featured
  1. Haberler
  2. YAZARLAR
  3. “ATATÜRK’E SALDIRMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ”

“ATATÜRK’E SALDIRMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ”

Bundan 28 yıl önce Ahmet Taner Kışlalı, Atatürk’e karşı girişilen saldırılara yanıt olarak bu değerli kitabını yayımlamıştı. Gerçi saldırılar o günlerde henüz bugünkü boyutlara ulaşmamıştı. Ama yine de her gerçek aydın gibi Kışlala’yı da oldukça rahatsız etmişti bu fütursuz, gerçek dışı saldırılar.

Bu saldırılar daha sonraları da hız kesmeden planlı ve örgütlü bir biçimde devam etti. Orduya kumpas kurulurken bütün ulusal ve evrensel değerlere olduğu gibi Atatürk’e, devrimlerine de iftira kampanyaları sürdürüldü.

Sayısız gazete, televizyon ve radyo bu kampanyalara gönüllü olarak katıldı. Bu gazetelerden biri de bir zamanlar her yazdığı doğru kabul edilen ve büyük destek gören Taraf gazetesi ve onun yazarlarıydı. Bu yazarların en cesuru da (!) Sevan Nişanyan’dı.

Sevan Nişanyan KELİMEBAZ (Everest Yayınları, 2009) adlı kitabında 2008 ve 2009 yıllarında TARAF gazetesinde yayımladığı yazılarını toplamış.

Bu yazılardan Türkçe ve “Dil Devrimi” ile ilgili olanlardan yaptığım alıntıları (saldırıları) geçen yazımda ele almıştım. Bu kez aynı yazarın Atatürk, Devrimler, Türk Ordusu, ulusal değerler konusundaki yazılarını, daha doğrusu saldırılarını ele almak istiyorum.

Bu yazıların büyük çoğunluğu Taraf gazetesinde yayımlanmış; diğerleri de adı geçen kitaptan (Kelimebaz) alınmıştır.

Nişanyan’ın en çok kızdığı, saldırdığı, hakaret ettiği kişi kuşkusuz Atatürk. Atatürk’le bağlantılı olarak Dil Devrimi başta olmak üzere tüm devrimler kötü, Türk Ordusu kötü, Cumhuriyet kötü…

2008, 2009 yıllarında komutanlara kurulan kumpaslar, Taraf’ta atılan başlıklar, Fetö elemanlarının ve destekçilerinin nasıl çılgınca iftira ürettikleri ve desteklendikleri anımsanırsa Nişanyan’ın nasıl korunup kollandığı, desteklendiği daha iyi anlaşılır.

İşte Nişanyan’ın Atatürk’ü yıpratma çabalarından, saldırılarından örnekler:

“Eski anayasayı (Kanuni Esasi 1876 MA) hiç olmazsa bir Bektaşi başbakan (Mithat Paşa), bir hayalperest şair (Namık Kemal) ve bir Ermeni hukukçu (Odyan Efendi) kavga ede ede yazmışlardı, yenisini hazret (Atatürk MA) kendi yazmış, adamlarına onaylatmış.” (14 Aralık 2009)

“1917’de Dünya Savaşı sürerken Enver Paşa da cumhuriyet kurma sevdasına düşmüştür. Ancak partidaşı ve diktatörlükteki ortağı Talat Paşa ile sıkı fıkı olan komutanlardan Mustafa Kemal Paşa da “cumhuriyetin henüz vakti gelmediği” görüşündedir.” (Taraf 29 Ekim 2008)

“Senin adın Mustafa. Benim adım Mustafa, gel seni repackage edelim.’ hikâyesinin iler tutar yanı olmadığı meydanda. Belki Dede Korkut hikâyelerinden esinlenmiş bir millîleştirme çalışması.” (Taraf 12 Kasım 2008)

“Atatürk’e dokundum diye vatanmilletçi kesim ayaklandı. Feministlere laf attım, koskoca Türk ordusundan korkmayan Taraf gazetesi gelen tepkiden sindi.” (Taraf 7 Mart 2009)

