Homer’in türkülerini duya duya
yıkandım sularda tanrılarla kol kola
Eflatun renkli çiçeklerle konuştum
şiirler dinledim Sutüven’den
Afrodit miydi şelâleyi ısıtan, yoksa Athena mı?
Belki de Artemis’di sulara daldığım an beni kucaklayan
bir tansıktı gördüklerim ama arındım dağın sularında
Bülent GÜLDAL
Antandros’u ziyaret eden Tarihçi İlber Ortaylı Eylül 2021 ‘de şöyle yazıyor :
“Mitoloji her safhasıyla Edremit ve Troya arasında akar. O bölgeyi gezen mitolojiyi daha iyi tanır…Heinrich Kiepert’ten Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne, Klasik Arkeoloji Profesörü Gürcan Polat’a kadar devam eden bu kazıların, Antandros Derneği’nin fedakâr başkanı Gülçin Cömert’in ve saygıdeğer üyelerinin desteklemesi, bence örnek bir başlangıç. İmkânsızlık diye bir şey yok. Altınoluk Tepeleri’nde düzensiz imarın tehlikelerinden korunan Abdullah Efendi Konağı derneğin kurulduğu yerdir.”
Bir Haziran sabahında Antandros’un kalbinin attığı yer olan Abdullah Efendi Konağı’nda, Gülçin Cömert, Elçin Hanım ve diğer dernek görevlileriyle bir çay içimi sohbet ettim. Konağın bahçesinde, eşimin de katıldığı bayanlara yönelik el ve yürek işi ürünlerin sergilendiği etkinliğin kenarına oturdum. Ben de yeni çıkan kitabım Yaz Bakışlı Nergis’i derneğin kütüphanesine armağan ettim. Kafamda edebiyat etkinliklerine dair plânlar yaparken Sarıkız’ı, Afrodit’i, Vegilius’u dolayısıyla Aeneis’i düşündüm. Düşündükçe, kazılarda kucağında kaz figürüyle ortaya çıkan Afrodit, evrilegelen zaman içerisinde Sarıkız’a dönüşüp masama geldi sanki. Yine, Truva yangınından kaçıp Antandros’a sığınan, Vergilius’un yarattığı kahraman Aeneas, İda’nın ağaçlarından yaptığı gemilerle dolaşıyor gibiydi önümüzde uzanan denizde.
Sümerler’den Mısır’a, oradan da Yunanistan’a geçmiş olan çok ilâhlı inancın izini sürdükçe, hikâyelerin yüzyılları kuşatan ve var oldukları zaman dilimlerine egemen olan güçlerini görüyorum. Bugün ne Zeus var, ne de Hera. Ne yarı ilâhlar ne de kahramanlar. Ormanlarda cirit atan, önüne çıkanla sevişen peri kızları, kaçakçılara terk etti yerini. Mabedlerin, tapınakların, yontuların kalıntıları üzerine artı paralarıyla binalar, eğlence merkezleri yapanlar var şimdi.
Antandros Derneği’ni, Gülçin Hanımı bu coğrafyanın bir sigortası gibi gördüm; olanakları ölçüsünde kazıların sürmesi için elinden geleni yapıyor. Yeni buluntuların binlerce yıl önceyi bugüne bağlaması çok önemli. Karanlıkların ışımasıdır bu durum. Bu ışıma ülkeye de yansıyor elbette; İlber Ortaylı’nın söz konusu yöreye dair yazısı, Körfez kültürünün bir dünya mirası olduğunu gösteriyor ve bu kültür son aşamada herkesi ilgilendiriyor.
Abdullah Efendi Konağı’na dair kısa bir not düşmeden yazımı bitirmek istemedim: Eldeki bilgilere göre, Konağın geçmişi yüz altmış yılın üzerinde bir zamana dayanmaktadır.İlk sahibi o tarihlerde var olan Papazlık Kilisesi’nin rahibidir. Birinci Dünya Savaşı sonu, Kurtuluş Savaşı öncesinde rahibin Midilli Adası’na göç etmesi ve mallarını Midilli Adası’ndan Abdullah Efendi ile değiş tokuş yapması nedeniyle konağın sonraki sahibi Abdullah Efendi olmuş ve konak, o zamandan günümüze kadar Abdullah Efendi Konağı olarak anılmıştır. Konağın içi ve teraslar halindeki bahçesi görülmeye değerdir. Ayrıca kazı alanı da insanlığın görmeden geçilmeyecek izlerini taşımaktadır.
Çalışmalarıyla tarihin önemli bir sayfasında yer edinen Gülçin Hanıma sonsuz teşekkürler ediyorum.