Daha çok kadın arkadaşlarımda görüyorum. Aşkı doyasıya yaşamak istiyorlar. Aşk nedir diye soruyorum. Suskunluk geliyor. Bulutlar üstünde var olma gibi bir şey mi diyorum. Der gibi onay veriyorlar.
Sevgili dostlarım; aşkı bir mücadelenin içinde oluşan sıcaklığın çözümünde arayacaksınız…
Sevgili dostlarım; aşkı bir sevişmenin içinde dokunuşun sıcaklığı ve terinde arayacaksınız…
Sevgili dostlarım; aşkı bir tartışmanın ya da konuşmanın içinde geçen sözün derinliğini sözün dışında gözün ışıltısıyla anlatma becerisinin sağlamasında arayacaksınız…
Sevgili dostlarım; aşkı bir bakışın ışığında ararken o ışığın ışıltısını tutkuyla değil sevgiyle olacağını bilen bir bilincin içinde arayın…
Ne acıdır ki çoğunluğunuz aşkı bir kandırmalar manzumesi içinde arıyorsunuz ve o yüzden çoğunluğunuz hayatı ıskalayarak yaşıyorsunuz…
İşin konuşma kısmına gelince…
Konuşmak emek ister. Bilgi ister. Sorgulama bilinci ister. Sürekli değişim içinde olma ister. Bunlar olmazsa konuşma dedikoduya dönüşür ve oradan beslenir. Dedikodu da insanı çürütür ve çürüyen insan da aşkı tutkuyla karıştırır ve sonunda tutkunun kulu olarak birbirlerine büyük zararlar verirler…
O nedenle aşk içinde emek yoksa, emeğin bilince dönüşmüş hali yoksa, bilince dönüşmüş halin değişim diriliği yoksa, o aşk, aşk değil bir işkencedir…
Çağımız tükenen insan çağıdır…
Tükenen insan yozlaşma kültürü içinde dokunduğu her şeyi yok eder. Çünkü sevme bilincinden uzaklaşmıştır. Yaptığı her hareketin ya da söylediği her sözün çevresi tarafından onay görme isteği onun kendine olan mesafesini sürekli büyütür. Kendinden uzaklaşan insan, kendine yabancılaşan insan için aşk bir tutkudur. Kendine aşıktır. Kendine aşık olan insanın diğer insan ile olan ilişkisi, ihtiyaçlarının ortak payda içinde çözülmesiyle değil isteklerinin kendi belirlediği koşullar içinde çözülmesi iradesi altında gerçekleşir. Hal böyle olunca ilişki eşit şartlar altında değil birinin bağımlılığını kabul etme yada boyun eğme anlayışıyla yürür. Böyle bir yapı içinde oluşan evliliklerde ya da ilişkilerde ya da etkinlik adı altında bir araya gelip toplum adına bir şeyler yapabilme mücadeleleri hep sonuçsuz kalır. Sonuçsuz kalmasının nedeni üzerine konuşulmadan bu sonuca karşıtlarının vurdumduymazlığı sebep olmuştur diyerek işin içinden sıyrılma hastalığı ile suçu hep o ötekinin üzerine atma bizi, bizim gibi toplumları ne acıdır ki daha sevgisiz yapmış ve bu sevgisizlik içinde sığınmaya çalıştığımız aşk ta tutkuya dönüşünce ortaya kontrol edilemeyen öfkenin şiddet sarmalı içinde şiddetin tetikleyicisi bir duruma dönüşmüştür. Bizim gibi olgunlaşmasını tamamlayamamış toplumlar da aşk, her türlü hastalıklı ruh halinin hezeyanlarının içinde aranması ya da buralardan beslenmesi nedeniyledir ki bu toplum yitirdiği sevgisini anlamsız hale getirdiği aşk ile çözmeye çalışmasının sıkıntılarını yaşıyor. Aşkın anlamsız hale gelmesi demek tutkunun her ilişki boyutunda öne çıkması demektir. Toplumun geneline aşkı sorsak söyleyeceği çoğunluğun söyleyeceği söz bir erkeğin bir kadını bulutların üzerinde yürütmesi olacaktır. Böyle bir aşkın varlığını özellikle sinema kültürü içinde izlerken keyiften kendimizden geçiyoruz. Oysa aşkı bu filmi izlerken analiz edebilme kültürü içinde aramamız gerekiyor. Aşk bir noktaya odaklanıp bir noktanın aşırı sevgiyle yüceltilip bir noktaya taşınması demek değildir. O bir noktanın yaşamı içinde var olunurken her ne yaşanılıyorsa o yaşanılanın içinde örneğin öfke mi yaşanıyor; öfkenin