32 yaşındaki oğlu için gelen anne şikayet ediyor: “Doğru dürüst okumadı ama okul bitti. Şimdi de iş beğenmiyor. Bulduğumuz işlere ‘yorucu, bana yakışmaz, bu paraya çalışılır mı’ gibi gerekçelerle gitmiyor. Bütün gün evde. ‘Onu getir, bunu al’ şeklinde emirler veriyor.
Yapmak istemediğimizde ‘Beni doğurdunuz, yapmak zorundasınız, çocuğunuz değil miyim?’ diyor. Direnirsek üstümüze yürümeye başlıyor.
Artık korkuyoruz.
Ne yapabiliriz?”
Bir başka anne benzer şeyleri henüz 16 yaşındaki oğlu için anlatıyor. Her sabah özel şoförün okula götürdüğü, haftalık harcaması asgari ücretten fazla olan, kredi kartı ile istediğini alabilen ve bunların az olduğunu, okulu nasılsa bitireceğini, babasının işinin onu beklediğini ve bu nedenle gençliğini çalışarak geçirmesinin anlamsız olduğunu söyleyen, sabahlara kadar barlarda gezen, kızdığı zaman kendisine küfür eden, el kaldıran bir çocuk. Bir baba, 14 yaşındaki çocuğunun kendisini yaraladığını ağlayarak anlatıyor ve benzer bir öyküyü aktarıyor.
Hepsinin son cümlesi benzer: “Doğduğundan beri bir dediğini iki etmedik, koruduk, sevdik. Hiçbir şeyini eksik bırakmadık.
Niçin böyle oldu?” ‘Öğrencinin Jaguar marka arabası olur mu?’ tartışmaları bu konuyu ele almamı zorunlu hale getirdi.
Yazmadan önce tartışmaları bir kez daha gözden geçirdim.
Tartışılan konu: O öğrencinin Cumhurbaşkanı’na gitmesiymiş. Oysa tartışılması gereken konu: Çocukların kaç yaşında, nelere sahip olmalarının daha doğru olduğu olmalıydı. Çünkü özel üniversitelerin park yerlerine girdiğiniz zaman göreceğiniz araba markaları, tartışılan Jaguar’dan ucuz olmayacaktır. Aslında üniversitelere gitmeye ve arabalara bakmaya bile gerek yok. Sokaklardaki, kafelerdeki gençlere, hatta genç bile sayılamayacak küçük çocuklara bakın. Sadece kıyafetlerine değil, ellerindeki cep telefonlarına, taşıdıkları çantalara ve en önemlisi konuşmalarına bir bakın. Ailesi varlıklı olan çocuk ve gencin bunlara hakkı var mı? Herhalde vardır.
Zaten tartışılması gereken de bu değil.
Tartışılması gereken; çocuklara ve gençlere zamanı gelmeden alınanların ve izin verilen davranışların, onların gelişimine ve topluma nasıl zarar vereceği olmalıdır.
Çevreye ve kendine zarar verici davranışların olması, herkesin kendisine borçlu olduğunu düşünen ve bu nedenle isteklerinin hemen ve eksiksiz yerine getirilmesini isteyen, yapılmadığı zaman saldırganlaşan, emek sarf etmeyen, sorumluluklarını yerine getirmeyen kişileri 18 yaşın altındalarsa ‘davranış bozukluğu’yla, üstünde ise ‘antisosyal kişilik bozukluğu’yla tanımlıyoruz.
Yaygın olarak bilinen adı ile bu kişilere ‘psikopat’ diyoruz. Son yıllarda bu sorunla ilgili başvurular giderek artıyor. Bu artışın en büyük nedeni; çocuk yetiştirme biçimimizdir.
SORUMSUZ VE DOYUMSUZ ÇOCUK
Doğduğundan beri bir dediği iki edilmeyen, her istediğine kavuşan, isteğinin yaşı ile uyumlu olup olmadığına bakılmayan, emek sarf etmeden, değerini bilmeden alınanları, yapılanları hak görerek yetişen bir çocuğun; sorumluluk sahibi, doyumlu, çalışarak kazanmanın erdemine inanan, bir şeyleri elde etmek için emek sarf etmesi gerektiğini bilerek çalışan bir birey olmasını beklemek mümkün mü? Avrupalı ve Amerikalı aileleri ‘çocuklarına bakmıyorlar, yazları çalışmalarını istiyorlar’ diye kötüleyenlerin düşüncelerini gözden geçirmelerinde yarar var. Çocuklarımızı sevmekle onları doğru yetiştirmek arasındaki farkı anlamamıza yardımcı olur, diye daha önce de yayımladığım, ‘Geleceğin Psikopatlarını Yetiştirme Yolları’nı tekrar yayımlıyorum: – Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi vermeye başlayın! Bu şekilde o, herkesin onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.
