Kadınımızın lokantada yemek yemesi bile bir devrimdir…
Bugün gündeme Suudi Arabistan’da kadınlara yönelik olarak dün alınan bir karar oturdu. Restoranlarda artık kadın ile erkeğin aynı kapıdan girmesi ve bu konu da iki ayrı kapı yapma zorunluluğu alınan bu karar ile ortadan kaldırıldı.
Diyeceksiniz ki bunun nesi önemli…
Unutma, atamız dediğin Osmanlı’da kadının restoranda yemek yemesini bırakın sokağa yalnız başına çıkması yasaktı. Kaymakçı dükkanına girmesi yasaktı. Trende, vapurda ve tramvayda bölmeli yerde oturması ve yine evine gelen misafirde erkekler ile kadınlar ayrı yerlerde oturuyordu. Kadın, sofrada ki yeri ailenin öküzünden sonra gelen kadınımız, eşimiz, kızkardeşimiz ve annemiz…
…
“Süreyya Ağaoğlu, Türkiye’nin ilk kadın avukatıdır. 1924-25 ders yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra, Ankara’ya ailesinin yanına döner.
Bir arkadaşıyla birlikte Adalet Bakanlığı’nda staja başlar.. İlk günlerin heyecanı geçince, bir sorunla karşılaşırlar : Öğle yemeği işini nasıl çözeceklerdir ?.. Evlerine gidemezler, evleri bakanlığa çok uzaktır. Lokantaya da gidemezler.. Aslında o zamanlar Ankara’da yemek yenebilecek bir lokanta, İstanbul Lokantası vardır. Ama, hep milletvekillerinin yemek yediği bu lokantada, kadınların yemek yediği görülmüş şey değildir..
Türkiye’nin, bu ilk kadın stajyer avukatları, öğle yemeklerini, bir süre için peynir ekmek yiyerek geçiştirirler. Ama sonunda dayanamazlar..
Zamanın Basın-Yayın Genel Müdürü olan babası Ahmet Ağaoğlu’na giden Süreyya, öğle yemeklerini İstanbul Lokantası’nda yiyebilmek için izin ister. Ahmet Ağaoğlu, bunda bir sakınca görmez, peki, der..
İki arkadaş, ertesi gün öğleyin lokantaya gider, küçük bir bölümüne geçip güzel güzel karınlarını doyurur. Ahmet Ağaoğlu’nu ve kızını tanıdıkları için kimse yüzlerine bir şey söyleyemez, ama arkalarından konuşmalar başlar. Homurdanmalar ve şikayetler yükselir.
Şikayetler aynı gün, zamanın başbakanı ‘Rauf Bey’e de iletilir. Rauf Bey de Ahmet Ağaoğlu’nu arayıp durumu anlatır.
Süreyya, o akşam eve döndüğünde, babasının kendisini beklediğini görür. Ahmet Bey hemen konuya girerek, “Başbakan Rauf Bey, senin ve arkadaşının lokantada yemek yediğinizi ve herkesin bunu konuştuğunu anlattı.. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin,” der..
Süreyya çok üzülür, ama yapacağı bir şey yoktur..
Birkaç gün sonra, Atatürk ve eşi Latife Hanım, Ahmet Ağaoğlu’na misafirliğe gelir. Sohbet edilirken, söz bu konudan açılınca, Süreyya Hanım, olayı bütün açıklığıyla Atatürk’e anlatır. Onun, kendisini anlayacağını ve destekleyeceğini düşünmektedir. Oysa, onu dinleyen Atatürk, “Babanın da, Rauf Bey’in de hakkı var,” demesin mi ?..
Büyük bir hayal kırıklığına Süreyya, ertesi gün bakanlıktaki odasında çalışırken, bir yetkili telaşla içeri girer : “Süreyya hazırlan, Paşa seni yemeğe götürecekmiş !..”
Süreyya şaşırır, apar topar kapının önüne çıkar. Yanında bir milletvekili ve yaveriyle arabada oturan Atatürk, onu görünce, “Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor,” der.