“Ulu Önder biliyorsunuz hayatı boyunca belli aralarla isim değiştirmeye meraklıydı. Mustafa’ydı, sonra Kemal oldu, 1921’de Meclis kararıyla Gazi unvanını aldı. Bundan sonraki 13 yıl boyunca adı hemen her yerde Gazi Hazretleri diye geçer, diğer isimleri neredeyse hiç telaffuz edilmez. 1925- 27’de Halaskâr Gazi Hazretleri. Sonra bilmediğim nedenlerle bu ad terk edilir, Şişli Caddesinin adı, cumhurreisinin İstanbul’u ziyareti onuruna Temmuz 1927’de düzeltilmiştir: o kalır.” (Taraf 2 Haziran 2009)

Yazar ve gazetesi Taraf, zaman zaman “terbiye” sınırlarını aşmakta da bir sakınca görmez. İlginç olan, bu aleni yazıların savcılarca ve hükümet yetkililerince görmezlikten gelinmesi:

“Yaşasaydı şayet (Atatürk’ten söz ediyor) , bugüne dek otuz defa devirip Yedikule zindanlarında İkinci Osman’a yaptıklarını yapmış olurlardı, hiç kuşkunuz olmasın.”               (Taraf 28 Temmuz 2009)

“Vatan millet azgınlığı sırf Atatürk gençliğine has bir hastalık değil tabii.” (Kelimebaz)

“Hz. Kemal’e  yan gözle baktı, elinde taş izi vardı gibi absürd gerekçelerle Türk Adaletinin gazabına uğrayan…” (Taraf 16 Eylül 2009)

Bazen “Taraf” bile bu yazarın hezeyanlarını yayımlamaktan “imtina” eder:

“CHP’nin kurucusu ve ebedi şefi olan zatın miadı da 59 (1950) yıl önce dolmuştu. Zorla ayakta tutacağız diye tarihi bir şahsiyeti hortlağa çevirdiler. Edebiyle gömülmesine izin vermediler. 12 seneden beri Etnoğrafya Müzesinin bodrumunda bekletilen naaşını oradan alıp, Devlet dininin Kâbesi gibi tasarlanan bir tapınağa nakletmeye 1950’de karar verdiler. 1930’ların hengâmesinde çıkarılmış birtakım deli saçması kanunların “Devrim Yasaları” adıyla kutsallaştırılması da 1950’nin eseridir.”  (26 Kasım 2009-yayımlanmadı)

“Atatürk’ün kendi günah ve sevapları ne olursa olsun, GÜNÜMÜZDE en ilkel, en saldırgan, en tehlikeli Türk ırkçılığının simgesi haline geldiğini düşünüyorum. Dolayısıyla o simgeyi ve dayanağı elden gelen yöntemle yıpratmayı, her şeyden önce bir vatandaşlık görevi sayıyorum. Mit yıkma işlemine ne gerek var? Sovyetlerde Lenin heykellerini yıkmaya ne gerek var idiyse o gerek var sanırım.” (Kelimebaz)

“Seksenaltı (Doğrusu seksen altı. 2009-1923= 86 yıl MA) yıl yeter bence. Kan-vatan-düşman’dan ötesine aklı ermeyen bir dil bu ülkeyi bunca yıl esir etti. Kan-vatan-düşman edebiyatının şahikası Kemal Paşa’nın Gençliğe Hitabe adlı eseridir.” (Taraf 29 Ekim 2009)

Ulu Önderin 1920-21’den sonraki her demecine, her söylevine, her cümlesine bakın, baştan aşağı tehditnamedir. Büyük Nutuk’un her sayfasını, Önder’le öyle ya da böyle görüş ayrılığına düşen kişilere yönelik kan dondurucu küfürler süsler. Herhangi bir konuda Reisicumhurdan farklı düşünen HERKES satılmıştır. HEPSİ düşman ajanıdır, imha edilmesi gereken zararlı unsurdur; hiç değilse aptal ve zevzektir. Hem dürüst, vatansever ve az çok zekâ sahibi olacak, hem O’na kayıtsız şartsız itaat etmeyecek?  De ki reisicumhurun her dediği doğruydu (ki değildi) sadece dili bozuktu. O dil gene büyük bir felakettir, kendi kendini çoğaltır, reisicumhur kadar parlak olmayan kişilerin elinde ölümcül bir silah olur. Bu zehirli gübre ile beslenen topraklarda  Kılıç Aliler, Reşit Galipler, Recep Pekerler yetişir. Çevik Birler, Eruygurlar, Tolonlar, Büyükanıtlar ve henüz emekli olmamış olan niceleri yetişmeye devam eder.  Bir toplumun başına bundan daha büyük ne felaket gelebilir, bilmiyorum.