Kötü sözler söylediği zaman gülün! Böylece o kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır. Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayı hiç öğretmeyin! 21 yaşına gelince kendi kararlarını, kendisi versin diye bekleyin!
Yerde bıraktığı her şeyi kaldırın; kitaplarını, ayakkabılarını, kıyafetlerini… Onun için her şeyi siz yapın ki o, bütün sorumluluklarını başkalarına yüklemeye alışsın! Onun gözünün önünde sık sık kavga edin ki aile bir gün parçalanırsa çok fazla üzülmesin.
Ona istediği kadar harçlık verin ki hiçbir zaman kendi parasını kazanmanın ne olduğunu öğrenmesin. Yiyecek, giyecek ve konforla ilgili bütün arzularını yerine getirin ki, istediklerine ulaşmak için çalışmak gerektiğini öğrenmesin.
Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı daima onun tarafını tutun ki, onların hepsine karşı peşin hükümleri oluşsun. Bütün bunları ve benzerlerini yaparak yetiştirdiğiniz çocuğunuz bir gün suç islerse, kendisinden özür dileyin! Ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığınız için kendinize teşekkür etmeyi ihmal etmeyin!!
(Bu belge, ABD Houston Polis Müdürlüğü tarafından hazırlandı ve kentteki tüm evlere ve okullara dağıtıldı.)
Yazıyı okudunuz.
Şimdi sıra kendinizi, kendi vicdanınızda sorgulamaya geldi. Onu mutlaka yapın…
Bize gelince…
Oysa bizler olanaksızlıklar içinde büyüdük. Kimi zaman bir çikolatanın hayalini kurduk, kimi zamanda çatısı yağmurda akmayan, tuvaleti evin içinde olan bir evi hayal ettik. Kendine ait bir odanın varlığı ise hayallerin çok ötesindeydi. Yaz tatillerinde çalıştık. Yamalı giydik. Lastik ayakkabı giydik. Kız arkadaşımız ile ancak bakışabildik. Tatlı yediğimizde babamızın maaş aldığını biliyorduk. Ama bizler her birimiz meğer ne sağlam yetiştirilmişiz de haberimiz olmamış? diye düşündük bugünleri görünce…Canımız dan fazla değer verdiğimiz çocuklarımızı modernlik diye maskara ederek büyütürken bu sevdanın başımıza ve toplumumuza zarar vereceğini düşünemedik… Kendimizin o zor koşullar da emeğin bilincine o günün koşulların da o günün ahlak ve ayıplanma kusurları içinde utanma duygusunun en üst seviye de verilmeye bazen de davranışlar ile öğretilmeye çalışıldığı o eksikli yoksul günlerin, yılların ağırlığı içinde farkında olmadan çok şeylerin öğrenildiği ve bu öğrenim ve eğitim içinde kendini geliştirebilenlerin iyi bir örnek olduğu, paraya yenilenlerin de arabesk bir yapı içinde birçok şeye sahip olsa da özünde sahip olmak istediklerine sahip olamadığı bir yoksunluk içinde yer aldığı bir toplum olamadan, topluluk olarak bugünlere geldik. Yani bizim kuşak çocukluğuna baktığında yaşadıklarıyla bugün sahip olunanlar üzerinden yine yaşadıklarına baktığında yapmış olduğu kıyaslama da bireyin öncesinde kişiliğinin, kimliğinin gelişimin önde olduğunu yani karakterinin, bugüne gelindiğinde ise karakterin silinip atıldığını ve bunun yerinin sahip olunan nesneler ile tanımlandığını gördüğünüz de kocaman bir eyvah diyorsunuz…
O nedenle kimseyi yargılamadan önce kendi yaşamımızı bir bütün halinde yargılamayı, eleştirmeyi becermek zorundayız. Bunu yapamadığımız içindir ki yaşanıyor bütün bu çileler ve acılar.. Çocuklarımıza cennetin içinde cehennemi yaşatıyoruz. Kız arkadaşını saklayarak yani arkadaşlığını yasaklayarak yani birlikte bir şey üretmenin keyfini ekip arkadaşlığını öğretmeyip aman yavrum deyip ateş ile barut bir arada şey yapmadan durmaz deyip birbirlerinizin şeytanısınız deyip o körpe zihinlere kötülüğü koymak gibi bir sapıklığı kendimiz yapıyoruz. Ve bütün bu yanlışları onları korumak adına yaptığımızı da söylemiyor muyuz. İşin en trajikomik yanı budur. Babalarımızı, annelerimizi aşamadık. Oysa aşmak zorundaydık. Paraya yenilenlerin bu konuda yaşadıkları daha büyük bir dram olarak karşımıza çıktı.
