Kendisine halifelik sıfatı ekleyen bu şahıs mevkii yıkılınca, hilafet makamı ne olacaktır? sorusu akla gelir.
Efendiler, Abbasi halifeleri devrinde Bağdat’ta ve ondan sonra Mısır’da Halifelik makamının, yüzyıllarca saltanat makamı ile yan yana, fakat ayrı ayrı bulunduğunu gördük. Bugün de saltanat ve egemenlik makamı ile halifeliğin yan yana bulunabilmesi en tabii hallerdir. Şu farkladır ki, Bağdat’ta ve Mısır’da saltanat makamında bir şahıs oturuyordu.
Türkiye de o makam da aslı olan milletin kendisi oturuyor. Halifelik makamında da Bağdat ve Mısır da olduğu gibi kudretsiz sığıntı bir aciz şahıs değil, dayanağı Türkiye Devleti olan bir yüksek şahıs oturacaktır.
Bu süretle bir taraftan Türkiye halkı çağdaş bir devlet halinde her gün güçlenecek, her gün daha mesut olacak, her gün daha çok insanlığını ve benliğini anlayacak, şahısların hıyanetine uğramak tehlikesine kendisini maruz bulundurmayacak ve diğer taraftan halifelik makamı da bütün İslam aleminde ruh ve vicdanının ve imanının, birleşim noktası, İslam kalplerine ferahlık verebilecek bir şeref ve yücelikte tecelli edecektir.
Efendiler, Türkiye devletinin, Büyük Millet Meclisi ve hükümet kavramlarının, millet ve memleket için ne kadar kuvvet ve kurtuluş, feyizli olacağını da, gelecek günler, bütün açıklığı ile gösterecektir(inşallah sesleri).
Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır(yani kafa yapısıyladır).
Efendiler, bir fikri daha düzeltmek isterim. Milletimizin içinde hakiki ulemamız içinde milletimizin bihakkın iftihar edebileceği alimlerimiz vardır. Fakat bunlara karşılık bilimsel kisve altında gerçekleri bilimden uzak, gereği kadar eğitim görmemiş, bilim yolunda gereği kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller de vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız.
Yunan fesi serpuşu olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel kisveleri olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?
Arkadaşlar: Bir zamanlar bu milletin başına fes giydirebilmek için şeyhülislamlar getirildi. Fetvalar çıkarıldı. Şayanı mahmedittir ki bugün milletimiz böyle hissiz, anlamsız, mantıksız aracıların hiçbirini istemeye yatkın görünmüyor.
Efendiler; hakiki ulema ile dine muzir ulemanın yek diğerine karıştırılması Emeviler zamanında başlamıştır. Hazreti peygamberin zamanı saadetlerinde, peygamberimizin ölümünden sonra Hulefayı Raşidin hazeratının zamanlarında, hep doğrudan doğruya Hazreti Peygamberin irşadiyle İslam olan Hulefayı Raşidinin aydınlatılması ile selamette bulunan ümmet kitlesi arasında hakiki nezahat, kalbi hürmet, ulvi bir bağ vardı. Vaktaki, Muaviye ile Hazreti Ali karşı karşıya geldiler. Sıffin vakasında Muaviye’nin askerleri Kur’an’ı Kerimi mızraklarına diktiler ve Hazreti Ali’nin ordusunda bu suretle tereddüt ve zaaf husule getirdiler. İşte o zaman hak olan Kur’an, haksızlığa kabulen vasıta yapıldı. En mütehakkim hükümdarlardan olan Muaviye’nin nasıl bir hile neticesinde hilafet sıfatı takındığını biliyorsunuz. Ondan sonra bütün müstebit hükümdarlar hep dini alet edindiler; ihtiras ve istibdatların terviç için hep bu ulemaya müracaat eylediler. (devam edecek)