Karadeniz’in nüktedan Temel’ine mal edilmiş güncel bir fıkra okudum birkaç gün önce. Kaybettiği utanma duygusunu arayan Temel diyor ki; herkes birbirine “Allah utandırmasın” diye diye hiçbir şeyden utanmaz olduk.
Fıkranın mal edilişi ne kadar doğrudur bilemem ancak verilen sosyal içerikli mesaj ilgimi çekti. Bu arada üzerimizden atmaya çalıştığımız birçok vebal gibi “utanç ”sorumluluğunun da Allah’a bırakılması ilginç bir bakış açısı.
Mesela eskiden “söz senettir” derdi büyüklerimiz. İnsanlar sözlerinin arkasında durur veya tutamadıkları sözlerinin altında ezilirlerdi. Utanç duyarlardı.
Şimdilerde yalanın bini bir para. Bırakın sözlü anlaşmayı, yazılı belgeniz bile olsa geçiştirmek için bin dereden su getirtiyorlar insana. Haklılığınıza rağmen karşı savunma o kadar bıktırıyor ki sizi, “Lanet olsun” demek tek teselliniz oluyor.
Her seçim zamanı seçmene verilen vaatleri bir düşünün. Seçim sonrası, “Bakın sözümü tuttum. Vaat ettiklerimi yerine getirdim” diyen bir seçilmiş hatırlıyor musunuz mesela? Ya olmadı ya da benim dikkatimden kaçmış olabilir. Ha yerine getirilenler var, yok değil. Ancak onlar da belli bir kesim arasında “kazan-kazan” işleri. Ve ne nemalandıran ne de nemalanan utanmıyor kul hakkına girmekten.
Hele depremzedeler, o kâbusun içinde canları ile uğraşırken mallarının talan edilmesine ne demeli. Ülkeyi sarsan bu durumu fırsat bilip bir tas çorbayı, tandır fiyatına satanlar, deprem bölgesine giden yardımlara el koyanlar, göçükten çıkarılan insanları kendi reklamları için kullananlar ve daha nice utanılması gereken olay ve davranışlara ülkece tanık olduk yakın geçmişte.
“Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir. Ve elbette vicdan, bizim en büyük sınavımız onunla” bu sözler, Utanç (Skammen) adlı filmin yönetmeni Ingmar Bergman’a ait.
Ahlak, vicdan, adalet gibi kavramlar çoktan unutuldu ancak en kötüsü etik bir değer olan “utanma” duygusu da arada kayboldu.
“Arsız neden arlanır, çulda giyse sallanır” Eskiden sık söylenirdi bu atasözümüz şimdilerde artık duymaz olduk. Çünkü arsızlığı da hırsızlık gibi elbirliği ile normalleştirdik.
Rahmetli teyzem sayesinde kıssadan hisseleri çocukluğumdan beri severim. Anlattıklarından bir tanesi utanmaz, arlanmaz bir insan ile alakalıydı. Kıssanın sonunda teyzeme “Ar ne demek?” diye sordum.
O da eliyle işaret ederek, “Ar damarı insanın alnında, iki kaşının ortasında bulunur. Oradaki damar çatlayınca; önce akıl, sonra göz, kulak, dil, mide ve bütün duyular, kapılarını harama açar, helale kapatır” diye açıklamıştı.
O zaman çocuktum çatlayan damarın mecaz olduğunu anlayamadım. Şimdi de çatıdan temele kadar çatlayan damarların çokluğu karşısında şaşkınım! Ve yine anlamakta zorlanıyorum. Çünkü eski duyarlılık ve duygulardan yoksun bir hayatın içindeyiz.
İnsanlığın ilk utancı olarak düşünülen çıplaklıktan; üzerinden binlerce yıl geçmesine rağmen hala utanç duyulması dayatılırken, utanmaz, arlanmaz insanların içlerindeki çıplaklıktan utanç duymamaları, insanlık için çok daha önemli değil mi acaba? Kaldı ki dinlerde ahlakın özü, hayâdır.
Temel’in tespitine dönecek olursak; bundan sonra “Allah utandırmasın” yerine “Allah hayâ edenlerden eylesin” demek, daha uygun olacak. Ne dersiniz?