İnsanları tanıma adına geliştirdiğimiz ilginç ve tuhaf ölçütlerimiz var! Üstelik günlük yaşamımızın vazgeçilmezi haline gelen bu basmakalıp söylemleri sorgulamadan yeni kuşaklara da aktarıyoruz. Kişinin yapısı, tavrı, bakışları, şivesi, fiziksel özellikleri bize gerekli ipuçlarını verebiliyor. Toplum olarak basit ipuçları ile incelikleri önemsemeden, biraz da kolayımıza geldiğinden, genel ifadelerle insanları bir torbaya doldurmayı, kurunun yanında yaşı yakmayı seviyoruz. İşte bu yüzden iyi ile kötü arasındaki çizgimizin güvenilir olmadığını düşünüyorum.
Sahip olduğumuz bu üstünkörü anlayışın, ideal olanın sınırlarını belirlemede yetersiz olduğu aşikâr. İnsanları sığ bir bakış açısı ile sınıflayıp, beklenti ve menfaatlerimiz doğrultusunda iyi ile kötü arasında bir yere yerleştirmek özünde hatalı ve bencilce bir tutumdur. Bize uysun ya da uymasın, toplumsal değerleri özümsemiş, yardımsever ve güzel ahlaklı insanlar, özensizce oluşturduğumuz vasat hesaplamalara kurban edilmemelidir. Varsın onlar bizim mini testlerimizden sınıfta kalsınlar, önemli olan bir türlü hesaba katmadığımız güzellikleri onların ne derece hayatlarına yansıtabildikleridir.
Artık bu tür batıl değerlendirmeleri ve söylemleri rafa kaldırıp, niteliklerimizi belirlemede söz birliği edilmiş ve genel geçerliği olan daha insani kıstaslar belirlemenin zamanı geldi. Dillere pelesenk olacak, iyiliğin ve iyi olanın sınırlarını tüm güzellikleri kapsayacak şekilde genişleten söylemler inatla gündelik yaşantımızın tam ortasında olmalıdır. Mesela tüm kalbimizle: “ Bir insanı tanımak istiyorsan onun hayvanlara tutumuna ya da çevre duyarlılığına bak ” demeliyiz koro halinde.
“Bir insanı tanımak istiyorsan, onun engellilere olan tutumuna bak” diyerek kuyuya taşı bırakalım. Fiziksel ve zihinsel engelliler için hayatı kolaylaştıran, onlar için dünyayı daha yaşanır hale getiren insanlara gereken ilgiyi göstermeye başlayalım. Bu değerli şahsiyetlerin hak ettikleri övgüyü alabilmesi, en güzel sıfatlarla onurlandırılarak başkalarına da özendirilmesi için Süleyman Aslan’ın daha doğrusu Aslan Süleyman’ın anlamlı hikâyesi iyi bir başlangıç olabilir.
Süleyman Dursunbey Atatürk Ortaokulu 8. sınıf öğrencisidir. Öğretmenleri ve arkadaşları onu efendi ve yardımsever biri olarak tanımlar. Benim için özel bir öğrencidir Süleyman. Tavırları, konuşurken seçtiği özenli cümleleri karşısında kendime çeki düzen verme, aynı şekilde karşılık gösterme ihtiyacı hissederim. Adeta büyümüş de küçülmüş gibidir, büyüyemeyen ve belki de hiç büyüyemeyecek birçok yetişkinin yanında. Ancak başarıya olan kısır bakışımız nedeniyle, kişisel özelikleri bir kenara atılıp okul ortamında “ortalama” bir öğrenci olarak algılanır. Oysa “Nasıl insanlar yetiştirmeliyiz?” sorusunun en net cevabıdır kendisi.
Onu tanımak için aynı sırayı paylaştığı Furkan ile arkadaşlığını görmek, aralarındaki muhteşem bağı hissetmek gerekir. Furkan hafif düzeyde zihinsel engeli olan bir kaynaştırma öğrencisidir. Kaynaştırma öğrencileri için olmazsa olmaz algılanan her ne geliyorsa aklınızdan çıkarın. Onlar için gerekli olanın en başta vicdanlı, yardımsever ve sabırlı eğitimciler, sınıf arkadaşları olduğunu Furkan’ın sınıfına baktığımızda anlarız. Bir de üstüne, hemen yanı başında Süleyman gibi işlerini kolaylaştıran, eğitimsel ve sosyal hedeflerine ulaşması için elinden geleni yapan birinin varlığı büyük bir şanstır.
Her sabah gözünü açar açmaz evde bir telaş hali başlar. Alelacele yüzünü yıkayıp kıyafetlerini giyer. Annesinin hazırladığı kahvaltı sofrasına, yine onun gönlü olsun diye oturup çabucak bir şeyler atıştırır ve soluğu sokakta alır. Zaman kaybetmeden evlerinin birkaç metre ilerisindeki sıra arkadaşı Furkan’ın evinin önüne gelir. Birkaç dakika bekler, eğer Furkan’a denk gelemezse hızlı adımlarla okula doğru yürümeye başlar. Okul zilinin çalmasına aslında vakit vardır ancak onun derdi okula değil Furkan’a yetişmektir. Çünkü Furkan her gün diğer öğrencilerden daha önce okul yolundadır. Yetişemezse, kendisini sınıf penceresinden heyecanla beklediğini bilir. Ama o inatla zamanlama hatası yapmak istemez, yolda onu görmek ister. Eğer yolda Furkan’a denk gelir ise kesinlikle yanına gitmez. 10-15 metre gerisinden sessizce takip eder. Karşıdan karşıya geçerken, kaldırımda yürürken olası tehlikelere karşı tetikte okula kadar gölgesi gibi izler onu. Amacı arkadaşının yardım almadan kendi başına ayakta durması, problemlerle mücadele gücünün gelişmesidir. Yoksa işin kolayıdır Furkan’ın koluna girip ona okula kadar eşlik etmek.