Bu felaketi tüm anıları ve tüm sonuçlarıyla beraber memleket sathından silmeden hangi demokrasi nasıl kurulabilir, onu da bilmiyorum.” (Kelimebaz)

“Aşırı derecede şişirilmiş olan Atatürk söylemini daha makul bir seviyeye çekmenin gerekli olduğuna inanıyorum. Geçen sene bir vesileyle epeyce Namık Kemal okudum. Eskiden net bir fikrim yoktu, ama okuduktan sonra hakikaten tepki duydum. Bugünün çığırından çıkarılmış “ulusalcılığına” bile rahmet okutan bir milli/dini fanatizm ve siyasi sorumsuzluk tablosuyla karşılaştım.” (Kelimebaz)

“Bir düşünün, kendilerine başkomutan ve padişah diye neden yetmiş sene önce                 (2009-1938=71 yıl MA) ölmüş bir devlet reisini onca şevkle benimserler? ”(Kelimebaz)

“Golf pantolon giyip panama şapka takmak bu devirde çağdaşlık falan değildir, fes ve kavuk giymek kadar tapon bir antikalıktır.” (Taraf 18 Mayıs 2009)

“Ayrıca cumhuriyet gelince özgür mözgür olmadık, eskisinden beter bir şekilde yeniçerilerin kulu olduk. Cumhuriyetten sonra büsbütün istiklale kavuştular, bentlerinden taştılar, hür bir serazat, astığı astık, kestiği kestik oldular.” (Taraf 28 Temmuz 2009)

“İlk başlarda Kemalist hamiyet erbabından epeyce küfürname geliyordu. Bilirsiniz, o kesim küfürsüz yazmayı pek beceremez, üçüncü satırda dökülüverir ya vatan haini ya soysuz ya onun bunun uşağı. Epeyidir onların soluğu kesildi.” (Taraf 4 Haziran 2009)

“1930’da Ebedi Şef dünya tarihini yeniden yazmaya karar verince birileri Sümerlerin Türk olduğunu kulağına fısıldamış, O da beğenmiş, öyle olsun demiş; belki yarın bir gün Irak’a sarkacak olursak lazım olur diye de düşünmüş müdür bilmem.” (Taraf 8 Ağustos 2009)

“1924’te Gazi Paşa tam ve henüz nesnel analizi yapılamamış bir nedenle ordu kumandasından elini çekince…” (Taraf 28 Ekim 2009)

Türkçenin yüz akı sanatçılara da saldırmaktan geri durmaz Taraf yazarı. Nazım Hikmet’in Vahdettin’den, Ali Kemal’den hiçbir farkı yoktur ona göre:

“Ali Kemal’i yahut Vahidettin’i  vatan haini sayanlarla Nazım Hikmet’i bu payeye layık görenler zekâ bakımından çok farklı mıdır?” (Taraf 22 Haziran 2009)

 

“İtiraf edeyim ki geçen sene bir vesileyle Namık Kemal’i baştan sona okuma talihsizliğine uğradım. Yüz küsur yıl bu milletin beynini kim hasara uğratmış; bugünkü ulusalcı teranelerinin ağababası kimmiş, epeyce bir fikir sahibi oldum.” (Taraf 12 Kasım 2008)

“İnsanın doğup büyüdüğü yere duyduğu sevgiyi, bağlılığı Devlet’e aktarma cambazlığına ilk girişenler 1860’larda Namık Kemal ve çevresidir. “Vatan yahut Silistre” ne demek? Devlet sana öl diyorsa seve seve öleceksin demek benim anladığım kadarıyla. Ee tabii elin mahkûm, ya afyon vereceksin, ya beyinlerini gazlayacaksın ki soru moru sormadan gidip ölsünler.” (Taraf 9 Haziran 2009)

