Milli mücadeleden sonra da uzun süre Atatürk’ün yaverliğini yapan Muzaffer Kılıç’ın 30 Ağustos ve ondan sonraki günlerdeki anılarından.
“Sakarya’da hezimete uğrayan düşman Akşehir-Afyon hattına çekilmişti. Başkumandan şimdi de bir imha taarruzu yapmak fikrindeydi ve bu taarruzun tam bir sevkülceyş (Askerî birlikleri sevk ve idâre etme) ve tabya baskını şeklinde yapılabilmesi için her şeyi ince ince, uzun uzun hazırlıyordu. Başkumandanın bu fikrine bazı kumandanlar iştirak etmiyorlardı. Eldeki imkanlarla böyle bir taarruzun şimdi muvaffak olacağından şüpheli idiler. Son görüşmeler, bir Askeri Şûra halinde Akşehir karargâhında yapıldı. Fevzi Paşa da hazır bulunuyordu. Başkumandan haziruna yüksek bir sesle fikirlerini izah etti. Buna rağmen İkinci Ordu Kumandanı aksi kanaatini değiştirmemişti. Bir ara dışarıya çıkan sayın Garp Kumandanının yüzü, neşeli mizacının aksine pek üzüntülü ve endişeliydi. Sebebini sordum… Manidar bir tebessümle müzakerelerin cereyan ettiği mahalli işaret etti ve başka bir şey söylemedi.
Başkumandanın endişesi.
Başkumandan, Trakya’da bulunan düşman kuvvetlerinin büyük teşkilât yaptığını, bunların Anadolu’ya getirilmek üzere olduğunu ve teşkilâtın başında bizzat Yunan ordusu Başkumandanı Hacı Anesti’nin bulunduğunu biliyordu. Mütalaasında bu noktaları tebarüz ettirirken zamanın beklemeye tahammülü olmadığını da kaydediyordu. Teşebbüsü düşmana bırakmadan derhal hareket kararındaydı. Filvaki, hakikate kâfi miktarda ikmal levazımı, cephane ve topçu mermisi mevcut değildi. Başkumandan, halihazır şartlarla da bu taarruzun muvaffak olabileceğini planlaştırmıştı. Cepheye hareketinden evvel Ankara’dan Garp Cephesi Kumandanına gönderdiği şifrede, mealen şöyle diyordu: Derhal harekete geçilecektir.
“Cephane ve malzeme kifayetsizliği ile diğer levazım kifayetsizliğini takdir ediyorum. Ancak fazla beklemek aleyhimizde olur. Bütün mesuliyeti üzerime alarak Konya üzerinden hareket ediyorum.Başkumandanlık emrindeki bir miktar parayı mübrem ihtiyaçlar için Milli Müdafaa emrine bıraktım.”
Bu mahrem şifrenin son cümlesi şöyle bitiyordu:
“Derhal harekete geçilecektir.” Bu kat’i ve sarih bir emirdi.
***
25 Ağustos 1922… Afyon’un takriben 20 kilometre cenubunda, Şuhut kasabasında bir köy evinin ikinci kat sofrası. Başkumandan petrol lambasının ışığında mütevazı akşam yemeğini yerken; bir gün evvel cephe topçu kumandanından topçu gruplarımız hakkında edindiğim malumatı kendilerine arz ediyordum. Ateş kesafetinin (yoğunluğunun) 3-4 saat devam edilebileceğini, yalnız plânlı mânia ateşine lüzum görülmediğini söyledim. “Mânia ateşini de onlara bırakalım” dedi. Saat 10’a geliyordu. Vazülceyş haritasını istedi. (Tarafların arazi üzerindeki vaziyetlerini gösterir harita)
Bilhassa düşmanın yarma merkezi sikletinin bulunduğu noktalardaki tahkimat ile, kuşatmayı yapacak süvari kolordusunun geçeceği Ahırdağ geçidinin vaziyetini gözden geçirdi. Aynı zamanda Eskişehir-Afyon arasında, Döğer mevkiinde bulunan düşman ihtiyatları üzerinde dikkatle durup haritayı tetkik ediyordu. Döğer ile Dumlupınar arasını ölçme mi emretti. Elindeki kalemle bir iki defa bu noktaya vurarak:
“- Döğer… Döğer… Fakat dövemeyecekler… Bu kuvvetler hareketsiz kalmaya mahkûm.” dedi ve bana dönerek:
“Haritaları topla. Hareket ediyoruz!” emrini verdi.