Ben 60 yıllık yaşadıklarıma bir bütünlük içinde baktığım da sağlıklı bir şekilde analiz yapabiliyor ve kendimi ayakta diri olarak tutabiliyorsam bunda kendimi sürekli eleştirmem yatıyor. İnsan başkasını eleştirmeden önce kendisini eleştirebilmeyi ve yenilemeyi alışkanlık haline getirmeyi becerdiği andan itibaren insan olur. Hele ki bu eleştiri aile içinde sürekli olmak zorundadır. Bizler ne acıdır ki herşeyi becerebilen ancak konuşmayı beceremeyen bir topluluğuz. Becerebilseydik zaten toplum olacaktık. Ben bu 60 yıllık yaşantım da yaşadıklarımla ve gördüklerimle aptala döndüysem topluluğun eleştiriden korkan yığınları ciddi travma içindedir. Sahip olduğu arabası yada teknolojik aletler onun için o kadar önemli ki.. Çünkü sahip olabilmek için verdiği paralar canını öyle acıtıyor ki.. Öyleyse olmayandan acısını çıkarmalı…
Evet! bu süreçte yaşadıklarımızdan ben etkilenmedim diyen bilin ki yalan söylüyordur. Emperyalizm her konuda her zenginliğimizin üzerine çok kirli tuzaklarla saldırdı. Bizleri aptala çevirdi. Ve bu süreçte en çokta aile kurumumuz ve çocuklarımız çok olumsuz etkilendi. Kendi çocuklarımızdan ya da kendi anne ve babamızdan nefret eder hale geldik. Nefret duygusunun altında yatan da bizlerin birey olamama nedeniyle modernitenin karşımıza çıkardığı her hamle de birlikte yaşama noktasında bağımız zayıfladığından savrulmamız oldu. Bize yük olacak insanları yanımızdan uzaklaştırmak istiyoruz. Ve bunun faturasını çok ağır ödeyeceğiz. Ağlama duvarımız, sosyal medya oldu. Buradan alacağımız moralle yaşamaya çalışıyoruz. Ve çoğumuz da burada maskeyle dolaşıyor ya da kendini saklıyor. Ve farkında olmadan emperyalizme hizmet ediyoruz. Yöneten hiçbir zaman kaybedeceği bir projeyi uygulamaya sokmaz. Öyleyse bu pazar da trollerin ve kışkırtıcı paylaşımların olmasını da doğal görmeliyiz. Ve burada da gerçek olmalıyız. Gerçek olabildiğimiz ölçüde ancak burada varlığımızı ezilmeden sürdürebiliriz. Insan bir kez saklanmaya görsün hep saklanmak ister. Insanın kaygıları vardır. Kaygıları olduğu sürece insan kendini koruma altına alarak emniyette tutmak ister. İşte bu paradoks insanı bir anlamda paraya karşı yenilmesini sağlar. Param varsa herşeyim var, diyen sığ bir yaklaşımın kölesi yapar. Parayla herşeyin çözüleceğini düşünür. Ancak hayatın pratiğinde paranın çok şeyi çözmediğini yaşayarak öğrenir. Ve bundan en çok ta ailemiz ve özellikle çocuklarımız çok olumsuz etkilendi.
Parayı yenmek zorundayız.
Tüketime yönelik zaaflarımızı yenmek zorundayız.
İlişkilerimiz de parayı öne çıkarmamalıyız…
Hayatımızdan modadır, reklamdır ve benzeri şeyleri çıkarmak zorundayız. Çünkü aklımızı kullanmamıza engel oluyor. Dolayısıyla işin içine sihirli kutu televizyon ya da bilgisayar ya da cep telefonu girince aklımızı ellerine geçiriyorlar ve dönüyoruz, mala… Mallıktan kurtulmak zorundayız.. Kurtulamazsak bilelim ki yerimizi yapay zeka üzerinden robotlar ve robotlaşmış duygusu olmayan insanlar alacaktır. Ve hiçbir değerimiz, kutsalımız olmayacak ve değerimizi sahip olduğumuz para belirleyecektir…
Halen çoğunlukuz ve insanız. Çocuklarımızı, tanımadığımız insanları ve diğer canlıları seviyorsak önce insan olmayı, sonra da diğer insanlar ve canlılar için insanca çalışıp ve paylaşmak adına değer vermeyi öncelikli olarak yaşam ilkesi haline getirmek zorundayız… Becerirsek bu dünyanın insanca bir geleceği olacaktır. Yoksa, yoksası yoktur…
Sevmeyi bilmeyen insanlara, sevmeyi öğretmeden ve sevmenin değer bilincini kavrayacak ve bunu üretimle besleyecek şekilde öğretmeden ve uygulama da görmeden çoğalmasına izin vermemeliyiz…
Sevgi ve saygılarımla…