yıllarında en sevdiği şeylerden biri ilkbaharda daha buğdaylar gözünün renginden saçının rengine ulaşmamışken, nefesi kesilene kadar koşarak yeşilliğin içinde sırt üstü yatmaktı. Kendini nasıl özgür, nasıl enerji dolu, nasıl kıpır kıpır ve gerçekleştirmek istediklerinin hayallerine kaptırıyordu.
O hayalleri neler süslemezdi ki, okuduğu kitabın kahramanı, izlediği filmin başrolü hatta dinlediği şarkıların kendisine yazıldığı gibi… bulutlar üzerinde bir yaşam…
Buğdaylarla olan buluşmasını en çok dolunayda seviyordu. Her yer büyülü bir hal alıyordu. Gümüş rengi bir ışık kaplıyordu dünyayı sanki sihirli bir dokunuş gibi. Böyle zamanlarda yapmak istediklerinin ucu bucağı görünmüyordu. Hep güçlü, hep yapabilir ama yapmak istediği her şeyi yapabilir, sınırları olmayan, hesap vermeyen, her şeye enerjisi yeten ama hayatına sadece çok özel kişileri alan duvarlarından taviz vermeyen hayalleri ay ışığı ile birlikte kızı daha da büyülüyordu.
Kız her ne kadar böyle anlaşılmadığı bir yalnızlıkta büyüdüyse de kendi içinde anlamlı bir yaşam oluşturmuştu. İç dünyası karamsar, olumsuz, intikam almak, neler söylediler bileyim düşmanlarımı tanıyayım gibi değildi.
Dedim ya dolunay kızıydı o dokunduğu her şeyi güzelleştiren iyileştiren bir yapıya sahipti. Hayatındaki tüm karanlık senaryoları cesaretle ayın gümüş ışığı gibi aydınlatan bir yapıya sahipti. Bunu ancak onu tanıyanlar bilebilirdi. Dışarıdan her ne kadar soğuk görünse de içinde harikalar barındırdığını ancak çok yakınları bilirdi.
Her defasında Ay’dan ilham aldığını söylerdi. Kadın bazen kendini Ay’a benzetirdi. İnsanlar ondaki dolunay kısmını parlayan ışıldayan yanını görürdü, oysa içinde kocaman karanlık bir diğer yüz vardı.
Adam aynı coğrafyada gelmişti hayata, kadının aksine teni tam buğday esmerliğinde idi. Karakaşlı kara gözlü derler ya tam onun içindi. Işıldamak ile hiç işi olmamıştı. Herkes gibiydi. Hiç öteki olmamıştı. Çevresinde ne çok insan olmuştu.
Adam dışarıdan sert, ne düşündüğü pek bilinmeyen hep karanlık bir yanı olduğu düşünülse de insanlar bu karanlıkla mücadele etmektense ona saygı duymayı ve kabullenmeyi tercih ediyorlardı.
Adam hiç sevmezdi buğday tarlalarını, başaklardaki kılçıklar hayatındaki rahatsızlıklarla eş değerdi onun için…
Görünen adam Ay’ın tam olarak karanlık yüzüydü. Görünen küçücük hilalinden yürüdü kadın, nasıl mı tanışmışlardı.
Kadın, yıllar sonra tatildeydi. Arkadaşları ile çıkmıştı. Herkes gece denilen derin uykuya dalmıştı. Ama dolunayın olduğu bir gecede deniz ve yakamoz varken nasıl uyumak isterdi. Kendini sahile attı. Hayatında zaten fazlalığa yer yoktu her şeyin yeteri kadar olması kafiydi. Sağına soluna bakındı kimseler yoktu. Yakamozu yakalamak ister gibi, hatta büyülü dünyada dalmak ister gibi daldı suya sudan çıktığında izlendiğini fark etti.
Kadın merhaba dedi. Gizlenmene gerek yok.
Adam ne diyeceğini bilmeden çıktı saklandığı yerden, mahcup bir şekilde sırılsıklam görünen kadına merhaba dedi.
Adam yıllar öncesi uzaktan uzağa izlediği buğday tarlalarında koşan bir çift yeşil göze takıldığını anladı. Şimdiye kadar hiç yakalanmamıştı ve bilinmiyordu. Yaşadıklarına inanamayarak mahcubiyeti daha da arttı acaba tanıyacak mıydı?
Müzik önerisi: https://youtu.be/XqWOZsmJjh0