25 Ağustos gecesi..
25 Ağustos 1922, gece yarısı… Başkumandan Kocatepe’nin eteklerinde, çadırlı ordugâhta… Çadırlarda petrol ve mum fenerleri…Ordugâhın önünden küçük bir dere akıyor. Su şırıltıları, gecenin koyu sessizliği içinde gayet vazıh… Mahrutî bir asker çadırındayız. Başkumandanın karşısında, hazırol vaziyetinde duruyorum.
– Emriniz Paşam!
– Hazır mıyız! diyor. Sonra henüz bozulmamış portatif karyolasının üzerinden tabanca kemerini alıp kuşanıyor.
Atatürk’ün yaveri Muzaffer Kılınç
***
Eldivenleri elindeydi: Traş olmuştu. Çadırdan çıktık. Ortalık zifiri karanlıktı. Petrol ve mum fenerlerinin titrek ışığı altında; Başkumandan Kocatepe’ye çıkmaya başladı. Öne doğru fazlaca eğilerek yürüyordu. Arazi ârızalı olduğu için, ağır ağır ilerliyorduk. Nihayet zirveye eriştik. Başkumandan karanlıklara nüfuz eden bakışlarıyla ileriye bakıyordu. “Allah Türk milletini ve ordusunu siyanet edecektir (koruyacaktır) ” dedi. Bu hitap ilâhî bir ilhamın ruhlarındaki tecellisi idi.
Sabah saat 4-4.30 sıraları… Alacakaranlık… Başkumandan flaması Kocatepe’ye dikilmiştir. Etrafını ordu ve kolordu flamaları çeviriyor. Artık ne haritaya bakılıyor, ne bir emir veriliyor, ne de konuşuluyor… Burası büyük karargahtır ve konuşma sırası topçularımızındır. Bir saat sonra…
Topçu ateşe başlıyor
Saat 05.30… 26 Ağustos sabahı… Başkumandan tarassut dürbününün başında düşman tahkimatına bakmak üzereyken, topçumuz ateşe başlıyor. Şu anda Mustafa Kemal’i Ankara’da ecnebi mümessillere verilen bir ziyafette sanan düşman için ne acı bir sürpriz.
Saat 06.00…
Topçularımız tesir ateşine geçiyorlar. Şarapnellerin yerini ihtiraklı tane ve tahrip mermileri almaktadır. Piyademiz siperlere yaklaşmak üzere. Düşman topçusu mânia ateşine başlıyor. Topçularımız tahrip ateşiyle düşman tahkimatını havaya uçuruyor. Kalecik sivrisi yanmaktadır. Fakat topçularımızda bir endişe… Tonlarca cephane su gibi akıp gitmektedir.
Bir aralık cephane vaziyetini soran Başkumandan da, aldığı cevaptan üzüntülü… Büyük bir soğukkanlılıkla emrediyor:
– Tek mermi kalıncaya kadar ateşe devam edilecektir!
Sonra şöyle devam ediyor:
– Cephane ikmalimizi düşmandan yapacağız. Son raporlar geldi mi?
“Yarın öğleden sonra Afyon’dayız!”
Saat 9…
Yarma hareketi kısmen muvaffak oluyor. Çiğiltepeden maâda bütün istinat noktaları elimizde… Fakat düşman henüz Afyon ovasına dökülememiştir. Çiğiltepe’de düşman mukavemet ediyor ve müdafaası sertleşiyor. Siperler muttasıl el değiştirmekte… O kadar iç içeyiz ki, topçu müdahale edemiyor. Topçu, ancak takviye kuvvetlerinin yardımına mani olabiliyor. Başkumandan, Döğer’deki düşman ihtiyar grupu hakkında acele malûmat istiyor ve sabırsızlanıyor. Verilen cevaptan memnun.
Mukavemet eden Çiğiltepe’yi takviye için ihtiyat kuvvetlerimizin yanaşmasını emrediyorlar. Kuşatmayı yapan Süvari Kolordumuz güçlükle Ahırdağ geçitlerinden geçmektedir.