Süreyya hem şaşkın hem sevinçlidir. O bindikten sonra hareket eden otomobil İstanbul Lokantası’nın önünden geçerken, Atatürk, birden şoföre durmasını söyler. Bozüyük milletvekili Salih Bey telaşla yanlarına gelince, Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle, ona, “Bugün Süreyya’yı bize götürüyorum, ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek..” der.
Süreyya’nın şaşkınlığı daha da artar.
Ne olup bittiğini, Latife Hanım, yemekte, onun kulağına eğilip, “Paşa, dün akşam bu lokanta olayına çok kızdı, ama babanı senin yanında ezmek istemediği için kızgınlığını belli etmedi. Eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini arayarak, yarın mutlaka eşleriyle birlikte lokantaya öğle yemeğine gitmelerini söyledi,” deyince durumu anlar..
Süreyya Ağaoğlu, ertesi gün, arkadaşıyla İstanbul Lokantası’na gittiğinde, birkaç milletvekili eşinin de ilk kez orada olduğunu görür. Kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye yeltenemez..
Bu bir ilk olur…
Atatürk ve Türkiye’nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu, kadınların, tıpkı erkekler gibi, bir lokantada yemek yiyebilmesine de öncülük etmiştir…”
Unutma, 1922 meclisi nüfus sayımında “insan sayılır” önergesini kadın da insan olarak değerlendirilip sayılacağından dolayı onaylamaz.
4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Medeni Kanun uygulamasını takiben 1927 yılında yapılan nüfus sayımında “insan” olarak kabul edilen kadın da sayılır. Ve o kanun ile kadına çok önemli haklar kısmen de olsa verilir. Kısmen de olsa diyorum. Çünkü “ailenin reisi erkektir” dayatması ile ancak bu kanun ve o haklar kabul edilir… Ve bugün de mücadele bu noktada bütün hızıyla sürmektedir. Üçlü koalisyon döneminde bu hüküm kaldırılmasaydı, belki de bu süreç bugün çok daha ağır yaşanabilirdi…
Kadınlarımız bugün bile pederşahi yapının baskısıyla aile içinden gelen erkek egemen güçlerinin baskısıyla bunalmış durumdadır… Erkeğin(baba, amca, dayı, erkek kardeş, büyükbaba) sıfatları bir yana uygulama da kız çocuğu üzerinde belirgin bir baskısı ve yönetme arzusu vardır. Bu baskı ve yönetme kadının kendi yaşamından kendisinin sorumlu olmaması noktasında bugün gelinen nokta da bunaltıcı bir baskı konumundadır. Bu bunaltıcı baskı da erkeğin uyguladığı vahşetleri, ailenin namusunu koruyorum gibi anlamsız bir mahalle baskısı üzerinden bir zemin oluşturulup dayatılması ve hukuk önünde korunması anlaşılır gibi değildir. Ancak ne dayatılırsa dayatılsın bu anlamsız ve vahşi baskı süreci sona erecek ve kadınlarımız erkeklerle her alanda eşit olarak mücadele edeceklerdir… Kadının sosyal yaşamdan kopartıldığı yerlerde huzur ve sağlıklı gelişme olmaz. Kadın cinsel obje değildir, kadın insandır ve insan gibi devletin kurumlarından ve sivil toplum kuruluşlarından ve toplumdan eşit şartlar da pozitif ayrımcılığa tutulmadan karşılık görmesi en doğal hakkıdır.
Bugün gelinen noktada yüce parlamentonun mecliste çalışan kadının giyimine müdahalede bulunması ülkemizin Suudi Arabistan’ın altına mı düşüyoruz endişesini akıllara düşürmüştür. Umarım yanlış bir değerlendirmedir denilerek bu uygulama pratiğe geçmez…
Kadın ve erkek insandır. Ve insan olarak eşit haklara sahiptirler. Bu kadar kolay bir şeyi bu kadar zorlaştırmak ve kadını cahil erkeğin gücüne teslim bırakmak bugünkü dünya da kabul edilemez, bir uygulamadır…
Sevgi ve saygılarımla….