1. Haberler
  2. YAZARLAR
  3. “ATATÜRK DİKTATÖR MÜYDÜ?”

“ATATÜRK DİKTATÖR MÜYDÜ?”

“Atatürk diktatör müydü?” sorusunun yanıtını, kendisi ölümünden üç yıl önce vermişti: “Ben diktatör değilim! Benim gücüm olduğunu söylüyorlar. Evet, bu doğrudur. Benim isteyip de yapamayacağım hiçbir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca davranmak bilmem. Bence diktatör ötekilerin iradesini ezen kimsedir. Ben, gönülleri kırarak değil, gönülleri kazanarak hükmetmek isterim.”

Kemalizmi gereği gibi değerlendirebilmek için, oluştuğu ortamı iyi bilmek ve gözden uzak tutmamak gerekir. O ortamı Şevket Süreyya Aydemir güzel özetliyor:
“Toplum hayatı, bir ilk çağ ilkelliği içindeydi. Türk milleti perişanlığın, fakirliğin, çaresizliğin en ilkel düzeylerinde yaşıyordu. Halk cahildi, bakımsızdı, sefildi. Memleket yolsuz, işsiz, asayişsiz bir düzensizlik içinde bunalıyordu. Sonu gelmez savaşlar, İstiklal Savaşı’nda olduğu gibi millet için, millet yararına da yapılmamıştı. Yüzyıllarca Anadolu ve Rumeli halkı, bizden olmayan, bizim olmayan yabancı ve uzak ülkelerde boş yere eritilmiş, gitmişti. Tarım en ilkel bir sürünüş gibiydi. Sanayi yoktu. Derebeylik, ayan, eşraf, mütegallibe nizamı alabildiğine köklüydü. Şeyhlik, müritlik, hacılık, hocalık, efsunculuk yaygındı. Tekkeler, zaviyeler çöküntü halinde, fakat ayaktaydı. Dağları eşkıya sarmıştı. Bu bel vermiş yapının ve ilkel hayatın yeni bir düzene yönelişi için, Gazi Mustafa Kemalin şahsiyetinden başka bir ümit yoktu.”
Toplum, Batı’da çağdaşlaşmanın itici gücünü oluşturan iki temel sınıftan da yoksundu: Ne gerçek anlamıyla bir kentsoylu (burjuvazi) sınıfı vardı, ne de örgütlü bir işçi sınıfı. Dışarı ile ilişki içerisinde ticaret yaşamında etkili olan kesim ise, daha çok Müslüman olmayan azınlıklardandı. Ve işgalci güçlerle işbirliği yaptıkları için, Kurtuluş Savaşı’nın sonunda çoğunluğu ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Mustafa Kemal’in önce bağımsızlığı sağlamak, sonra da çağdaş bir toplum yaratmak için dayanabileceği güçler belliydi: Öncelikle sivil ve asker bürokrasi (yani subaylar ve memurlar), bir ölçüde de, ulusal nitelikli küçük tüccar ile büyük toprak sahipleri. Ordu’nun zaten varoluş nedeni bağımsızlıktır. Osmanlı’nın “çöküş” döneminde çağa ilk açılan kurum olmak zorunda kaldığı ve neredeyse “örgütlü” tek gücü oluşturduğu için, “başlangıçta” Kemalist Devrim’in en büyük desteği olması kaçınılmazdı. Ama Atatürk “askeri” bir sistem kurmak niyetinde değildi. Daha gencecik bir subay iken, İttihat ve Terakki’nin ünlü Selanik Kongresi’nde, “ya üniformanızı bırakın ya da siyaseti” diye haykırmıştı. Kurduğu devlette orduyu siyaset dışında tutmak için bilinçli bir tutum izledi. Kralların ve sivil cumhurbaşkanlarının bile törenlerde üniforma giydikleri bir dönemde, iki istisna dışında, savaş meydanlarında kazanmış olduğu mareşal üniformasını bile taşımadı. Halkın karşısına hep Sivil çıkmaya özen gösterdi.
Bir toplumsal hareketin ya da o hareketi yönlendirenin başarısını, hareketin “toplumsal tabanı”nın özelliklerine bakarak ölçmek gerektiğini daha önce de vurgulamıştık. Kemalizmin, dayanmak zorunda kaldığı toplumsal tabanın olanaklarını çok aşan noktalara kadar ulaşabildiğini kabul etmek, tarihsel gerçeklere saygının bir gereğidir. Ama 1990’larda Kemalist olabilmek, 1920’lerde var olmayan, ama Kemalist Devrim sayesinde ortaya çıkan yeni “ilerici” güçleri harekete geçirebilmekle olanaklıdır. Kemalizmin “sürekli devrimcilik” özü budur.” Ahmet Taner Kışlalı

0
sevdim_bunu
Sevdim Bunu
0
_ok_sevdim_bunu
Çok Sevdim Bunu
0
g_ld_rd_
Güldürdü
0
karars_z_m
Kararsızım
0
bu_ne_bi_im_bi_ey
Bu Ne Biçim Bişey
0
k_zd_rd_n_z_beni
Kızdırdınız Beni
“ATATÜRK DİKTATÖR MÜYDÜ?”
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Balikesir24saat ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!