Fahri Alemin ölümünden sonra Birinci Halife Ebubekir ne dünyayı istemiş, ne dünya ona yönelmişti. İkinci Halife Hz. Ömer, toplumun içindeki dalgalanmanın tutulmayacağı kanısını, yaşarken yakından idrak ederek, ruhu ıstıraplar içinde olarak hayata gözlerini kapamıştı. Hz. Osman’a gelince, mukadder olan saldırılar içinde kanını Kitabullah’a-Kuran’a-akıtarak dünyayı terk etti. Hz. Ali, Halifeliği üzerinde karar kılmamak ve Ehli Beyt’i Resülün haklarını koruyamamak bahtsızlığı ile giryan oldu.
Emeviler, Halifeliği 90 yılından fazla ellerinde tutmadılar; en sonunda Halifeliğin nüfuzunu Bağdat’ın sınırları içinde tutabilen Abbasi Halifelerinin sonuncusu Mu’tasım’ı çoluk çocuğu ile 800 bin kişilik Bağdat halkı ile beraber Hülagü’ya kurban verdiler.
Abbasi Halifelerinin zayıflığını görmekle, Resüllullah’ın halifesi ve Emirülmüminin ünvanlarını almış olan ve Halifelik nüfuzları Elhamra Sarayının kapısından çıkmamağa mahkum kalan Endülüsteki Halifelerin de beşinci hicret asrının başlangıcındaki feci sonunu bilirsiniz.
Bağdat’ta Hülagü’nün meydana getirdiği önemli olaylar sonucunda, yeryüzünde Halifelik makamı, bir alet haline getiriliyor. Bundan üç yıl sonra 656 Hicret yılında idi ki, Abbasi halifeleri neslinden El Mustansırbillah isminde bir zat Mısır Meliki tarafından Halife tanındı. Bundan sonra 17 zat Halife ünvanı alarak ve fakat hiçbir yetkisi, hiçbir etki ve nüfuzu bulunmaksızın doğrudan doğruya Mısır hükümetinin himayesinde birbirinin peşinden hayat sürdü.
Selçuklu Devleti’nin idaresinde umumi dağılma olunca Türkler 699 hicret yılında, bu devletin yerine Osmanlı Devleti’ni yarattılar ve kurdular.
Bu devletin ulularından Yavuz Hazretleri 924 Hicret yılında Mısır’ı ele geçirdiği zaman, orada idam ettirdiği Mısır Hükümdarından başka, ünvanı Halife olan bir zat bulundu. Halife sıfatının böyle aciz bir kimse tarafından kullanılmasının İslam alemi için ayıp olduğuna şüphe etmediğinden, o sıfatı Türkiye Devleti’nin gücüne dayanarak yükseltmek üzere aldı.
Efendiler, Osmanlı Devleti ki 699’da kurulmuştu. Halifeliği aldığı 924 yılından ancak 50 yıl sonrasına kadar cihan tarihinden yükselme devri denilen ve birbirini izleyen büyük başarılar ile dolu üç asırlık bir devir yaşadı. Ondan sonra efendiler, iniş, kuvvetten düşüş devri başlıyor.
Efendiler, düşüş devrinin her safhası Türkiye Devletinin sınırlarını biraz daha daraltıyor, Türk Milletinin maddi ve moral güçlerini biraz daha küçültüyor, devletin özgürlüğüne vuruyor, toprak, servet, nüfuz ve haysiyetini yok ediyordu. Sonunda Osmanlı Hanedanının son Padişahı Vahdettin’in saltanatı devrinde Türk Milleti, en derin kölelik uçurumunun kenarına getiriliyor. Binlerce yıldan beri özgürlük anlamının asli timsali olan Türk Milleti bir tekme ile bir çukura yuvarlanmak isteniyor, fakat bu tekmeyi vurmak için bir hain, şuursuz, idraksiz bir hain lazımdı. Nasıl ki, kanuna uyularak asılması gerekenlerin ipini çekmek için, kalbi ve vicdanı insanlık duygularının yüceliklerinden yoksun bir yaratık aranır; idam hükmünü verenlerin böyle adi bir vasıtaya ihtiyaçları vardır… O, kim olabilirdi?(devam edecek)