Akşam olmak üzere…
Çiğiltepenin bir an evvel alınmasını emrediyor. “Gece olmadan tepe elimize geçmelidir!”
Buna muvaffak olamayan bir fırka kumandanı intihar ediyor. Başkumandan çok üzüntülü. Etrafına bakarak:
– Yarın öğleden sonra Afyon’da olacağız! diyor.
Herkes birbirinin yüzüne şüphe ve tereddütle bakmakta… Birinci Ordu Kumandanı:
– Paşam çok yoruldunuz. Yarın mühim ve hayatî kararlarvereceksiniz. 1-2 saat uyuyunuz, teklifinde bulunuyor. Hava kararmış, Çiğiltepe henüz alınamamıştır. Bu vaziyette yarın öğleden sonra Afyon’da olacağımıza kimse inanmıyor. Fakat, ertesi günü şafakta başlayan taarruz, düşmanı Çiğiltepeden de atmış, mağlûp kuvvetler Afyon ve Sincanlı ovasına dökülmüştür. Başkumandan öğleden sonra Afyon’a geliyorlar. Muharebe mevzi harbinden, harekât harbine intikal etmiştir.
28-29 Ağustos…
Başkumandanın verdiği emirlere göre, düşman takip edilmekte ve sıkıştırılmaktadır. Mustafa Kemal’in evvelce tasarladığı yerde, düşmana son darbe indirilecektir.
Nihayet 30 Ağustos
30 Ağustos…
Başkumandan Afyon’da, Balmahmut’ta Birinci Ordu Karargâhına geliyor. Son keşif raporlarını harita üzerinde tetkik ettikten sonra, Dumlupınar civarında bulunan 4’üncü Ordu karargâhına hareket ediyor. Vakit ikindi üzeridir.
Büyük asker Kolordu Kumandanına soruyor:
– Beyefendi, teşebbüs ve kararınız nedir?
– Paşam, yürüyüş halinde bulunan fırkamızın muvasalatı ile taarruza geçmeyi düşünüyorum.
– Düşünmeye vakit yok. Güneş grup etmeden kat’i neticeyi almak lâzım. Aksi takdirde düşman kısmı küllisi Murat dağları eteklerinden ve Kızıltaş vâdisini takiben çekilebilir.
“Burası Başkumandan Karargâhıdır.”
Derhal otomobiline bindi ve bugün Zafertepe dediğimiz mahalle doğru inmek emrini verdi. Bu esnada 1’inci Ordu Kumandanı ikaz etti:
– Paşam, ateş hattına iniyorsunuz!
– Zatı devletiniz burada kalınız!
Ve hareket etti. Bir fırkanın topçu mevzileri ile avcı siperleri arasında, düşmanın müessir topçu ateşinin bulunduğu bir yere indi.
Fırka Kumandanına:
– Burası Başkumandan Karargahıdır! dedi ve derhal emirlerini vermeye başladı.
Topçumuzun himayesinde piyade birliklerimiz, düşmanın kısmı küllisinin bulunduğu yığıntıya yanaşıyor; Başkumandan ayakları tamamen kısaltılmış bir batarya dürbünüyle harekâtı takip ve idare ediyordu. Düşman topçusunun mermileri çok yakınlara düşüyordu.
Başkumandan sigarasını içiyordu. Güneş guruba yaklaşıyordu. Bir aralık başını çevirerek:
– Güneş topçumuzun rüyetine mani oluyor. Fakat biraz sonra süngülerimize vuracağı akisleri ile düşmanın rüyetini tamamen kesecek, dedi.
“Allah! Allah!”
Az sonra “Allah! Allah!” sesleri işitilmeye başladı. Hücum eden piyadelerimizin süngüleri, güneşin kızıl huzmeleri altında yalımlar yapıyorlardı. Hayret ediyordum… Her şey sanki onun iradesine bağlıymış gibi, ne derse o oluyordu. Bu anda Başkumandanın yüzünde, görülür bir ıstırap ifadesi vardı. Allah! Allah! diyerek çığ gibi düşmanın üzerine devrilen binlerce askerin ölümü istihkar edilişleri, onun insan kalbini tesiri altına almıştı. Yanan sigarasını yere attı ve düşman ateşine aldırmadan siperde doğruldu? Bu kalkış sevdiği ve üzerine titrediği askerlerinin manevî huzurunda bir ihtiram vazifesi idi. Askerlik sanatının büyük dahisi, büyük strateji, harpten ve kandan açıkça nefret ediyordu. Gözleri nemlenmişti. Güneş ufukta kaybolmak üzereydi. Eliyle muharebe sahasını göstererek:
– Hacı Anesti! Mağrur kumandan! Neredesin? Gel, ordularını kurtar… diye bağırdı.
