Atatürk, Hz. Muhammed’i gerici bir insan olarak göstermeye çalışanlara şiddetle karşı çıkmış; onu çağdaş bir insan ve iyi bir komutan olarak görmüştür. Çağdaş insan tanımı ise, bukalemun gibi kişiliksiz insan olarak değil her şeye oldum olası boyun eğmeyen ve o her şeye kişiliğinden ileri gelen damgasını vuran insan olarak değerlendirmiştir.
Atatürk, Hazreti Muhammed’i sadece, savaş alanlarında zafer kazanan komutan olarak değil; toplumun bütün çehresini değiştiren ve ölümünden sonrada davasına devam edecek arkadaşlarını yetiştiren büyük bir devrimci olarak görüyor.
“… İslam toplum yaşayışında hiç kimsenin özel bir sınıf halinde varlığını koruma hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler din hükümlerine uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde “ruhbanlık” yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin hükümlerini eşit düzeyde öğrenmeye mecburuz.”
“… Efendiler; hakiki ulema ile dine muzir ulemanın yek diğerine karıştırılması Emeviler döneminde başlamıştır. Hazreti Peygamberin zamanı saadetlerinde, peygamberimizin ölümünden sonra Hulefayı Raşidin Hazeratının zamanlarında, hep doğrudan doğruya Hazreti Peygamberin irşadiyle İslam olan Hulefayı Raşidinin aydınlatılması ile selamete bulunan ümmet kitlesi arasında hakiki nezahat, kalbi hürmet, ülvi bir bağ vardı. Vaktaki, Muaviye ile Hazreti Ali karşı karşıya geldiler, Sıffin vakasında Muaviye’nin askerleri Kuran’ı Kerimi mızraklarına diktiler ve Hazreti Ali’nin ordusunda bu suretle tereddüt ve zaaf husule getirdiler.
İşte o zaman hak olan Kur’an, haksızlığa kabulen vasıta yapıldı.
En mütehakkim hükümdarlardan olan Muaviye’nin nasıl bir hile neticesinde hilafet sıfatı takındığını biliyorsunuz. Ondan sonra bütün müstebit hükümdarlar hep dini alet edindiler; ihtiras ve istibdatların terviç için hep bu sınıfı ulemaya müracaat eylediler. Halbuki ulema, dini bütün alimler hiçbir vakit bu müstebit tacidarlara boyun eğmediler. Onların emirlerini dinlemediler, tehlikelerinden korkmadılar. Bu gibi ulemalar, kamçılar altında dövüldü, memleketlerinden sürüldü, zindanlarda çürütüldü, darağaçlarında asıldı. Lakin onlar yine o hükümdarların keyfine dini alet etmediler. Fakat hakikati halde alim olmamakla beraber, sırf o kisve de bulundukları için alim sanılan, menfaatine düşkün haris ve imansız bir takım hocalar da vardı. Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar, dine uygundur diye fetva verdiler. Gereğinde yanlış Hadis-i Şerifler bile uydurmaktan çekinmediler. İşte o tarihten beri saltanat tahtında oturan, saraylarda yaşayan kendilerine Halife namı veren müstebit hükümdarlar bu gibi hoca kıyafetli cerrarlara iltifat ettiler ve onları korudular. Hakiki imanlı ulema her vakit ve her devirde onların kin besledikleri oldu.”(devam edecek)