Nasıl çıkacağım bu labirentten.
Nasıl diye düşündü, Meryem…
Karanlığın içindeydi.
Kararsızdı.
İnsanlardan sıkılmıştı. Dillerinde, hep aynı nağmeler dönüyordu.
Yaşamak istiyordu fakat, kötü ruhlularla bir arada değil.
Lanetlenmiş bir hayat değildi istediği.
Umutsuzluk, bıkkınlık, kara senaryolar istemiyordu.
Hayatında bugüne kadar çok karanlık gördüğünü düşünüyordu, Meryem.
Asıl karanlık insanın kendisindeymiş, kendisindeki derin kuyuları fark edebilmek kör karanlıkları gördüğünde ya orada yaşamayı kabullenmek ya da aydınlığı aramak. Hep denir ya gökyüzü en fazla kuyunun dibinden görünürmüş.
Hayat denilen bu serüven belki de kuyudan gökyüzüne ulaşma cesaretini gösterenlerin serüvenidir. Aklından geçenlerin içinden seçim yapma zamanı gelmişti. Meryem için zor zamanlardı bunlar fakat devam edebilmek için seçebilmek gerekiyordu. Kendisine acı vere vere bu seçimleri yapmak devam etmek niyetindeydi.
Sonra birden devam etmeyebileceğini de düşündü fakat karanlık Meryem’e göre değildi. Tüm karanlıklarını, kırıcılığını, isyankarlığını, umutsuzluklarını, kehanetlerini ciddiyetle çocukluğunda bırakıp devam etmişti hayatına. Şimdi yine bu yol ayrımında hayatındaki bazı yükleri bırakma zamanıydı. Onlara sabırla ve sessizce veda etmesi gerektiğini biliyordu.
Uzun bir zaman sonra kendine geldi, doğruldu, kalemini kağıdını aldı, ayrılması gerekenleri ve devam etmesi gerekenleri resmettikten sonra şimdi bir çıkış yolu bulmalıyım dedi.
Sonra mitoloji okurken labirent ile ilgili satırlar aklına geldi.
Anlatılara göre tanrı Ares-Dionisos yeryüzüne çıktığında henüz hiçbir şey yaratılmamış, biçimlenmemiştir ve sadece karanlık vardır. Etrafta yürümeye başlayan Ares-Dionisos, elindeki Labris ile karanlığı keser ve bir saban izi bırakır. Onun açtığı bu yol azar azar aydınlanmaya başlar ve bu labirent olarak adlandırılır.
Her şey zıtlığı vardı. Şu an yeterince karanlıkta ise ışık hüzmesini görmenin en iyi zamanı idi. Yapması gereken sadece içindeki ışığı yol vermek, doğru yerden bakmak ve insan olmanın değerlerini hatırlamaktı.
Okuduğu kitaptan hatırlıyordu, her labirentte bir hava akımı vardı. Çıkmak için sadece hava akımını bulmak yeterliydi. Yine her şey duyuları ile çözülecekti. Görmesi, hissetmesi ve duyması gerekiyordu. Bunun için ise odaklanması gerekliydi.
Kaybolmadan doğru yol bulunmuyordu.
Aramak için kaybolmak gerekiyordu. Yine bir zıtlık içerisinde buldu kendini, labirentten çıkmak için doğru zıtlığı bulması doğru denklemi kurması, gereken cesareti göstermesi gerekiyordu.
Şunu yıllar önce öğrenmişti Meryem, cesaret, risk ve çalışma azmi yok ise kuyunun dibinden gökyüzüne ulaşmak bir hayaldi. Korkularına meydan okuyup, utançlarını deneyim olarak göreceği zamanlara yelken açmalıydı.
Gelişmek için, labirentinden çıkma cesaretini göstermeliydi. Bulunduğu kuyudan yeryüzüne çıkarsa renkleri, kokuları, hisleri daha gerçek olacaktı. Gerçek yaşamın kokusunu duyacak, renklerini görecek gerçekten hissedecekti.
Her insanın yaşamını onurlandırması kendi kayboluşunda kendi gerçeklerini bulması değil miydi?
Müzik önerisi: https://youtu.be/FSQ9ZsPeEsU