Sevan Nişanyan aklınca İstiklal Marşı’nın sözleriyle de alay edecek. Anayasanın üçüncü maddesinde sözü edilen, dördüncü maddesiyle değiştirilmesi yasaklanan İstiklal Marşı’nın sözlerini bakın ne hâle getiriyor? Yetkililerde ise en ufak bir tepki yok:

“Rahmetli King Camp Gilette,  Şikago’da traş (doğrusu tıraş MA) bıçağı fabrikasını kurarken, delikanlılıkla özdeşleşmiş bir kavramı Türk kültürüne armağan edeceğini nereden bilsin?  Arkadaş semtime alçakları uğratma sakın / Ben bağrıma jilet attım kanımın akması yakın.” (Taraf 15 Kasım 2008)

Bu arada “Devrimler” de Nişanyan’ın salvolarından nasibini alıyor:

“Demek ki neymiş? Bir, Batı’dan akla gelmeyecek şeyler almışız. O zamanlar daha bunu Devrim ilan edip kanun çıkarmayı akıl edememişler. Fena mı olurdu? Şapka Devrimi, Metre Devrimi, Pantolon Devrimi, Paragraf Devrimi, Virgül Devrimi…” (Taraf 16 Kasım 200)

Kadın haklarını savunanlar ise “hak, akıl, vicdan, mantık” gibi kavramlardan habersiz, hatta bunları geçersiz kılmaya çalışan bir “güruh”un (!) mensuplarıdır:

“Feminizm her hal ve şartta kadınların haklı olduğunu, dolayısıyla kadınlık-erkeklik hali dışında hak, vicdan, akıl, mantık gibi kavramların geçerli olmadığını savunan daha değişik bir görüşün adı olmuş.” (Kelimebaz)

FETÖ destekçileri ve ordu kumpasçıları ise masum bir cümlecik nedeniyle hapse girmiştir ona göre:

“Hani Nazlı Ilıcak bir zamanlar “Gecenin en karanlık saati şafağın başladığı andır.” gibi bir şey söylemiş, o yüzden hapse girmişti ya, işte o hesap. (Taraf 25 Aralık 2008)

Başka inciler de döktürmüş Sayın yazar:

“Ağrı diye dağ adı olur mu allahaşkına? Neyin ağrısı, kimin sancısı? O dağın öz Ermenice adı da Ararat değildir, Masis’tir.” (Taraf 25 Haziran 2009

Ahlak anlayışı da bir tuhaf Nişanyan’ın. Bilindiği gibi Nişanyan,  kovada biriktirdiği dışkıyı eşinin başından aşağı döker. İşte bu eşinin, “Kavga edecek kimse bulamazsa sofradaki ekmekle kavga eder,” dediği yazar başta Atatürk olmak üzere herkesle kavgalıdır; Ama 13 yaşındaki kıza tecavüz eden (1952’de Malatya’da Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı ağır yaralayan) Akit yazarı (!) Hüseyin Üzmez’e toz kondurmaz:

“Hüseyin Üzmez’in medya yoluyla linç edilmesini eleştiren bir yazı yazdım. Hayır merak etmeyin, küçük kızı şaapmasını savunmadım.  Ama bir, ne olursa olsun linçe karşı olduğumu, iki, ebeveynin rızasıyla aile içinde olan işlere devletin karışmaması gerektiğini, üç, Müslümanların bu konudaki tavrını ikiyüzlü bulduğumu yazdım.” (Kelimebaz)

“Vakit yazarı Hüseyin Üzmez, 14 yaşında bir kızla, bilindiği kadarıyla kızın  annesinin izni ve belki refakatiyle bazı cinsel eylemlerde bulunduğu için 13 yıla  mahkûm olmuştu. Bu kararın bir hukuk rezaleti olduğu kanısını koruyorum. Bence Üzmez, basın tarafından körüklenen bir linç kampanyasına kurban edilmiştir.” (Kelimebaz)

13 yaşındaki kıza kendi rızasıyla tecavüz eden adamlar (Akit yazarı (!) Hüseyin Üzmez) hapse atılıyorsa, 13 yaşındaki bir cumhuriyetin (1936) diline ve beynine zorla ve defalarca tecavüz edenlere (Atatürk ve TDK yöneticileri) ne ceza vermelidir?  (Taraf 24 Temmuz 2009)