Okuldan dönüş yolu da Süleyman için fırsattır. Bu kez Furkan’a eşlik eder. Karşıdan karşıya geçerken nelere dikkat edeceğini, kaldırımları nasıl kullanacağını, olası tehlikelere karşı nasıl tepki vereceğini; kısaca okul ile ev arasını nasıl güvenle kat edeceğini öğretir. Gün olur hayat onları farklı yönlere savurursa, ayrılık girerse aralarına kendisi olmadan da ayakta durabilmesini tüm kalbiyle ister. Yoksa gözü hep arkada kalacaktır.
İki arkadaş arasında mükemmel bir iletişim ve bağ vardır. Furkan’ı adeta yaşama bağlayan, okuldan ve hayattan tat almasını sağlayan kahramanıdır Süleyman. Etrafında kimse Süleyman gibi candan ilgilenmez, yakasını düzeltmez, omzunun üstündeki tozu silkelemez, yaptığı esprilere onun kadar içten gülmez. Öyle herkesle iletişim kurmayı tercih etmez, seçicidir. Sadece güvendiği, kendisini olduğu gibi kabul eden, ince düşünceli insanlara kapılarını açar. Adam seçer işin özü. Derste güler yüz gösteren, sıcak bir tebessümü kendisinden esirgemeyen öğretmenlerinin adlarını sayfalarca yazar. Adeta onlara karşılık vermek, memnuniyetini dillendirmek için. Ama Süleyman’ın yeri hep çok farklıdır. Kendisine kaba davrananları uyaran, ders esnasında anlamadıklarını kulağına fısıldayan ve yaşama güvenle bağlanmasını sağlayan iyi insandır özetle Süleyman.
Süleyman ve Furkan arasındaki arkadaşlığın en güzel ve anlamlı yanı ise Süleyman’ın Furkan ile kurduğu bu muhteşem bağı herhangi bir koşula bağlamamasıdır. Olumlu tavırlarını herhangi bir beklenti için sergilemez. Güzel davranışlarına ilgi gösteren arkadaş ve öğretmenlerini garipser. “Arkadaşına neden bu kadar iyi davranıyorsun?” diye sorulduğunda yüzünde oluşan “Daha farklı nasıl davranılabilir?” ifadesi ise “iyiliğin” onda vücut bulmuş hali gibidir. Başka bir olasılık bilmez çünkü. Özünden taşan saflık ve güzelliktir onu iyi insan yapan.
Furkan’ın en çok ilgisini çeken farklı şehirler ve yaşamlardır. Usanmadan sayfalarca şehir isimleri yazar. Dış dünyayı keşfetmek için müthiş istek duyar. Ailesiyle birlikte fırsat buldukça çıktıkları gezilerin en güzel tarafı, dönüşünde yaşadıklarını uzun uzun Süleyman’a anlatmasıdır. Keyifle yaşadıklarını aktarırken hiçbir şeyi eksik dile getirmek istemez. Alabildiğine uzatır muhabbetini ve keyfini. Yaşamaktan büyük bir haz duyar işte o zamanlar. Nispet yapmak da değildir amacı. Derdi; sevincini doyasıya anlatmak, heyecanına ortak etmektir, üleştirmektir aldığı keyfi.
Bu yıl hiç devamsızlık yapmamış Süleyman. Üretebileceği birçok mazeret varken ısrarla okula devam etmiş. Açıkça söylemese de, okula böylesine bir bağlılık geliştirmesinin malum sebepleri var! O güzel yüreğinde yeri yok zaten arkadaşını yarı yolda bırakmanın. Hem okula gelmezse ne yapar, ne eder Furkan? Birileri düşüncesiz bir söz ile kalbini kırıp, üzebilir onu. Ya derste öğretmenin dediğini anlamazsa? Kimin kulağına eğilip yardım ister Furkan? Aklına komik bir şey geldiğinde gülümseyerek gözünün içine bakıp kimi güldürecektir? Hiçbir bahane Furkan’dan daha geçerli ve gerçek değildir. O yüzden hem okulunda hem de dostluğunda devamsızlığa yer yoktur.
Onun yüreğindeki güzelliklere karşılık başarı belgesi henüz icat edilmedi. Süleymanların başarı duygusunu sonuna kadar hissetmesi, yaptıklarının takdir edilmesi toplumsal ödevimiz olmalıdır. Olumlu kişisel özelikleri ile başarılı kabul edilen ve başarısının tadını sonuna kadar alan insanlarımız geleceğimizi aydınlatacak, dünyayı Süleyman gibiler kurtaracaktır.
Süleymanlar lazım vesselam… İnsanın zehrini alan İNSAN… Seni olduğun gibi kabul eden, sen olduğun için seven. Farklılıklarına tahammül gösteren, seninle ağlayan, gülen… Konuşurken gözünün içine bakan, anlatmak istediklerini sığdırdığın ve herkesin anlamadığı o küçücük kelimeyi cımbızla çeken, “haydi yapabilirsin” diyen… Okulda her yerde daha çok Süleyman…
O küçük aklınla! biz büyüklerin şekillendirdiği bu dünyanın daha yaşanabilir olması için gerekli ipuçlarını veriyorsun. Ne diyelim, aslansın sen Süleyman!