kontrolünde, cinsellik mi yaşanıyor; cinselliğinin haz noktasında birlikte uyum içinde olma halinde, bir tartışma mı yaşanıyor; tartışma kültürünün zenginliklerine katkı sunulurken karşıtına verilen değerin içinde aranmalıdır. Biz bize özellikle sinema kültürüyle ve yine medya kültürü içinde verilen emperyalist bakış açışına uyum halinde olan bencillik ve sahip olma tutkusu içinde aşkı arıyoruz ve aranmasının doğru olduğuna inanıyoruz. Oysa aşk, sevme yetisinin bir üst mertebesidir. Sevme yetisine değer ve anlam katan en yüce noktasıdır. Birinin içine girerken diğerlerinin hiçbirinden vazgeçmeden yaşamı geniş anlamıyla özgürlük ve mücadele temelinde değişimci ruh anlayışıyla yaşayabilme iradesine sahip olmaktır. Biri için yaşamak değil, birinin içinden toplum için, yaşadığın anın içinde topluma ve doğaya düşman olan ne varsa tüm kötülükler için savaşabilme iradesine sahip olabilmektir. Oysa bizim aşk dediğimiz aşkımız sadece biri için yaşanmasıdır. Biri için yaşayan insanların huzuru bulabilmesi mümkün değildir. Gelişebilmesi mümkün değildir. İnsan olabilmesi mümkün değildir. Bugün yozlaştırdığımız sevgi ile aşk kavramlarının bizi getirdiği nokta bireyselliğimizin öne çıktığı ve tutkuyla bizi sarıp sarmaladığı bu hastalıklı ruh halimizdir. Bu ruh halinden kurtulabilir miyiz bilmiyorum. Elimde yetki olsa bu toplumun her bir bireyine mutlaka psikolojik tedaviyi belirli aralıklarla şart koşardım. Bu toplumun bireyleri ne yazarsa yazsın ya da söylesin hiç önemli değil, bu toplumun bireyleri kendinden kaçıyor. Kendinden kaçan insanların acımasızlığı hiçbir şeye benzemez. O nedenle bu kısır döngüden kurtulmak zorundayız.
Bugün yaşadıklarımız da budur…
Sevgiden korkan insanların sığındığı liman aşk olmuştur. Aşkta bu yozlaşmadan payına düşeni almıştır. Oysa aşk bir kuytu limanı değil kavganın ya da öfkenin yada şiddetin yada sevginin yada sevişmenin yada yaşamanın en umutsuz anında bile kendini yönetebilme iradesinin, güce boyun eğmeme iradesinin en güçlü silahıdır. Bu öyle güçlü bir silahtır ki anlamlı bir bakışın içinde varlığını en güçlü bombadan daha etkili kılar.
Sevmeyi bilmeyen toplumların aşkı bilmesi, yaşayabilmesi mümkün değildir.
Kadın elinde ki en güçlü silahın vücudu ve vücuduna ait güzelliğin olmadığını bildiği an, erkek elindeki en etkili silahın cinsellik gücü olmadığını öğrendiği an inanıyorum ki kadın-erkek ilişkileri anlam üzerinden şekillenecektir. Anlam dediğimiz şey emekle, bilgiyle, sürekli olarak kendini yenilemeyle, değişimin gücüne inanmakla ve öz-eleştiriyle oluşur. Yaşamın anlamını bilmeyenin ya da niye yaşadığının bilincinde olmayanın aşkın anlamını bilmesi ve üzerine kafa yorması mümkün müdür.
Yaşam bir bütündür. Sevgi bu bütünlüğün içinde ki bütün zorlukların çözüm anahtarıdır. Aşk ise ölüme giderken ölüme yenilmeyen o iradenin mutluluğunun gözlerinde ki ışığıdır.
Sevgi ve aşk, özgürlüğün temelidir. Özgürlük ise bağımsız yaşayabilme iradesinin bireyin toplum içinde toplumu sürekli bir üst gelişime gelenekleriyle birlikte taşıyabilme iradesini gösterebilme cesaretidir. Cesarete anlam yükleyen ise bilinçtir. Bilince değer katan ise aşktır. Aşk insanın içinde bir şeyi yapabilme iradesi adına ölümü yenmesidir. Ölümü yenebilen insanların emekleriyle var olduğumuz bu dünya da çöp insanların çöplüklerinden etkilenmeden yaşayabilmek ve onurun peşinden gidebilmek bu dünyanın birleştirici en büyük gücüdür…
Yaşasın aşk, yaşasın sevgi…
Yaşasın emek, yaşasın insan….
Yaşasın toplum, yaşasın doğa ve dünya….