Ulusal bilinç nedir? İşte Nişanyan’ın bu kavramdan anladığı:

Arapça eğitim millî bilinci bozar mı? Bozar. Ama millî bilinç dediğin şeyin yüzde doksan oranında cehalet, taşralılık  ve dar kafalılıktan oluştuğunu düşünürsen, iyi mi olur, kötü mü olur tartışırız. (Taraf 4 Ağustos 2009)

 

Türk bayrağı ne imiş meğer:

 

“Peki İstanbul’un her yerine iki-üç seneden beri eşek çükü gibi diktikleri o bayraklar (Türk bayrağı MA) neden rahatsız ediyor öyleyse? Şundan rahatsız ediyor. O bayraklar ulusun bayrağı değildir. Bir hizbin, bir siyasi görüşün bayrağıdır. Bu memleket bizimdir, bizden olmayan vatansızdır” diyen bir zümrenin vatandaşa verdiği gözdağıdır. Ya bize boyun eğ, ya da git Moskova’ya/ Mekke’ye / Erbil’e / Vaşington’a yahut cehennemin dibine diye haykırırlar, gür bir sesle ve postal raprapları eşliğinde. (Taraf 5 Ağustos 2009)

Türk Ordusuna kurulan kumpasa da tam destek verir Nişanyan:

Meşhur belgeyi imzalayan albayı şutlamışlar. Sonra da bildiri yayınlamışlar ki aslında zaten kadro yokmuş da, albayın şahsıyla değil sınıfıyla ilgiliymiş de, hede höde. (Taraf 2 Eylül 2009)

“Koca orgeneral, binlerce sayfalık güncesi ortaya saçıldığında       benim değildir” diyebildi; yetmedi, iftira ve tazminat davası açtı. Yalanı ortaya çıkınca genç kuşakların ahlakını koruma adına harakiri yapmayı aklına getirdi mi? Ne gezer!” (Taraf 2 Eylül 2009)

İlker Paşa’nın suyu ısındı gibi görünüyor, geçmiş olsun. Kim bilir belki giderayak birilerinin aklına gelir, senin İstanbul’da Birinci Ordu Komutanı olduğun dönemde düğmesine basılan, Kara Kuvvetleri Komutanı olduğun dönemde tetiği çekilen bir cinayet vardı, o konuda bildiklerini de bir zahmet anlat diye sorarlar. Bunca seneden sonra Türkiye’de sanki bir şeylerden ümitli olmak mümkünmüş duygusuna kapılıyor insan. Allah aklımıza mukayyet olsun. Başbuğ gitti diyelim, peki yerine kimi koyacaklar? Kara Kuvvetleri Paşasını mı? Taraf’ın haberinde “cuntanın kilit isimlerinden” diye tarif edilen Birinci Ordu Paşasını mı? Al birini vur ötekine!” (Taraf 28 Ekim 2009)

“TSK’nın her kademesinde yıllardan beri pervasızca hazırlanan binlerce benzerinden biri olan bu plan ortalığa dökülünce, iş üstünde yakalanmış zamparalar gibi önce her şeyi inkâr ettiler. Sonra raporun altında imzası olan albaya işi yıkmayI denediler. Sonra albayın imzası sahtedir dediler. İmzanın aslı ortaya çıkınca bu sefer “en çok birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günlerde maksadı belli mihraklar” teranesine giriştiler. Yüzleri bile kızarmadı, nerede kaldı harakiri.” (Kelimebaz)

“2 Eylül tarihli yazımda sözü edilen “İrticayı Bitirme Planı” ilk ortaya çıktığında İlker Başbuğ bu belgeyi “kâğıt parçası” olarak nitelendirmiş, sahte belgelerle kahraman Türk Ordusunu yıpratmaya çalışan mihrakları kendine özgü kan dondurucu üslupla tehdit etmişti. 24 Ekim’de belgenin “ıslak imzalı” aslı ortaya çıktı.

“Birkaç yıl sonra herhalde hatırlayan olmaz, olsa bile inanmakta zorluk çeker, o yüzden hatırlatayım. Taraf’ın 12 Haziran’da yayınladığı “Ak Partiyi ve Gülen’i Bitirme Planı” başlıklı habere göre Genelkurmay Başkanlığının bir dairesi, Erdoğan hükümetini ve Fethullah Gülen hareketini zor durumda bırakmak amacıyla bir dizi pislik planlamış ve bunları bir rapor halinde sunmuştu.