Savaş Meydanında
Ertesi günü, sabahın erken saatlerinde Başkumandan Mustafa Kemal muharebe meydanını dolaşıyordu. Gördüğü manzaradan müteessir ve muzdaripti. Binlerce düşman cesedi ve birbiri üstüne yığılmış yüzlere topçu hayvanı, terk ediliş toplar, cephaneler…
Bu elim manzarayı bir müddet seyrettikten sonra:
– Bu manzara insanlığı utandırabilir! dedi. Fakat meşru müdafaamız için buna mecbur olduk. Türkler başka milletlerin vatanında böyle bir harekete teşebbüs etmezler…
Biraz ileride, topların arasında yerde bir Yunan bayrağı terk edilmiş, duruyordu. Gözüne ilişti. Eliyle bayrağı işaret ederek:
– Bir milletin istiklâl alâmetidir. Düşman da olsa hürmet etmek lâzımdır. Bayrağı oradan kaldırıp topun üzerine koyunuz! dedi.
Düşman kumandanları
– Getirdiler mi?
Uşak’ta, büyük beyaz yağlı boyalı bir evin 3’üncü kat salonunda, üzerinde cephe haritası bulunan tahta bir masanın önünde oturan Başkumandan soruyordu. Getirilecek olanlar, düşman ordusu Başkumandan Vekili General Trikopis ve General Diyenis isminde bir başka ordu kumandanıydı.
Kapıdan, üst baş toz toprak içinde, göğüslerinde 3-4 sıra muhtelif nişanlar bulunan iki esir general girdi. Her ikisi de hazır ol vaziyete geçerek selam verdiler. Başkumandan ağır ağır ayağa kalktı. İkisinin de ellerini sıktı ve yer gösterdi. Esir kumandanlar gösterilen yere, düşünceli, ürkek bir vaziyette oturdular ve başlarını önlerine eğdiler.
Başkumandan, önündeki haritaya bakarak, her iki generale de harbin tarzı cereyanı hakkında bâzı sualler sordu. Cevaplar aldı. Trikopis’in, “Bu âkibeti hiçbir zaman tahmin etmiyorduk” şeklindeki beyanı, düşmanın nasıl gafil avlandığını açıkça gösteriyordu.
Başkumandan bir ara, Döğer’de bulunan büyük ihtiyat gruplarının niçin Dumlupınar sırtlarına çekilmediğini General Trikopis’ten sordu ve bunu “büyük bir askerî hata” olarak vasıflandırdı.
General Trikopis’in, intihar etmediği için müteessir bulunduğu şeklindeki beyanı üzerine de Mustafa Kemal:
– Fazla teessüre kapılmayın. Büyük bir asker olan Napolyon da bu âkibete düşmüştür, dedi ve maiyetine dönerek:
– Yıkansınlar, istirahat etsinler. Emniyet altında bulundurun, diye emirler verdi. Geçmiş gün, zannedersem, kılıçlarının da iadesini emir buyurdular.
Sayın Muzaffer Kılıç, hatıratının burasında durdu. Sonra ağır ağır:
– Türkün şeref ve istiklâli bu büyük meydan muharebesinde kurtulurken, Lozan’ın ve büyük inkılâpların temeli de burada atılmış oluyordu. Bu büyük zaferi hazırlayan ve yaratan Başkumandanımızın manevî huzurunda ve bu uğurda canlarını veren aziz şehitlerimizin önünde şükran ve minnet hisleriyle doluyum… dedi.
Göz pınarlarında iki damla yaş vardı.
NOT.
30 AĞUSTOS HATIRALARI
Ağustos 2000 Nurer UĞURLU başkanlığında kurul tarafından hazırlanmıştır.