 Normal bir toplumda bu kadar utanç verici bir duruma düşen devlet görevlisinin derhal toplumdan özür dileyerek istifa etmesi, bunu yapacak basireti yoksa aynı gün görevden alınması gerekirdi değil mi? Japonya’da olsa harakiri de doğal bir beklenti olur. Var mı rezilliğin bundan daha ötesi?  Hayır. Hiçbir şey olmamış gibi görevini sürdürdü. Emekli olduktan bir süre sonra tutuklandı, cezaevine girdi.” (Kelimebaz)

Aşağıdaki yazılar Taraf gazetesinde değil de örneğin Cumhuriyet gazetesinde çıksaydı günlerce gündemi işgal ederdi. Meclis kürsülerinde neler söylenmezdi? Ama Taraf nasıl olsa bizim tarafımızda diye ne dindarlarımız ne dincilerimiz ne muhafazakâr siyasetçiler ağızlarını açıp da bir tek söz etmediler:

“Orduya, devlete, Yüce Manitu’ya istediğini söyle serbest, ama iş İlkçağ Arap mitolojisini sorgulamaya geldi mi orada dur diyorlar. Neymiş, Allah diye biri , varmış, canı sıkıldıkça kitap yazarmış ama artık yazmamaya karar vermiş, pırpır kanatlı ulaklarla birtakım hazretlere mesaj iletirmiş, o hazretlere dil uzatanlar çarpılırmış. Bu hikâyelere istemezsen inanma diyorlar, tamam, ama inanmadığını açık açık söylemen caiz değildir.” (Taraf 21 Eylül 2009)

“Ant içmek deyimi de sanırım kan içme jestinden geliyor. Sabahları Milli Eğitim marifetiyle masum çocuklara içirttikleri ant odur. Kan içmeyi öğretiyorlar.”    (Taraf 25 Eylül 2009)

Nişanyan’ın atıcılığında ise sınır aramayın. Sakallı postallı göstericiler, Birinci Orduya mensup provokatörler… Üstleri çıplak, deri eldivenli, çişini başörtülü annelerin üzerine yapan anarşistler (!) misali:

“Neşe Düzel’in pazartesi günkü röportajında enteresan şeyler anlatan askeri savcı Faik Bey bir de komik hadiseye değinmiş. Özal zamanında Beyazıt Camiinde tekbir getirerek gösteri yapan sakallı gençlerin ayaklarına dikkat etmişler, hepsi postallı imiş. 2005’te eski Halaskârgazi Caddesi’nde aniden beliriverip terbiyesizlik yapan gençleri hatırlıyorum, onlar da postallı idiler. Gösteriden sonra belli bir disiplin içinde Birinci ordu karargâhı yönünde uzaklaşıp gittiler.” (Taraf 4 Kasım 2009)

“Ödev yetiştirme derdine düşmüş bir genç okurum “Ulusdevlet nedir” diye bula bula soracak beni bulmuş, “Ulusdevlet, meşruiyet kaynağını din, müktesep hak, fetih, sözleşme, fayda vesaire yerine ‘ulus’ adı verilen ideal varlığa dayandıran zorba çetesine verilen addır. 1800’lerden 1960’lara kadar modaydı. Şimdi medeni ülkelerde kimse yemiyor.” diye cevap yazdım. Artık bilmem ne not alır.” (14 Kasım 2009)

“Ulusdevlet projesinin insanları koyuna dönüştürme projesi olduğunu anlattık dün. Ulusdevlet projesi, durmaksızın vatan haini üretir.” (15 Kasım 2009)

 

 

 

 

 

0
sevdim_bunu
Sevdim Bunu
0
_ok_sevdim_bunu
Çok Sevdim Bunu
0
g_ld_rd_
Güldürdü
0
karars_z_m
Kararsızım
0
bu_ne_bi_im_bi_ey
Bu Ne Biçim Bişey
0
k_zd_rd_n_z_beni
Kızdırdınız Beni
“ATATÜRK’E SALDIRMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ”
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Balikesir24saat ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!